“Dinlemek, iyileşmenin en eski ve belki de en güçlü aracıdır.” Rachel Naomi Remen İnsan, doğası gereği iletişim kurmak ve etkileşim yaratmak üzerine inşa edilmiştir. Kişilerarası anlaşmanın en temel yapı taşı budur. Yolda yürürken dahi tesadüfen konuşmaya başladığınız ama sıcak ve samimi küçük bir diyalog bile güzel hisler bırakır. Bireyler arası kurulan iletişim ise, her kişi özelinde psikolojik ve fizyolojik açıdan olumlu ve olumsuz etkiler bırakır. Aile, eş, arkadaş, öğretmen, öğrenci, meslek gibi gündelik yaşamda kurulan her bir iletişim; kişiler üzerinde farklı yansımalar barındırır. Annenin çocuğuna onu sevdiğini söylemesi, olumlu ve yapıcı yaklaşması çocuğun psikolojisi üzerinde olumlu etkiler bırakırken; sürekli bağıran, sevgi sözcükleri sarf etmeyen bir annenin çocuğu üzerindeki etkiler ise olumsuz yönde olacaktır. Benzer şekilde, eşlerin iletişiminin sıcak ve samimi olması, bir kahve eşliğinde bile güzel vakit geçirebiliyor olmaları; her iki tarafın da bireysel ve çift olarak psikolojik sağlıklarını olumlu yönde etkileyecektir. Öte yandan yargılayan, baskılayan, eleştiren, aşağılayan, kötü söz söylenen bir ilişkide; bireysel ve çift olarak psikolojilerine büyük zararlar ortaya çıkması kaçınılmazdır. Sosyal bir varlık olarak her insan, sağlıklı ilişkiler kurmaya ihtiyaç duyar. Hayatın her alanında kurulan ilişkiler, tıpkı bu örneklerdeki gibi, bizi olumlu veya olumsuz etkiler. Aslında kişilerarası ilişkiler denildiğinde, tüm bunlar kabul görmekle de oldukça ilişkilidir. Yargısız, infazsız, koşulsuz kabul görmek; herkese çok iyi gelir. Herkesin üzüntü, dert, keder, mutluluk gibi onlarca duygu içeren pek çok yaşanmışlığı vardır. Tüm bu duygular, kabul görülen birileri tarafından dinlendiğinde; sevinç de üzüntü de paylaşıldığında kişiye iyi gelir. Çünkü sizi dinleyen birilerinin varlığı sizi iyileştirir. Üstelik bu durumun psikolojik olumlu yanlarının yanı sıra; beyin sağlığı üzerindeki iyileştirici etkileri de yapılan araştırmalarla desteklenmiştir. Özellikle yetişkinlikteki etkileşimler; beynin yaşlanması ve Alzheimer hastalarının hastalık belirtilerini geciktirici etkide olduğu öne sürülüyor. Bununla birlikte dinlenilen bireylerin, dinlenmeyen bireylere oranla daha yüksek bilinç yaşı gösterdiği de öne sürülmektedir. Özetle yargılanmadan, tam kabulle dinlenilmek; hem psikolojik sağlığımıza hem de fizyolojik sağlığımıza iyi gelir, bizi iyileştirir. Bazı durumlarda, bir uzman tarafından dinlenilmeye ve desteklenmeye de ihtiyaç duyabiliriz. psikoloji ilişkisi; sınırları belirli olan, kişinin duygulanımlarının netleştirilip anlaşılmasına imkan veren; koşulsuz kabul ve dinlenilmenin sağlanabildiği güvenli alanı yaratan bir ilişki olması sebebiyle iyileştirici güce sahiptir. Siz de, terapi ilişkisi içerisinde içinde bulunduğunuz ruhsal durumlara ve sorunlara karşı daha fazla farkındalık kazanmak istediğinizde ve bir uzman desteğine ihtiyaç duyduğunuzda www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Ruhumuzu Yaralayan Şiddet: Psikolojik Şiddet
Dünyaya gelen herkesin en doğal hakkı ve ihtiyacı; başkasının, onun alanına müdahale etmeden özgürce yaşamasıdır. Çocuktan ergene, kadından erkeğe istisnasız herkes; eşit haklara sahiptir. Bir başkasının haklarını ihlal etme veya başkasına zarar vermeye herhangi bir bireyin hakkı asla yoktur. Ancak geçmişten günümüze, insanoğlunun var olduğu ilk dönemlerden itibaren baktığımızda fiziksel ve psikolojik şiddet; çoğu kişinin hayatında yer alıyor. Fiziksel şiddet; eylem ile birlikte gerçekleştiğinden bariz bir şekilde fark edilebilir. Ancak psikolojik şiddet; tamamen duygulara yönelik bir şiddet türü olduğundan maruz kalan kişi tarafından anlaşılamayabilir. Psikolojik Şiddet Nedir? Psikolojik şiddet; çok çeşitlidir. Kendi çıkarları uğruna bir başka kişiye baskı uygulamak, manipüle etmek, aşağılamak, alay etmek, cezalandırmak, hakaret etmek, sevgiden mahrum bırakmak, yok saymak; şiddetin psikolojik yönleridir. Psikolojik şiddete herkes, herhangi bir yerde maruz kalabilir. Psikolojik şiddetin kim tarafından yapıldığı ve uygulanan şiddetin yoğunluğu değişkendir ve bu değişkenlik kişiler üzerinde de olumsuz etkiler bırakır. Bir bankada aşırı yoğunluk sırasında sıkılan bir müşterinin işini her zamanki gibi olağan şekilde yapan bankadaki bir görevliye; işini iyi yapmadığını, hızlı olması gerektiğini, işini savsakladığını söylemesi, banka çalışanına psikolojik şiddettir. Baskı uygulayan bu kişi, bankacının daha hızlı hareket etmesini sağlamaya yönelik bir davranış uygulamıştır. O an bankacı, müşteri memnuniyeti adına özür dileyebilir ve zaten hızlı ve olması gereken çalışmasına hız vererek devam edebilir. Bu o an olmuş olan bir psikolojik şiddettir ve devamlılığı yoktur. Ancak eş, ebeveyn, arkadaş gibi yakın çevreden gelen psikolojik şiddet; kişiyi derinden yaralar. Çünkü bu şiddet, yakınından geliyordur ve bu duruma sıklıkla maruz kalınıyordur. Psikolojik Şiddet Yaşandığı Nasıl Anlaşılır? Psikolojik şiddet; kişinin duygularını inciten, davranışlarını yönlendiren, kişinin kendini yetersiz hissetmesine sebep olan bir şiddet türüdür. Aşağıda psikolojik şiddetin bazı belirtileri yer alıyor; – Eşe, sevgiliye, çocuğa veya herhangi birine bağırmak. – Mahrum bırakmak. – Kıskançlık ve kıskançlık sebebiyle karşı tarafı kısıtlamak. – Hata ve kusurlarla alay etmek. – Haklı olunmasına karşın haksız duruma düşürülmeye çalışmak. – Sürekli kontrol altında tutmaya çalışmak. – Tehdit etmek. – Cezalandırmak. – Gereksiz yere olumsuz eleştirilerde bulunmak. – Varlığını yok saymak Tüm bu belirtiler, kişiyi inciten unsurlardır. Eğer bir adam; karısına sürekli olarak bağırıyorsa bir süre sonra kadın, kocasının bağırmaması için davranışlarına o şekilde yön verebilir. Sürekli ‘’bana acaba bağırır mı?’’ düşüncesi kişinin hem kendine güvenini zedeleyebilir hem de strese sebep olabilir ve bu stres de depresyon, anksiyete, panik atak gibi sorunlara yol açabilir. Eğer bir anne, çocuğunu sevgiden ve ilgiden mahrum bırakıyorsa; çocuk da dünyayı güvensiz olarak algılayabilir ve gelecek yıllarda da ciddi güven sorunları yaşayabilir. Bir sevgili, partnerine aşırı kıskançlık sonucu kısıtlama uyguladığında, kusurlarıyla alay ettiğinde, partneri haklıyken haksız duruma düşürmeye çalıştığında; partneri ile yaşayacağı muhtemel sorunların yanında bireysel sorunları da gün yüzüne çıkacaktır. Ebeveynleri tarafından sürekli olarak kontrol altında tutulan bir çocuk veya eşi tarafından sürekli kontrol edilen bir yetişkin de olsa, özgüveni ciddi anlamda zedelenebilir, kaygı ve güven problemleri yaşayabilir. Tüm bu örneklere baktığımızda psikolojik şiddetin bireyin özgürlüğünü ihlal ettiği gibi kişide derin yaralar açtığını da söyleyebiliriz. Psikolojik şiddetin yoğunluğu ve tekrarı, kişide açtığı yaranın derinliğini de belirler. Depresyon, anksiyete, özgüvensizlik, değersizlik, kaygı, panik atak gibi pek çok rahatsızlığa da yol açabilir. Psikolojik şiddet normalleştirilmemeli ve o an gelip geçti diye düşünülmemelidir. Mutlaka bir destek alınması, hem psikolojik şiddetin etkisinden kurtulmak hem de psikolojik şiddetle başa çıkmak ve psikolojik sağlamlığı oluşturmak için önemli bir adımdır. Eğer psikolojik şiddet konusunda desteğe ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Erken Dönem Uyum Bozucu Şemalar
Erken dönem; bebeklik, çocukluk ve ergenlik yıllarını kapsayan; bireyin ilk deneyimlerini yaşadığı ve pekiştirdiği dönemdir. Bu dönemde öğrenilen veya deneyimlenen olumlu tecrübeler, bilişte olumlu olarak depolanır ve güvenli hatıralar olarak gelecek yıllara yansır. Ancak olumsuz yaşanmışlıklar, duygular, his ve düşünceler; erken dönem uyum bozucu şemaların oluşmasına ortam oluşturur. Erken yaşam döneminde başlayan bu şemalar birey büyüdükçe, hayatının her alanına etki eder. Okul yaşamından arkadaş seçimine, sosyal hayatından iş ve hatta özel hayatına kadar geniş yelpazede kişinin hayatına tesir eder. Erken Dönem Uyum Bozucu Şemaların Oluşma Sebepleri Erken dönemde bireyin hayatı; aile içi ve yakın çevresi ile sınırlıdır. Bu dönemde edinilen bilgiler ve deneyimler, önce anne-baba veya bakım veren kişilerden sonra yakın çevreden öğrenilir. Çocuğun stresle başa çıkma yöntemleri, durumlar karşısındaki davranışları, verdiği tepkiler; hep ebeveynlerinden öğrendiği, gözlemledikleri şekilde kendisine yansıyacaktır. Örneğin, hem çocuğuyla iletişiminde hem de etrafıyla ilişkilerinde tepkilerini hep kızarak ortaya koyan bir anneyi ele alalım. Benzer durumlarda çocuğun tepkilerinde bozulmalar olabilir. Çocuk bu durumlarda benzer şekilde kızgın tepkiler gösterebilir, duygularını yok sayabilir veya böyle bir duyguyu yaşamamak için benzer durumlardan kaçınma gayretine girebilir. Genetik faktörün de erken dönem uyum bozucu şemalar konusunda etkisi büyüktür. Aşırı kaygılı bir çocukta, tüm ebeveyn yaşantısı mercek altına alınıp aslında çocuğun bu kadar ağır kaygılı olacağı bir ortamda yaşamadığı gözlemlendiğinde uzman, aile üyelerinde böyle bir rahatsızlık olup olmadığını araştırır. Büyük olasılıkla da ailede böyle bir öykü olduğu ortaya çıkar. Erken Dönem Uyum Bozucu Şemalar Nelerdir? Şema terapinin kurucusu Jeffrey E. Young ve ekibi tarafından uzun klinik gözlemler sonucu 18 adet erken dönem uyum bozucu şema belirlenmiştir. Bu şemalar aşağıda sıralanmıştır; 1- Duygusal Yoksunluk : Her çocuğun ebeveynleri tarafından ilgiye ve bakıma ihtiyacı vardır. Hem fizyolojik hem de duygusal anlamda doyuma ulaşabilmesi, çocuğu mutlu ve sağlıklı kılar. Sarılma, öpme, şefkat gösterme, güzel cümleler söyleme, onu olduğu gibi kabul etme; çocuğun kendini değerli hissetmesini sağlar. Bu ilgi ve sevgi eksik olduğunda ise, çocuk yalnızlaşır. Aidiyet kavramından, empatiden uzaklaşır, büyüdüğü zaman da kendisini değersiz ve yalnız hisseder. Bu durum sosyal iletişimine, başarılarına, romantik ilişkilerinde sorunlara sebep olur. 2- Başarısızlık: Çocukluk; hep yeni bir serüvende yeni şeyler öğrenmek, keşfetmek ve denemektir. Çocuklar her şeyi denemek isterler, ancak bu denemeler karşısında ebeveynler ‘’Sen bunu yapamazsın, beceremezsin; senin yerine ben yapayım’’ gibi tavırlar sergilerlerse; çocukta ben başarısızım, işe yaramazım, ben bunu yapamam hiç denemeyeyim gibi özgüven zedeleyici bir tablo ortaya çıkabilir. Çocukluktan başlayan bu ben yapamam, beceremem düşüncesi, gelecek yıllarda da her yeni durumda kendini gösterir. Okul yaşamı, spor hayatı, ikili ilişkileri; hep ben yapamam başkaları yapabilirlerle dolu olur. Kişi bu şemada kendini hep eksik hisseder. 3- Karamsarlık : Çocukluktan itibaren hayat hiç kolay değildi. Bu yüzden bundan sonra da iyi hiçbir şey olmayacak inancı, kişinin gündelik hayatını hep karamsar olarak geçirmesine sebep olur. Hayatın olumlu yönlerini görmeme, hep kötü şeylerin var olacağına olan inancın kırılamaması, karamsarlık şemasının en belirgin özelliğidir. 4- Cezalandırıcılık : Dersinden kötü not aldığın için akşama kadar odanda oturacaksın, bunu kırdığın için bağırıyorum sana şuan, yaramazlık yaptığın için şimdi sopa geliyor… Yapılan her hata veya davranış çocuklukta ceza ile sonuçlanmışsa, kişi büyüdüğünde de hata yaptığı her durumda ağır yaptırımlarla karşılaşacağını düşünür. Bu yüzden asla hata yapmamalıdır. Bu şemada kişinin hayatı hep hata yapmamak ve ceza almamaya çalışmak üzerine geçen geçer. 5- Yüksek Standartlar: Çocukken yapılan, aslında çocuk için büyük bir başarı olan ama ebeveynleri tarafından hep eleştirilen, daha iyisi beklenen ve hep eleştiriye maruz kalınan bir şemadır. Çocuk büyüdüğünde de ne yaparsa yapsın kendisine bile yetmez, hep daha iyisini yapmaya çalışır. En iyisini yapsa bile daha iyisini zorlar. Bu şema mükemmelliyetçilik ve kaygı bozukluğunu da beraberinde getirebilir. 6- Onay ve Takdir Arama: ’’Küçükken sevildiğim, ilgi gördüğüm zamanlar hep ebeveynlerimin isteklerini yaptığım zamanlardı, onların bir dediklerini iki etmezdim ki beni takdir etsinler.’’ Bu sözleri sarf eden bir kişi, şuan başkalarının istek ve arzularını yerine getirerek takdir kazanmayı büyük ihtimalle yaşamının odak noktasına koymuştur. 7- Yetersiz Özdenetim: Sorumluluk almak, verilen bir işi tam anlamıyla yerine getirmek, bu şemaya ait kişiler için oldukça zordur. Bunun sebebi yine erken dönemde ihmal edilmiş, sorumluluk bilinci gelişmemiş çocuklarda yaşanan problemlerin yansımalarıdır. 8- Boyun Eğme: Hor görülmüş, aşağılanmış, ezilmiş çocuklar; yetişkin birey olduklarında da fikir beyan ettiklerinde veya göz önünde olacakları bir davranış sergilediklerinde ezileceği, alay edileceği düşüncesiyle geri planda dururlar. Bu kişiler, farklı kişilerin dediklerine katılarak göze batmamaya çalışırlar. Ancak bu durum sonrasında öfke patlamalarına, saldırganlığa dönüşebilir. 9- Duygusal Bastırma: Çocuk ve ergenlik çağlarında sevgiden uzak büyümüş çocuklar, büyüdüklerinde de kendi duygularını göstermekten kaçınırlar. Öyle ki duygularını göstermek kişiler için mahcubiyet sebebidir. Bu kişiler donuk veya soğuk kişiler olarak görünürler. 10- Zarar Görme ve Hastalıklara Karşı Dayanıksızlık: Bu şemada çocuk, ya ciddi hastalıklar geçirmiş ya da hasta olmaması için ebeveynleri ciddi titizlik göstermiş olabilir. Yetişkinlikte de bu kişilerin en büyük korkusu hasta olmak veya vücut bütünlüğüne zarar gelmesidir. Ya büyük bir hastalık başıma gelirse ne olur gibi düşünceler, kişiyi oldukça kaygılandırır. Bu kişilerde anksiyete yani kaygı bozukluğunun görülme sıklığı da hayli fazladır. 11- Kusurluluk ve Utanç: Bu kişilerin çocukluk yaşantılarında hep eksik olduğu noktalar vurgulanmıştır. Matematik dersinden kötü not aldığı için kusurlu bulunmuş, alay edilmiş bir çocuk;matematik derslerinde utangaç tavırlar sergileyebilir. Aslında bunun olabileceği, biraz daha çalışırsa yüksek not alabileceği anlatılmış olsa, bu dersten iyi notlar alabilecekken hayatı boyunca matematik konusunda kendini kusurlu hissedebilir. Boyunun kısa olmasıyla alay edilmesi, kişinin yolda yürürken bile kendinden utanç duymasına sebep olabilir. 12- Güvensizlik ve Kötüye Kullanım: Çocukluk travmaları, bu şemada etkili olan en büyük unsurdur. Çocuklukta ciddi değersizlik hissi, saygısızlık, yalan gibi konularla karşılaştıysa çocuk; büyüdüğünde de bu konular onun için en önemli sorunlardır. Kişi, kendini hiç güvende hissetmez. Çocukluk travmalarında cinsel veya fiziksel saldırı, tehdit, yaralanma gibi büyük olaylar yaşadıysa, sonrasında da kendini güvende hissetmeme durumunda hissedebilir ve bu şemaya sahip olabilir. 13- Sosyal İzolasyon ve Yabancılaşma: Ev ortamı dışında kendini iyi hissetmeyen, kendini farklı olarak nitelendiren ve sosyal ortamlar içerisinde bulunamayan kişi; yine çocukluk çağlarında ev ortamından fazla uzaklaşmamış, baskı altında büyümüş kişilerde görülebilir. Kişi, sosyalleşme konusunda kendini cesaretli hissetmez ve hep kendini kusurlu olarak görmesi dolasıyısla kusurluluk şemasına da sahiptir. 14- Bağımlılık ve Yetersizlik: Bu kişilerin çocukken tüm ihtiyaçları genellikle ebeveynleri tarafından karşılanmıştır. Yetişkin bir birey olduklarında da sorumluluk alamama, kendi başına bir işi bitirememe, hep yardım alma eğilimindelerdir. Bu kişiler kendini hep yetersiz
Hastalığım Fizyolojik Mi Psikolojik Mi?
‘’Doktor doktor geziyorum ama ağrılarıma çare olacak bir uzman, bir tedavi bulamadım.’’ Şiddetli ve geçmeyen baş, omuz, sırt ve kas ağrıları, genel olarak vücutta yorgunluk, sık hastalanma gibi problemler yaşayan kişiler; nöroloji, dahiliye gibi birimler aracılığı ile sorunlarına çözüm ararlar. Bu birimler hastanın fizyolojik öyküsünü dinleyerek ilgili tahlilleri yaptırmalarını isterler. Kişiler, tahlilleri yaptırdıktan sonra herhangi fizyolojik bir problem olmadığı söylendiğinde genellikle sorunun doktor kaynaklı olduğunu düşünüp doğru teşhisi bulacak farklı doktor arayışına yönelirler. Oysa bazı psikolojik hastalıkların fiziksel belirtileri, kişileri bu anlamda yanıltabilir. Psikolojik Hastalıkların Fiziksel Belirtileri Nelerdir? Çok sıklıkla karşılaşılan psikolojik problemler, zaman zaman duygu durumun olumsuzluğundan ziyade fiziksel tepkimelerin farkındalığı ile keşfedilir. Bunun sebebi, gündelik hayatın zorluğu ve yıpratıcılığına alışılmışlık veya kötü hissiyatın hayatı tehdit etmediği düşünceleri olabilir. Ancak işin içine fiziksel rahatsızlıklar girince, kişiler hayatını tehdit altında hissedebilir ve eğer bir hastalığım varsa çözüme kavuşturayım diye düşünebilir. Tam da bu noktada kişi, psikolojik problemlerinin varlığıyla tanışabilir. Psikolojik hastalıkların fiziksel belirtileri ile ilgili olarak bazı örnekler aşağıdadır. Kişide aşırı karamsarlık, sürekli kendini sıkıntıda hissetmesi, yaşamdan hiç keyif almaması, değersizlik, suçluluk duyguları yaşanması gibi semptomlar sonrasında kişi depresyon belirtileri gösteriyor diyebiliriz. Ancak depresyonun aynı zamanda kol ve bacaklarda uyuşma hissi, aşırı uyku veya uyanıklık hali, iştah artışı, enerji kaybı, göğüs ağrısı, kas ve sırt ağrıları gibi fizyolojik semptomları da olabilir. Kronik kas ağrıları, yorgunluk, uykusuzluk, karıncalanma, nefes darlığı, çarpıntı gibi belirtiler gösteren fibromiyaljinin kaynağı da genellikle psikolojik sebeplere dayanmaktadır. Kaygı bozukluğu olarak adlandırılan anksiyete bozukluğu da kalp çarpıntısı, baş dönmesi, nefes almada zorluk gibi fizyolojik rahatsızlıklarla birlikte görülen psikolojik bir rahatsızlıktır. Hastalıkların Fiziksel Mi Psikolojik Mi Olduğunu Nasıl Anlarım? Bazı hastalıkların kökeni psikolojiktir ve fizyolojik semptomlar, esas rahatsızlığa eşlik eder. Bazı hastalıklar ise fizyolojiktir ve hastalık sebebiyle psikolojik sorunlar meydana gelmiş olabilir. Örneğin depresyonda olan bir kişi depresyon sebebiyle fizyolojik sorunlar yaşayabilir. Farklı olarak kanser hastası olduğunu öğrenen bir kişi, bu hastalık sebebiyle de depresyon yaşayabilir. Beden ve ruh sağlığımız tam anlamıyla bir bütündür. Birindeki rahatsızlık, diğerini de mutlaka etkileyecektir. Bu sebeple; hem fizyolojik hem psikolojik olarak destek almak, fiziksel sağlığımız için yaptırdığımız check-up gibi psikolojik sağlamlığımızı test etmek, bir sorunumuz varsa beklemeden mutlaka danışmanlık almak bu hayatı daha mutlu yaşamamızı sağlayacaktır. Siz de fizyolojik muayene ve tedavilerle sorunlarınızın çözümlerini bulamıyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden ya da +90 555 101 51 15 ve +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve psikolojik anlamda destek alabilirsiniz.
Aile İçi İletişimin Önemi
Çekirdek aile; iki bireyin birbirini severek evlenmesi ve takip eden zaman içinde çocuklarının dünyaya gelmesi ile büyümüş en küçük toplumsal yapıdır. Geniş aile ise, çekirdek aileye eklenen kadın ve erkeğin ailelerini de kapsar. Her iki grup da kendi içlerinde birbirini anlayabilme ve sağlıklı bir ilişki yürütebilme adına son derece pürüzsüz bir iletişim yolunu benimsemelidir. Geniş ailede oluşacak iletişim kopukluğu, çekirdek aileyi de etkileyebilir; çekirdek aile içinde oluşan bir iletişim sorunu da geniş ailede çok farklı problemlere sebep olabilir. Bu sebeple aile içi iletişim kavramı oldukça önem taşımaktadır. Aile İçi İletişim Nasıl Olmalıdır? Mutlu ve huzurlu bir yuva kurmanın en temel koşulu, iyi iletişim kurmaktan geçer. İlk olarak eşler arası iletişim sağlıklı temeller üzerine kurulmalıdır. Doğru iletişim kuran, empati yapabilen, kendi ihtiyaçlarını doğru şekilde ifade edebilen ve eşinin ihtiyaçlarını doğru anlayabilen çiftlerin kendi ilişkileri iyi olacağı gibi, çocuklarına da olumlu rol model olacaklardır. Ayrıca kendi aralarındaki iletişim iyi olduğundan çiftler arasındaki sorunlar da minimum seviyede olacaktır. Bu sorunsuzluk ortamında psikolojik açıdan kendini iyi hisseden çiftler; çocuklarına karşı daha sabırlı ve hoşgörülü olacaklardır. Yaşamlarının ilk yıllarında; doğru iletişim kurmayı öğrenen, sevgi ve ilgi ile büyüyen huzurlu çocuklar; gelecek yıllarda da özgüveni yüksek, sorunlarla baş edebilen, stres yönetimi yapabilen, öz saygı ve sevgisi yüksek, mutlu yetişkinler olarak yaşamlarına yön verebilirler. Yani aile içi iletişim çocuk üzerinde aktüel gelişim, zeka ve sosyal yönden etkilere sahiptir ve bu durum yaşam boyu devam eder. Çekirdek aile içerisindeki ilişki üzerinde iletişimin önemi büyüktür. Aynı durum geniş aile için de geçerlidir. Kadının ve erkeğin, kendi ailesi ve eşinin ailesi ile olan iletişimi aynı zamanda ailelerin birbirleri ile olan iletişimi; aile bireyleri ve özellikle çocuklar üzerinde etkilidir. Örneğin; bir kadın, eşinin ailesiyle iyi iletişim kuruyorsa, eşi de bu durumdan hoşnut olacaktır. Ancak gelin ya da damat ile kayınvalidenin kötü iletişimi, eşiyle olan ilişkisine ve dolaylı olarak çocuklarıyla olan iletişimine de yansıyacaktır. Aile İçi İletişimin Zayıf Olduğunu Nasıl Anlarım? – Birlikte geçirilmesi gereken zamanların bireysel geçirilmesi. Örn: Anne baba telefonlarıyla ilgilenirken çocuğun tablet izlemesi. – Empati yapılmaması, kişinin olaylara hep kendi penceresinden bakması. – Yalan söylenmesi. – Hep karşı taraftan fedakarlık beklenmesi. – Psikolojik veya fizyolojik şiddet olması. – Tartışmaların hakaret içermesi. – Güvenin olmaması, eş veya çocuğa hep şüphe ile yaklaşılması. – Aile bireyleriyle aşağılayıcı ve alaycı üslupla konuşulması. – Geçmişe takılı kalıp sürekli eski hataların öne çıkarılması, yapıcı olunmaması. – Kişinin eş ve çocuklarını kendi çıkarlarınca yönlendirmesi. Aile İçi İletişimi Nasıl Güçlendirebiliriz? Aile içi iletişimi güçlendirme yolları; – Aile içinde yaşanan her türlü durumda empati yapmak ve karşı tarafı anladığınızı ve yanında olduğunuzu hissettirmek. – Anda kalmak, aileyle birlikte kaliteli vakit geçirmek. – Çözüm odaklı olmak, sorunları olumlu şekilde çözmeye çalışmak. -Zaman zaman sürpriz ve hediyelerle aileyi mutlu etmek. – Ev içerisinde özgürce konuşabilmek, duygu ve düşünceleri dile getirebilmek. – Aile içerisinde herkesin birbirine saygı duyması. Aile içindeki doğru iletişim, hem sözlü hem de sözsüz olarak herkesin mutlu yaşayabileceği bir ortamı sağlar. Zayıf iletişimde ise, kişiler kendilerini değersiz hissederler. Bazı durumlarda güvenliklerinden dahi şüphe edebilirler. Mutsuz bireyler de mutsuz aileyi oluşturur ve çift arasındaki sorunlar anksiyete, panik atak, depresyon gibi bireysel problemlere davetiye çıkarır. Mutsuz ortamda büyüyen çocukta tüm hayatını etkileyecek problemler ortaya çıkabilir ve ergenlik döneminde, kimlik arayışı işin içine girdiğinde de bu durum, ciddi problemlerle kendini gösterebilir. Bu sebeple, eğer aile içi iletişimden kaynaklı problemler varsa mutlaka düzeltilmeli ve profesyonel destek alınmalıdır. Bu problem aşıldığında ortaya çıkabilecek diğer sorunlar da engellenecektir. Aile içi iletişimimiz iyi değil, profesyonel bir desteğe ihtiyacımız var diyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz.
Evlendim Ama Eşime Yaklaşamıyorum
Evlilik, kadın ve erkeğin hayatlarını birlikte paylaşmaya imza atmaları ile başlayan bir serüvendir. Bu serüven, bazı kişiler için aşk dolu bir sürecin güzel bir armağanı, bazı kişiler için ise zorunluluk ve dolayısıyla mevcut sorunlarından bir kaçıştır. Kişilerin çocukluk ve gençlik deneyimleri bu serüvende eşler arasındaki iletişim ve ilişkilerin de rollerini belirler. Bazı kişiler, sevdikleri insana cinsel anlamda yaklaşmakta sorun yaşarken, bazı kişiler ise zorla evlendiği kişiye yakınlık duymakta güçlük çeker ve evlendim ama eşime yaklaşamıyorum diye düşünürken, bunun zorluklarını da fazlasıyla yaşar. Eşler Arası Cinsel Sorunların Sebepleri Nelerdir? Cinsel sorunlar, geçmiş olumsuz yaşantılarla direkt olarak bağlantılıdır. -Çocukluk ve ergenlikte yaşanmış olan cinsel travmalar. -Ailelerin yanlış tutumları ile cinsellik konusunu utanç verici olarak anlatmaları. -Toplumda cinsellikle ilgili kadın ve erkeğe ayırıcı yaklaşımların olması. -Cinsellikle ilgili abartılı hikayeler. -Kişinin sevmediği biriyle evlenmiş olması veya zorla evlendirilmiş olması. -Cinsel deneyimsizlik ve o an ne yapacağını bilememesi. -Kişinin, eşini mutlu edemeyeceği düşünmesi. -Özgüven eksikliği. Aile baskısından kaçarak evlenmiş bir genç kız, yakınlık duymadığı biriyle mecbur kalarak evlendiğinde, ilişkiyi etkileyecek problemlerin de ortaya çıkmasına neden olacaktır. Aile baskısının temeli; toplumsal yaşamla ilgilidir. Toplumsal hayatta; kızların erkeklere yaklaşmaması, cinselliğin ayıp olması ve konuşulamayacak şekilde ayıplanması gibi yazılı olmayan kurallar, ailelerin bu çerçevede kız çocuklarını yetiştirme isteklerine neden olacaktır. Bu da kız çocukları üzerinde baskı sebebidir. Çocukluktan itibaren bu tür toplumsal normlar yüklenen kız çocuğu, özellikle daha özgürleştiği ergenlik döneminde; aile tarafından daha da fazla denetlenecektir. Birey; arkadaşlarıyla dışarı çıktığında ebeveyn tarafından neredeydin, kimlerleydin, ne yaptın? gibi sorgucu, kontrolcü davranışlar ile sıkça karşılaşmaktadırır. Kızın yaşı ilerledikçe bu tavırlar ve sorgulamaların sıklığı çoğunlukla artış gösterir. Hatta kişi, istemediği ve anlam veremediği yaptırımlarla da karşılaşabilir. Bu durumda genç kız; özgürlüğü, sevmese bile bir erkek ile evlenmek olarak düşünebilir ve karşısına çıkan ilk kişi ile evlenerek bu durumdan kaçış yolunu tercih edebilir. Bu durum adetlerini yerine getirmiş aile için mutluluk sebebidir. Ancak evlenen kız ailesinden uzaklaşmakla birlikte yeni sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. Evlendim ama eşime nasıl yaklaşacağım? Onu nasıl seveceğim ve cinsellik yaşayacağım? Bu süreç elbette kolay bir süreç değildir; bu yaşına dek cinselliğin ayıp sayıldığı, erkeklerle yan yana olmaması gerektiğini öğrenmiş ve pekiştirmiş bir genç kız için; evlendiği bu kişiye yaklaşması hiç de kolay olmayacaktır. Çok sevdiği ve cinsel anlamda yakın bulduğu biriyle evlenen başka bir kadın veya erkek birey; çocukken yaşadığı veya görüp olumsuz etkilendiği cinsel bir olay sonucu, eşine yaklaşmakta güçlük yaşayabilir. Çünkü yaşadığı o an, sürekli flash backler ile kendini gösterecektir. Sevdiği eşine bu sebeple yaklaşamıyor olması, çift arasında da sorun teşkil edebilir. Yine toplumsal normlar yüzünden uzun süre eşine yaklaşamayabilir. Bu durumların altında yatan pek çok cinsel problem de var olabilir. Cinsel problemler ile ilgili detaylı bilgi için cinsel sorunlar ve cinsel terapinin önemi konulu yazımızı okuyabilirsiniz. Eşler arasında var olan bu durum önemli bir problemdir ve eşlerin normal birlikteliklerine de olumsuz yönde etki ederken, bireysel olarak da problemlere neden olabilir. Eşler arasındaki bu uzaklık, üzerine düşülmediğinde daha da artar; buna bağlı olarak kişide depresyon, anksiyete, özgüven eksikliği gibi pek çok sorunu da beraberinde getirir. Hem çift hem bireysel olarak problemler çıkılmaz bir noktaya gelebilir. Eşler arasında bir bariyer varsa, altında yatan sebepler mutlaka araştırılmalı ve çözüme kavuşturulmalıdır. Kendi kendine geçmesini beklemek veya bu durumu normalleştirmek; sürecin daha da olumsuz ilerlemesine sebep olur. Bu sebeple çift ve aile danışmanlığı çerçevesinde destek almak; sürecin olumlu şekilde ilerlemesine büyük katkı sağlayacaktır. Eğer evlendim ancak eşime yaklaşamıyorum diye düşünüyor ve bu sorunu aşmak istiyorsanızwww.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Erkeklerde Sertleşme Sorunu Nedir? Sebepleri Nelerdir? Çözüme Nasıl Kavuşturulur?
İlişkilerde saygı, sevgi, hoşgörü, birlikte iyi vakit geçirmek kadar önemli bir unsur varsa; o da cinselliktir. Eşlerin cinsel açıdan birbirlerini tatmin edebilmesi, ilişkiyi güçlendirir ve çiftlerin mutluluğuna mutluluk katar. Ancak; bazı sebeplerden dolayı kadın ve erkeklerde cinsel sorunlar görülebilir. Kadınlarda görülen cinsel sorunlar, toplumun kadın ve erkek üzerinde belirlediği normlar çerçevesinde olağan olarak karşılanabilir ancak erkekte cinsel sorunlar olduğunda, yine bu normlar çerçevesinde erkek için gerçek anlamda sorun haline gelir ve bazen üzeri örtülmeye çalışılır. Ancak her iki durum da kesinlikle normalleştirilmemeli veya üzeri örtülmemelidir. Erkeklerde cinsel sorunların başında sertleşme sorunu yer alır. Cinsel hayatı olumsuz etkileyen bu problem, beraberinde pek çok sorunu da getirebilir. Erkeklerde Sertleşme Sorunu Nedir? Sebepleri Nelerdir? Erektil disfonksiyon olarak adlandırılan erkeklerde sertleşme sorunu; penetrasyon (cinsel birleşme) sırasında yeterli sertleşmenin sağlanamaması veya sürdürülememesi anlamına gelir. Bu durum; sağlıklı cinsel hayata sahip olan bireylerde de stres veya kaygı gibi durumlara bağlı olarak nadiren görülebilir. Ancak süreklilik arz ediyorsa sertleşme sorunu, hem kadın hem de erkek için sorun haline gelebilir. Erkek için oluşabilecek çift problemlerinin yanı sıra; kaygı, özgüven, depresyon gibi sorunlar da beraberinde gelebilir. Sertleşme sorununun nedenlerinden bazıları aşağıdaki gibidir; Erektil disfonksiyon bozukluğunun fizyolojik ve psikolojik olarak pek çok sebebi olabilir. Fizyolojik olarak kalp ve damar problemleri; sertleşme sorununa sebep olabildiği gibi, diyabet, obezite, kolestrol, alkol ve tütün kullanımı gibi sebepler de bu soruna sebep olabilir. Erkeklerde sertleşme sorununun psikolojik sebeplerinden bazıları da aşağıdadır; Partnerini memnun edememe kaygısı. Daha önce yaşanmış olan olumsuz cinsel deneyimler. Toplumda erkek cinselliği çerçevesinde erkeğe dayatılmış olan kimlik. Yoğun ve stresli yaşam. Cinsel anlamda çekici bulmadığı bir partner ile ilişki. Bu sebepler her ne olursa olsun, bireyin partneriyle arasında sorunlar oluşturabilir. Kişiyi, partnerini memnun edememe veya kendinde eksiklik olduğunu düşünmeye sevk edebilir. Sertleşme Sorunu Nasıl Çözüme Kavuşur? Uzun zamandır sertleşme sorunu ile karşı karşıya olan bir birey, öncelikle nedeninin fizyolojik bir sebepten kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için bir uzmana başvurmalıdır. Eğer fizyolojik bir durum yoksa, konu büyük olasılıkla psikolojiktir. Performans kaygısı, cinselliğin keyfini kaçıran bir durumdur. Cinsellik yalnızca birleşme anını kapsamaz. Ön sevişme süreci, kadın ve erkeğin hazır olduğunda birleşmesini sağlar. Çiftler; ön sevişmeye önem vermeli ve o büyülü anın akışına, duygusuna kendilerini bırakmalıdır. Çiftlerin cinsel içerikli konuları konuşabilmesi; karşılıklı olarak nelerden hoşlandıklarını anlamalarını sağlayacağından ve ilişkisi sırasındaki davranışlarını yönlendireceğinden, partneri mutlu edememe konusundaki kaygıyı azaltacaktır. Her şeyden önce kişinin kendine olan güvenini kaybetmemesi ve bu durumun düzelecek olduğunu düşünmeye odaklanması sürece olumlu yönde etki edecektir. Ancak bu durum kişinin partneriyle arasında sorunlara yol açıyor ve kendisine olan saygıyı zedeliyorsa; bir uzman tarafından değerlendirilmek ve sorunun kaynağını keşfetmek, sürece olumlu etki sağlayacaktır. Uzman; sorunun kaynağını tespit edebilir, kişiye partneriyle birlikte uygulayacağı yöntemler hakkında detaylı bilgiler verebilir ve sertleşme sorununun çözümüne büyük katkı sağlayabilir. Eğer sertleşme problemi konusunda psikolojik desteğe ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Ne Kadar Kazanırsam Kazanayım Diken Üzerindeyim
Hayatımızı devam ettirebilmemizin temel koşullarından biri, maddi kaynaklarımızdır. Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, gezdiğimiz her şey, bu kaynağa dayanıyor. Temel ihtiyaçlarımızdan tutun lüks tabiri ile adlandırdığımız, bizi iyi hissettiren ancak yaşamımız için şart olmayan her şeye; maddi kazançlarımız ile sahip olduğumuz bir dünya içerisindeyiz. Elbette daha iyiye sahip olabilmek, daha çok maddi gelir elde etmekten geçiyor. Ancak çoğu kişi, ne kadar kazanırsa kazansın maddi kaygı içerisinde yaşıyor. Geliri çok yüksek ya da orta ve düşük gelire sahip olanlar da bu sorun ile karşılaşabiliyor. Peki herkesin ortak sorunu olan bu problemi neden yaşıyoruz? Herkesin Ortak Sorunu: Maddi Kaygının Temelleri Her birey çocukluğundan itibaren; daha iyi eğitim almak, daha iyi meslek sahibi olmak, dolayısıyla daha iyi maddi gelir elde etmek için çalışır. Bu nedenle çocukluk ve gençlik dönemlerinin büyük kısmı maksimum donanıma sahip olmak için okulda geçirilir. Çocuklar, akademik ve sosyal gelişimlerini okul içerisinde tamamlarlar. Elde ettikleri bilgileri kanıtlamak üzere de pek çok sınavdan geçerler. Bu sınavlar, çocuklar için ayrıca bir kaygı sorunudur. Bu kaygı; sınavlardan kötü not elde etme, başarılı olamama, gelecekte iyi bir meslek sahibi olamama ve iyi gelir elde edememe korkusu ile oluşur. Yani aslında gelecek kaygısı ve maddi kaygı, çocukluktan itibaren hayatımızda var olan etmenlerdir. Birey, yetişkin olup meslek sahibi olduğunda ve kendi ayakları üzerinde durmaya başladığında ise kendine geliri çerçevesinde bir hayat inşa eder. Bu hayatta eğer kişinin gelir düzeyi yüksekse, çoğu zaman yaşam standartları da yüksek olur. İyi yemek, pahalı giyinmek, tatiller, lüks restaurantlar günlük hayat içerisindedir. Bu hayat standardı kişiyi öyle mutlu eder ki, bu standardın bir gün düşeceği ihtimali, kişi için büyük bir kaygı sebebidir. Birey, bugün iyi durumda olsa da; ‘’ gelecekte “ya bu düzenim bozulur da bugünkü rahatım giderse’’ diye endişelenir. Bu da aslında çocukluğumuzdan beri hayatımızda var olan gelecek kaygısıdır. Değişen dünya düzeni, savaşlar, enflasyon, siyasal gelişmeler gibi bizim elimizde olmayan sebepler; geliri yüksek kişilerde de var olan standardı alt üst edebilecek unsurlardır. O yüzden kişi, kendini hep diken üzerinde hisseder. Belki bugün, bazı ihtiyaçlarını kısarak, birikim yaparak geleceğini güvence altına alabilir ancak yine de huzursuzluk devam eder. Çünkü kaynaklarının bir gün kesileceği ve birikiminin sonlanacağı da yine ayrı bir kaygı sebebidir. Bir diğer taraftan bu durum, orta ve alt gelir seviyesine sahip kişilerde çok daha ağır bir tablo olarak karşımıza çıkar. Çünkü elde edilen gelir ile; ay sonuna yetişememe, temel ihtiyaçlarını karşılayamama, aile ve çocuklarına yetememe gibi ağır yükler; kişinin hayatını zorlamaktadır. Bugünü borç ile kurtarma, borçları nasıl ödeyeceği sıkıntısı yanında gelecek için birikim yapamama, yarını güvence altına alamama da bugünkü sıkıntılarla birlikte kişiyi psikolojik olarak hayli zorlayan sebeplerdir. Maddi Kaygının Kişiler Üzerindeki Etkileri Nelerdir? Gelir standardı ne olursa olsun, bireyin maddi anlamda kendini rahat hissedememe durumundan söz ettik. Bu durum kişiler üzerinde de psikolojik anlamda ciddi etkiler bırakır. Her bir kişi özelinde; bireysel psikolojik sağlamlık, geçmiş yaşantılar, travmalar; maddi kaygıların da düzeyini belirler. Örneğin; borçları sebebiyle evine haciz gelmiş bir aileyi ele alalım. Bu aile için geçim sıkıntısının yanı sıra, borç almak büyük bir travma halini alabilir. Aile; yaşadığı her gün, o günü hatırlayarak aynı olayı tekrar yaşamamak için sıkıntıya düşebilir. Bu gibi olaylara bağlı olarak kişilerde anksiyete, panik atak, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu gibi psikolojik problemler görülebilir. Bir başka örnek olarak maddi durumu bugün iyi olan, ancak çocukluğunda maddi geliri düşük ailede büyümüş bir bireyi düşünelim. Çocukluk döneminde isteyip de alamadığı bir oyuncağı, yarın ya durumum kötü olur da kendi çocuğuma alamazsam, ya aileme iyi bakamazsam gibi travmaları bugününe aktarabilir. Bu kişide yine depresyon, anksiyete, panik atak gibi bireysel psikolojik problemler görülebilir. Evli bireyler için maddi sıkıntılar, çift sorunu haline gelerek aralarında da pek çok soruna yol açabilir. Hayat, hiç kolay değil. Maddi kaygılar, hepimizin hayatını zorluyor elbet. Ancak hayat, sadece kaygılarla yaşamak için çok kısa. Maddi kaygıları minimize ederek, hayatın güzelliklerini keşfetmek, kendimize yapacağımız en güzel iyiliktir. Maddi kaygılarla baş edebilme ve hayatın diğer güzelliklerini fark edebilme noktasında uzman desteğine ihtiyacınız varsa, bize www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımız üzerinden ulaşabilirsiniz.
Platonik Misiniz Yoksa Saplantılı Mı?
Sevmek ve sevilmek, tüm insanların tattığı dünyanın en güzel duygularındandır. Sevginin karşılıklı olması, yolda birlikte yürünmesi ve hayatın tatlı acı her yanının birlikte kucaklanması; büyük bir şanstır. Ancak bu şans her defasında karşılıklı olamayabiliyor. Sevgi karşılıklı olmadığında genellikle diğer taraf kabulleniyor ve bir süre sonra ilişki ortamından uzaklaşarak farklı bir ilişki yaşayabiliyor. Ancak bazen, karşı tarafın ilgisi olmadığında bile, kişi sevgisinde ısrar ediyor olabilir. Platonik aşk olarak adlandırdığımız bu durum karşı taraftan herhangi bir beklenti olmadığı durumdur. Cinsellik geri plandadır. Sadece koşulsuz şartsız, karşılıksız sevgi söz konusudur ve hatta bazen bu sevgi öyle bir boyuta gelir ki saplantı halini alır. Kişi, günlük hayattan öyle kopuktur ki, yalnızca kişiye odaklı yaşar. Platonik ve Saplantılı Aşkın Belirtileri Nelerdir? Platonik aşkın en büyük belirtisi karşılığı olmamasını bilmesine rağmen beklenti içerisinde olmadan sürekli aklını kurcalayan bir kişinin varlığıdır. Diğer belirtileri aşağıdaki şekildedir; Karşı tarafın hiçbir ilgisi olmadığı halde sürekli olarak o kişiyi düşünmek. Aşık olduğu kişiyi sosyal medyada yakından takip etmek. Gündelik işlerine odaklanamamak. Başkasıyla birlikteliğini kabullenememek. Sürekli yakın çevresine o kişiyi anlatmak. İştah ve uyku problemleri yaşamak. Platonik aşk, saplantı halini aldığında ise işin içerisine beklenti girer. O kişiyi hayatına dahil etme hırsı, bu saplantının başlangıç noktasıdır. Akabinde bu amaca yönelik aksiyonlar başlar. Kişiyi etkilemeye çalışmak için konuşmaya çabası, bulunduğu ortamlara girmek, mesaj göndermek, takip etmek gibi davranışlarda bulunur. Elde edemediği her an aşka öfke de dahil olur. Bu noktada platonik aşk, saplantı halini almıştır. Saplantı halini almış platonik aşkın kökeninde çoğu zaman çocukluk hatta bebeklik dönemleri yatmaktadır. Bebeklik ve çocukluk döneminde bağlanma sorunları, platonik ve saplantılı aşkın en önemli nedenlerinden biridir. Bebeklik döneminde ebeveynleri veya bakım verenleri tarafından güvensiz ya da aşırı bağlanan bir birey, gelecekteki dönemde de birine karşılıksız yoğun duygular besleyebilir ve hatta bu durum takıntı halini alabilir. Bebeklik döneminde sevgi, ilgi ve öz bakım ihtiyaçları yeterince karşılanmamış bireyler, karşılıksız sevgi hissine alışkın yetişebiliyorlar. Bu durumun tam tersinde bebeklik ve çocukluk dönemlerinde ebeveynlerine aşırı bağlanmış bireylerlerde de; anne veya bakım veren kişiden kopamama, yanında olmadığında kendini güvende hissetmeme gibi duygular yaşadığından ileriki yıllarda da birine saplantılı olarak aşık olma ihtimali ortaya çıkmaktadır. Platonik veya saplantılı aşık olmak; hayatı zorlaştıran, gündelik yaşamı olumsuz yönde etkileyen zor bir süreçtir. Ancak bir uzman desteği ile bu süreçten kurtulmak mümkündür. Öncelikle geçmiş yaşantılarda olan esas problem çözünmeye başlanır. Sonrasında kişinin yaşantıları çerçevesinde platonik veya saplantılı aşktan özgürleşmeye yardımcı olunur. Eğer platonik veya saplantılı aşk, gündelik hayatınızı zorluyorsa profesyonel destek için www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Neden Sürekli Kendimi Başkalarıyla Kıyaslıyorum?
Dünyaya gözlerimizi açtığımız andan itibaren geldiğimiz yeni yeri tanımaya, anlamaya ve hayatta kalma güdüsü ile zorluklarla savaşma eğiliminde oluruz. Bize hayatı öğreten ilk öğretmenlerimiz de ebeveynlerimiz ve yakın çevremiz olur. Onların davranışlarını, olaylara verdikleri tepkileri gözlemler ve bize öğrettikleriyle harmanlayarak kendi kişisel özelliklerimizi oluştururuz. Oluşturduğumuz kişilik özelliklerimiz ile hayatımızı sürdürürken daha iyisini hayal ettiğimizde farkında bile olmadan kendimizi başkalarıyla kıyaslarız. Peki neden kendimizi başkalarıyla kıyaslama eğiliminde oluruz? Neden kendimizi başkalarıyla kıyaslarız? Bu giysi Ayşe’de çok güzel duruyordu bende neden güzel durmadı? Ahmet 100 almış, ben neden 50 aldım? Ben de Mine gibi çalışmalıyım. Bu sözler, kendimizi farkında olarak veya olmayarak diğer kişiler ile kendimizi kıyasladığımız sözlerdir. Kendi eksikliklerimizin başkalarında olmadığını düşünerek kendimize de o kişide olan özellikleri yüklememiz söz konusudur. Geçmiş yaşantılarımıza baktığımızda, hayatı tanıma evremizde ebeveynlerimiz, bize nasıl olmamız gerektiğini veya onlar gözünde olunması gereken kişi profilini bizlere anlatmalarının en kolay yolu, çoğu zaman referans göstermektir. Çocukken ‘’bak sen düşünce ağlıyorsun ama Ayşe ağlamıyor, sen neden bu duruma bağırıyorsun, Ahmet hiç bağırıyor mu? Sen neden kötü not aldın bak Mine kaç almış…’’ gibi cümlelerle hep farklı kişilerle kıyaslanmışızdır. Zayıf olduğumuz yönler eleştirilmiş, kabul edilmemiş ve ne yazık ki başkaları ile örneklendirilerek ideal kişiler önümüze sunulmuştur. Oysa herkes olduğu gibidir ve bu şekilde kabul edilmelidir. Kimisinin spora, kimisinin müziğe ilgisi vardır. Müziğe ilgisi olmayan bir çocuğa ebeveynlerinin idealleri doğrultusunda başarılı olunan kişiyi göstermeleri, birey için zorlayıcıdır. Kişi, ebeveynleri önüne sunduğu için bu durumu hayatına uyarlamak zorunda hisseder kendini. Müzik konusunda da, tıpkı diğer kişi gibi başarılı olabilmek için mücadele etmeye çalışır. Başarılı olunamayınca da yaşanılan his genellikle kıskançlıktır. Kişi, kıskançlık hissi ile hep kendinde olmayan ancak farklı kişilerde olan özelliklere özenir. Aslında olması gereken, kıyaslamak veya kıyaslanmak yerine mevcut durumu kabul etmek ve başkalarının başarılarını takdir etmektir. Çocukluktan itibaren aşılanmış olan bu durumu aşabilmek için durumu kabullenmek, kişinin kendi sınırlarını keşfetmesi ve yapabileceklerini kendi potansiyeli ile değerlendirmesi gerekmektedir. Eğer siz de kendinizi sürekli başkalarıyla kıyaslıyorsanız ve bu durum sizin mutluluğunuzun önüne set çekiyorsa, geçmiş yaşantılarınızdaki olumsuzlukları keşfetmek ve gelecekteki yaşamınızı kendi sınırlarınız ve özgürlüğünüz çerçevesinde yaşamanız için bir uzman görüşü alabilirsiniz. Uzman görüş ve desteği için bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz.