Yetişkin

Terk Edilme Korkusu Nasıl Yenilir?

Terk edilme korkusu, modern ilişkilerin görünmez zinciridir ve pek çok kişinin duygusal hayatını gölgeleyebilir. Bu korku, insanları derinden etkileyerek hem kişisel gelişimlerini hem de ilişkilerini zedeleyebilir. Terk edilme korkusunu yenmek, sağlıklı ve mutlu ilişkiler kurabilmenin kapısını açan bir anahtar niteliğindedir diyebiliriz. Peki, bu korkuyla nasıl başa çıkabiliriz? Terk edilme korkusunu yenmek için atabileceğiniz adımlara birlikte bakalım. Terk Edilme Korkusunun Nedenleri Çocukluk Dönemi Travmaları Terk edilme korkusunun kökenleri genellikle çocukluk dönemine dayanır. Ebeveynler tarafından ihmal edilme, terk edilme, sevilen bir kişinin kaybı veya sevgi eksikliği gibi deneyimler, ilerleyen yaşlarda bu korkunun gelişmesine neden olabilir. Bu nedenle, çocukluk döneminde yaşanan travmaları anlamak ve bu konuda profesyonel yardım almak önemlidir. Düşük Öz saygı ve Güvensizlik Düşük öz saygı ve güvensizlik de terk edilme korkusunun başlıca nedenlerindendir. Kişinin kendine olan güven eksikliği, ilişkilerde sürekli olarak terk edilme endişesi yaşamasına yol açabilir. Bu durum, hem kişinin kendine olan saygısını hem de ilişkilerini olumsuz etkiler. Terk Edilme Korkusunu Yenmenin Yolları 1. Profesyonel Yardım Almak Terk edilme korkusunu yenmek için en etkili yollardan biri, bir psikologdan yardım almaktır. Uzmanlar, korkularınızın kökenini anlamanıza ve bu korkularla başa çıkma stratejileri geliştirmenize yardımcı olabilir. Terapi süreci, bilinçaltında yatan travmaların çözülmesini ve sağlıklı bir öz saygı geliştirilmesini sağlar. 2. Kendinizi Tanımak ve Kabullenmek Kendinizi tanımak ve kabullenmek, terk edilme korkusunu yenmenin önemli bir adımıdır. Güçlü ve zayıf yönlerinizi keşfederek bu yönlerinizle barışabilirsiniz. Kendinize değer verdiğinizde, terk edilme korkusuyla başa çıkmanız daha kolay olacaktır. 3. Sağlıklı İletişim Kurmak İlişkilerde sağlıklı iletişim, terk edilme korkusunu azaltma yolunda atabileceğiniz önemli adımlardandır. Duygularınızı ve düşüncelerinizi açık bir şekilde ifade edip partnerinizle güven temelli bir ilişki kurabilirsiniz. İletişim eksikliği, yanlış anlaşılmalara ve güvensizliklere yol açabilir. Bu nedenle, açık ve dürüst bir iletişim kurmaya özen gösterin. 4. Geçmişi Geride Bırakmak Geçmişte yaşanan olumsuz deneyimlere takılı kalmak, mevcut ilişkilerinizi olumsuz etkileyebilir. Geçmişi bırakmak ve anı yaşamak, terk edilme korkusunu yenmek için önemlidir. Geçmişteki deneyimlerden ders çıkarmak gerekir elbette, ancak bu deneyimlerin şu anki ilişkilerinizi yönetmesine izin vermeyin. Geçmişinizde aşmakta güçlük çektiğiniz deneyimlerle ilgili olarak da bir uzman desteğine başvurabilirsiniz. 5. Kendinize Zaman Ayırmak Kendinize zaman ayırmak, kendi ihtiyaçlarınızı ve isteklerinizi anlamanıza yardımcı olabilir. Kendi başınıza zaman geçirmek, bağımsızlığınızı ve öz güveninizi artırır. Bu da terk edilme korkusuyla başa çıkmanızda size güç verecektir. Terk edilme korkusu, doğru adımlar atıldığında yenilebilir bir durumdur. Profesyonel yardım almak, kendinizi tanımak ve sağlıklı iletişim kurmak bu süreçte size yardımcı olacak temel adımlardır. Unutmayın, herkesin değeri vardır ve siz de sağlıklı ve mutlu ilişkileri hak ediyorsunuz. Kendi değerinizi anlayarak terk edilme korkusunun gölgesinden uzaklaşmaya hazırsanız bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.

Projeksiyon Yani Psikolojide Yansıtmaya Dair

Her bireyin sevdiği özellikleri de vardır sevmediği özellikleri de.  Örneğin; özgüveni yüksek olan ve bununla gurur duyan bir birey, aşırı tez canlılığı yüzünden hata yapıyor ve bu özelliğinden hiç hoşlanmıyor olabilir. Kişi, sevdiği bu özelliğini dışa vururken hatalara sebep olan tezcanlılık özelliğini sevmiyor ve kabullenmiyor olabilir. Tam da bu noktada tezcanlılığın sebep olduğu o sabırsız ve aceleci davranışlar, sanki bir başkasında varmış gibi ortalığa saçması; yansıtma yani psikolojide projeksiyon olarak tanımlanır. Bu durum tamamen bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkar ve bu bireyler, sorunların kendinde değil kendi dışındaki nedenlere bağlı olduğuna inanırlar.   Projeksiyonun Ortaya Çıkma Sebepleri Nelerdir? Kişide strese sebep olan, içinde bulunduğu durumdan uzaklaşmak istediği anlarda bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkan projeksiyon; aslında olumsuz durumlarda benlik bütünlüğünü sağlamak amacıyla oluşur.  Kişi; suçlu, başarısız, hatalı veya eksik olduğunu hissettiği  düşünce ve davranışları başkalarının üzerine atarak o düşünce veya davranışı sanki kendine ait değilmiş gibi varsayar. Örneğin; satış departmanında işe giren bir kişinin, birkaç ayda hedeflerini tutturamaması üzerine, performansını düşünmesi yerine ekonominin kötü olması ya da ülkenin iyi yönetilememesi gibi sorunları yansıtması; psikolojide projeksiyona iyi bir örnektir. Kişi, kötü bir satışçı olduğunu kabul etmeyerek bu durumu ülke ekonomisine yansıtmıştır. Bu durumda da psikolojik olarak kendini korumaya almıştır. Bir başka örnek olarak, karısını aldatan bir kişinin karısının davranışlarının kendisini bu duruma düşürdüğünü vurgulaması da, projeksiyona romantik ilişkiler çerçevesinde bir örnektir. Veya aldatma arzusunu bastırmakta zorlanan bir kişinin, partnerinin-eşinin kendisini aldattığı takıntısına kapılması da bir yansıtma örneğidir.

Projeksiyonu narsisist kişilik bozukluğuna sahip kişiler de çok kullanmaktadır. Bu kişiler genellikle; empatiden uzak, küçümseyici, suçlayıcı davranışlar sergilerler. Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip kişilere bu davranışlara sahip olduğu dile getirildiğinde; genellikle esas suçun karşı tarafta olduğu, karşıda hata olduğu için bu davranışları sergilediklerini ifade ederler. Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerde bu düşünce ve davranışlar fazlaca görülür, kendilerini hep mükemmel olarak özümsedikleri için hata yapma ihtimalleri yoktur; ortada bir hata veya suç varsa kaynağı hep karşı taraf veya dış etmenlerdir.   Eğer gündelik yaşamda sürekli olarak yansıtma yapıyorsanız ve bu durum hayatınızı ve ilişkilerinizi zedeliyorsa bir uzmandan destek alabilirsiniz. Bizimlewww.psikolojiantalya.com adresinden ya da +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.  

Terapötik İlişki ve Önemi

İlişkiler, bireylerin bağlantı kurmasına yarayan en önemli unsurdur. Aynı zamanda ilişkiler, insan hayatına yön vererek hayatı kökünden değiştirebilecek güce sahiptir. Sosyal hayatımızda yer edinen ilişkilerimiz aynı zamanda profesyonel hayatımızda da önemli bir büyüklüğe sahiptir. İlişkilerin pek çok çeşidi vardır ve bunlardan biri arkadaşlarımız veya ailemiz ile kurduğumuz sosyal ilişkidir. Bu ilişki türü duygulara yöneliktir. Ancak ilişkiler yalnızca duygulara yönelik olmaz. Profesyonel hayatta bireylerin hayatına pozitif yönde etki etmek adına kurulan bir ilişki türü olan terapötik ilişki, bireylerin psikolojik problemlerinin çözümü doğrultusunda danışan ile danışman arasında kurulan özel bir ilişkidir. Bu özel ilişki, iki tarafın da birbirini tanıması, danışmanın danışanın sorunlarının çözümü için belirleyeceği en iyi yolları güven ve dayanışma içerisinde sürdürmesidir.   Terapötik İlişki Nasıl Kurulmalıdır? Terapötik İlişkinin Kuralları Nelerdir? Terapötik ilişki için aynı zamanda kişinin sosyal hayatında kurduğu ilişkiden bağımsız olarak kurulan profesyonel bir ilişki türü denebilir. Danışman ile sağlıklı bir ilişki kurulması için kişinin kendini açık ve özgürce ifade etmesi çok önemlidir. Öte yandan terapötik ilişki, belirli etik kurallar etrafına çerçevelenmesi gereken, mahremiyetin önemli olduğu bir ilişkidir. İlişkinin kurulmasındaki amaç; danışmanın, danışan kişinin iç dünyasını keşfetmesi ve sorunlarına odaklanarak kişinin farkındalığını artırması yönündedir. Bu ilişkinin filizlenebilmesi için uyulması gerekli çok önemli unsurları içinde barındırır.   Bunlardan bazıları şunlardır; -Terapist terapi süresince danışanın kendisi dışında ailesinden yakınlarından ya da arkadaşlarından kişilerle danışanın bilgisi ve izni olmadan görüşmez. -Terapist ile seans saatleri dışında acil durumlar dışında ilişki kurulmaz. -Terapist hediye kabul etmez. (Hediye verme gibi eylemler kendini gösterdiğinde bunlar terapi süreci çerçevesinde anlamlandırılmaya çalışılır.) – Terapist sosyal ortamlarda ve sosyal ilişkiler içinde danışan ile birlikte yer almaz. Hatta dış ortamlarda rastlanıldığında danışanın gizlilik kuralı çerçevesinde güvenliği uyarınca selamlaşma ve konuşma ortamından uzak kalmak terapistin eğilimi olacaktır. – Terapist terapisini yürüttüğü danışanın yakını olan birinin terapisinin sorumluluğunu üstlenmez. -Terapinin yapılacağı zaman diliminin önceden belirlenmiş olması, -Görüşmenin terapiye uygun ve dikkat dağıtmayacak bir oda içinde gerçekleşmesi gibi detaylar çok mühimdir. Terapötik ilişki içerisinde gizlilik çok önemlidir. Danışmanın sorunlara tarafsızca ve sonuç odaklı yaklaşması çok önemlidir. Terapötik ilişki; sosyal ilişkilerde olduğu gibi bir samimiyet içermez. Bu sebeple de özel hayatta görüşülen kişilerle danışman dahi olsa seans yapılmamalıdır. Tamamiyle profesyonel, sonuç odaklı, güven çerçevesi içerisinde ve yalnızca danışan ile danışman rollerinde olunmalıdır.   Terapötik İlişkinin İletişim Teknikleri Nelerdir? -Yakından İlgilenme: Danışman; danışanının düşüncelerinin önemli olduğunu ona hissettirmelidir. Bu, yakından ilgilenme tekniği ile gerçekleştirilir. Danışanın kendine güveninin artması, daha özgürce konuşması için danışan ile yakından ilgilenmek çok önemlidir. -Konuşmaya Açık Davet: Danışmanın danışana açık uçlu sorular sormasıyla danışanının kendisine açılmasını ve konuları açıkça anlatmasını sağlamaya yarayan bir yöntemdir. Danışman ne kadar açık uçlu sorular sorarsa, danışanı da anlatmak istediği konuyu geniş perspektifte anlatabilir. Danışanın kaygılarını ve korkularını ortaya çıkartmak için bu teknik çok önemlidir. Danışmanın “Bu size nasıl hissettiriyor?” ya da “Bu düşünceler size neyi çağrıştırıyor?” gibi açık uçlu soruları sorması, danışanın verimli bir danışmanlık deneyimi geçirmesi için önemli parçalardır. -Asgari Düzeyde Teşvik: Danışmanın daha az konuşup, danışanın daha fazla konuştuğu tekniktir. Bu teknikte danışman, konuşmasını minimum derecede tutarak danışanı daha fazla konuşmaya teşvik etmeyi amaçlar. Arada anahtar kelimeler söyleyerek danışanın konuşmasını destekler. Bu şekilde danışan, anlattığı konularda daha açık ve detaylı olabilir. -İçeriğin Yansıtılması: Danışanın anlattığı olayların ona geri yansıtılması tekniğidir. Bu sayede danışan, danışmanının onu dinlediğini anlar ve düşüncelerini daha net ifade edebilir. -Sessizlik: Sessizlik; her ilişkide önemli olduğu gibi, terapötik ilişkide de önemlidir. Danışman bazen sessiz kalarak danışanının düşüncelerini toparlamasına, kendi iç dünyasında düşüncelerini daha belirgin hale getirmesine yardımcı olur.   Terapötik ilişki, danışman ile danışan arasında; gizlilik, güven ve mahremiyet konuları çerçevesinde oluşan bir bağdır. Danışanın kendini güvende hissetmesi, özgürce konuşabilmesi ve kendi iç dünyasını yansıtabilmesi problemlerinin çözümü açısından çok önemlidir.   Eğer siz de herhangi bir konuda profesyonel desteğe ihtiyaç duyuyorsanız profesyonel ekibimizle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Bastırılmış Duygularla Tanışmak ve O Duyguları Serbest Bırakmak

Hayatımızı duygu, düşünce ve eylemlerle yönetiriz. Duygularımız, bizi ihtiyaçlarımıza yönelten, motive eden psikofizyolojik bir değişimdir.  Bu hisler dış yaşamın tehlikelerinden bizi korurken, sosyal ilişkilerimizdeki tutumlarımıza ve hayatımıza yön verir. Tecrübe ve deneyimlerin de katkılarıyla benzer durumlara karşı bize yaşanmış olan duyguları hatırlatarak olumlu ve olumsuz referans sağlar. Tüm bu his özgeçmişimiz düşünce ve davranışlarımıza işlenir. Öfkesinden nefretine, mutluluktan üzüntüsüne kadar yaşıyor olduğumuz tüm duygularımız oldukça sağlıklıdır ve hayatımıza kılavuzluk ederler. Ancak yaşamımızda bu denli normal olan bu duyguları bastırmak, yaşayamadan bedende tutsak kalmasına sebep olur.   Duyguları Bastırmak Ne Demektir? İnsanların duygularını en yoğun olarak bastırdıkları ve bu duygular ile sonraki hayatlarına en çok şekil verdikleri dönem, çocukluk dönemidir. Toplumsal normlar etrafında çevrelenen durumlar, birey henüz çocukken en başta ebeveynler daha sonra da yakın çevre tarafından aşılanan düşünceler ile o an yaşanan duygunun aslında yaşanmaması gerektiğini kişiye öğretir. Çocuk, çevresinden bu durumu bilinçli veya bilinçsiz olarak öğrenir. Eve misafirliğe gelen bir çocuk, ev sahibi olan çocuğun en sevdiği oyuncağını kırması ve ev sahibi çocuğun ağlaması bu duruma çok güzel bir örnektir. Çünkü çok üzüldü ve sevdiği bir oyuncağı kaybetti. Anne ve babası da çok sevdiği oyuncağın kırılması karşısında üzülmesinin normal olduğunu tamir edebileceklerini veya yenisini alabileceklerini söylemesi yerine: ‘’Ayıp olur, misafirlerin yanında bağırılmaz, ağlamayı kes.’’ gibi tepkilerde bulunduğunda çocuk, bu üzüntü duygusunu bastırmaya çalışır. Aynı anda oyuncağı kıran çocuğun ağladığı için onunla alay etmesi de ev sahibi çocuğun üzüntü duygusunu etkileyecektir. Böylece yaşanan bu tecrübe alay ile beraberinde gelen üzüntü duygusunun çocuğa bastırılması gereken bir duygu olduğunu öğretecektir. Çocukluktan başlayan ve yıllar geçtikçe elde edilen düşünce tabakasının duygulara etkisi, bastırılmış duygular olarak karşımıza çıkar ve bir noktadan sonra taşabilir. Bu taşma durumları bazen yanlışlıkla söylenilen sözlerde, yapılan küçük hareketlerde veya rüyalarda kendini gösterebilir. Bu bastırılmış duygular size ilk başta yabancı hisler olarak gözükebilir. Ancak bu duyguların hayatın içerisinde roller oynadığını fark ettikçe bazı bastırılmış duygu ve düşüncelerin neler olduğu anlaşılabilir.   Özellikle en çok bastırılan duygular olumsuz duygulardır. Aşağıdaki bazı cümleler, yaşanan duyguyu bastırma ve o duygudan ‘’kurtulmak’’ için çevreden duyulanlara örnektir: -Sahip olduklarına şükretmelisin -Daha kötüsü olabilirdi -Nankör olma -Üzgün olmayı bırak – Sakinleşmelisin   Bastırılmış ve bedende kalmış duyguları serbest bırakmak için; olaylara verilen tepkiler ve hissedilen duygular fark edilmeli, özümsenmeli ve bilincin derinliğine saklanan durumlar etraflıca düşünülmelidir. Eğer bu durumu kendinizde farkediyorsanız bir uzmana başvurabilirsiniz.   Bizewww.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.  

Kimseyle Yakınlık Kuramamak Geçmişinizde Saklı

‘’Ben yalnızlığı seviyorum, birine bağlanmak dünyanın en zor işi, mesafe her zaman iyidir, birine sarılmak anlamsız geliyor…’’ Bu ve benzeri cümleler, çoğu insanın hayatında “mesafeli” olarak adlandırdığı kişilerden duyduğu cümlelerdir. Ancak bu cümleleri sarf eden kişiler, karşı tarafla ne kadar yakınlık kurmak isteseler de genellikle ellerinde olmayan sebeplerden dolayı yakınlık kuramazlar. Yakınlık korkusu adı verilen bu psikolojik sorunun kökeninde, kişinin geçmiş yaşantıları yatıyor olabilir. Geçmiş yaşantıların kişi üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler, kişinin kendisini başkalarından gelen yakın ilişki taleplerine kapatmasına ve onlardan uzaklaşmasına sebep olabilir.   Yakınlık Korkusu Sebepleri Nelerdir? Yakınlık korkusu sebepleri genelde çocukluk dönemlerine dayanır. Yakınlık korkusunu doğuran nedenlerden bazıları; – Yaşanmış olan bir travma – Cinsel veya fiziksel istismar –  Çocukken ebeveynlerin sevgi ve ilgiden mahrum bırakması – Yaşanmış olan kayıplar – Yakınlarındaki kişilerden birinin ağır rahatsızlığı – Terk edilme   Yukarıda sıralamış olduğumuz sebepler, bireyin kişilerle arasına set çekmesine ve yalnızlık korkusu yaşamasına neden olabilir. Örneğin; Soğuk, çekingen veya mesafeli görünen bir kişi, aslında çocukluk yıllarında annesinden sevgi görmemiştir ve yetişkinliğinde de mahrum olduğu bu sevgiyi dışarı yansıtmayı başaramadığı için dışarıdan bu şekilde görünüyor olabilir.  
Çocuk yaşta ebeveynlerinden birinin kaybını yaşamış olan bir birey, yaşadığı büyük acıyı tekrar yaşamamak için herhangi birine yakınlık duymak istemeyebilir. Yaşayacağı olası kayba karşılık bir savunma mekanizması olarak bu durum ortaya çıkmış olabilir. Yakınlık Korkusu; romantik ve sosyal ilişkilerin tümünde veya yalnızca birinde gerçekleşebilir. Bunu belirleyen hususlar tamamen kişinin yaşantıları ile şekillenmektedir. Yaşanmış olan bu olumsuz durumların günümüze yansımaları, profesyonel destek ile çözüme kavuşabilir.   Yakınlık korkunuz var veya bir tanıdığınız için profesyonel destek almak istiyorsanız www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Travma Kuşaklar Arası Aktarılır Mı?

Hayatta yaşanmış olan bazı olaylar kişiye öyle ağır gelir ki, kişinin bu olaylarla başa çıkması oldukça zordur. Başa çıkmakta zorluk yaşadığımız, hayatımızı derinden etkileyen, her an hatırımızda bulunan olayları psikolojide travma olarak adlandırmaktayız. Travmalar öyle sarsıcıdır ki her an sanki travma anını yaşıyormuşuz gibi kendimizi tehlikede hissederiz. Yaşam, o an üzerinden devam eder, yaşanan olay sürekli zihni meşgul eder ve sanki nefes alamıyor gibi hissederiz. Ancak bazen, ‘’bunu ben değil anneannem yaşamıştı, neden sanki ben yaşamışım gibi hissediyorum.’’ Gibi cümleler aklımızı karıştırır. Tam da bu noktada travma kuşaklar arası aktarılır mı? Sorusu gün yüzüne çıkar.   Kuşaklar Arası Travma Nasıl Aktarılır? Çocukluk dönemi; hayatı öğrendiğimiz dönemdir. Bu dönemde ebeveyn ve bakım verenlerin hayatı çocuğa anlatma biçimi; çocuğun hayata bakışı, düşünce ve davranışlarına da büyük ölçüde yön verir. Ebeveyn veya bakım veren kişilerin yaşamış olduğu bir travma varsa, travmayı çağrıştıran bir durumda verdiği tepkileri çocuk da sosyal öğrenme yolu ile öğrenecek ve travmayı birebir yaşamasa bile sanki yaşamış gibi tepkiler verecektir. Örneğin; çocukluk veya ergenlik dönemlerinde cinsel travma yaşamış bir anne, ileriki dönemde kız çocuğu olduğunda kızını korumak için karşı cinsle olan arkadaşlıklarını kısıtlama eğiliminde olabilir, cinsellik konusunda baskı uygulayabilir. Baskılanan kız çocuğunda da tıpkı annesinde olduğu gibi vajinismus problemi yaşanabilir.   Bir diğer örnek ise; bir trafik kazasında yakınını kaybetmiş olan bir bireyin, trafikte veya karşıya geçerken verdiği aşırı tepkiler çocuğunda da görülebilir. 

Genel olarak da ağır travma yaşamış olan bir birey travmanın etkisi altında; daha stresli, gergin, tahammülsüz olabilir, ani çıkışlar yapabilir. Böyle bir durumda, çocuğu da kendini sebepsiz yere stresli ve gergin hissedebilir, durumlara tıpkı ebeveyni gibi fevri davranışlarda bulunarak tepkiler verebilir. Bu ortamda büyümüş ve yetişkinliğe erişmiş olan bir bireyin de davranışları büyük oranda ebeveynlerininki gibi olacak ve onun çocukları da travma yaşamasalar dahi yaşamış gibi tepki vereceklerdir. Böylelikle kuşaklar arası travma aktarımı gerçekleşecektir.   Ayrıca travmalar epigenetik olarak da kuşaktan kuşağa aktarılabilmektedir. DNA ların üzerinde birer şapka gibi duran epigenetik yapılar. Uygun ortam ve durumlarda aktifleşebilmektedirler. Epigenetik değişiklikler, değişemeyecek yapıda olan DNA’larımızın çevresel faktörlere, dinamik ve değişebilen yanıtlar vermesini sağlıyorlar. Ayrıca travmalara bağlı oluşan negatif yöndeki değişikliklerin pozitif bir şekilde de değiştirilebileceğini de gösteriyorlar. Travmanın kuşaklar arası aktarımını durdurmak mümkündür. Eğer yaşamış olduğunuz bir travmanız varsa veya hiç yaşamamış olmanıza karşın aktarım yoluyla travma yaşamış gibi tepkiler veriyorsanız, bir uzmana danışarak travmanın veya vermiş olduğunuz tepkilerin kökenini bulabilir ve çözüme kavuşturarak aktarımı da durdurabilirsiniz.   Uzman görüş ve desteği için bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

İlişkileri Öldüren Şey ‘Dinlenilmiyorum’

  İnsan doğası gereği iletişim kurmak ve etkileşim yaratmak üzerine inşa edilmiştir. Bireyler arası kurulan iletişim ise, her kişi özelinde psikolojik ve fizyolojik açıdan olumlu ve olumsuz etkiler bırakır.   Aile, eş, arkadaş, öğretmen, öğrenci, meslek gibi gündelik yaşamda kurulan her bir iletişim; kişiler üzerinde farklı izler bırakabilir. Annenin çocuğuna onu sevdiğini söylemesi, olumlu ve yapıcı yaklaşması; çocuk psikolojisi üzerinde olumlu etkiler bırakırken; sürekli bağıran, sevgi sözcükleri sarf etmeyen bir annenin çocuğu üzerindeki etkiler ise olumsuz yönde olacaktır. Etkili bir iletişim sohbet edebilmekten geçer. Etkili bir sohbet ise kendini açabilme, karşı tarafla da ilgilenilen ve her iki tarafın dinlenildiğini hissettiği, duygu ve düşünce alış verişlerinin yapıldığı konuşmadır. Eşlerin iletişiminin sıcak ve samimi olması, bir kahve eşliğinde bile güzel vakit geçirebiliyor olmaları; her iki tarafında bireysel ve çift olarak psikolojilerini olumlu yönde etkileyecektir. Ancak aksi şekilde yargılayan, baskılayan, eleştiren, kötü söz söylenen bir ilişkide; bireysel ve çift olarak psikolojilerine büyük zararlar ortaya çıkması kaçınılmazdır. Yolda yürürken dahi tesadüfen konuşmaya başladığınız ama sıcak ve samimi küçük bir diyalog bile güzel hisler bırakır.   Aslında bunların tümü kabul görmekle ilgilidir. Yargısız, yansız ve yüksüz kabul görmek herkese çok iyi gelir. Herkesin üzüntü, dert, keder, mutluluk gibi onlarca duygu içeren pek çok yaşanmışlığı vardır. Tüm bu duygular, kabul görülen birileri tarafından dinlendiğinde kişi kendini açabildiği için rahatlamış hisseder. Sizi dinleyen birilerinin varlığı iyileştirir. Üstelik bu durumun psikolojik olumlu yanlarının yanı sıra; beyin sağlığı üzerindeki iyileştirici etkileri de yapılan araştırmalarla desteklenmiştir. Özellikle yetişkinlikteki etkileşimler; beynin yaşlanması ve Alzheimer hastalarının hastalık belirtilerini geciktirici olduğu öne sürülüyor. Dinlenilen bireylerin, dinlenmeyen bireylere oranla daha yüksek bilinç yaşı gösterdiği konusu da, bir diğer öne sürülen tezdir.   Yani yargılanmadan, tam kabulle dinlenilmek; hem psikolojik sağlığımıza hem de fizyolojik sağlığımıza iyi gelir, bizi iyileştirir. Ancak bazen, bir uzman tarafından dinlenilmek ve desteklenmek; psikolojimize iyi gelir. Bu durumda www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Dissosiyatif Çoklu Kişilik Bozukluğu

  Dissosiyatif çoklu kişilik bozukluğu olarak adlandırılan psikolojik rahatsızlık; bireyin öz kişiliği dışında farklı kişiliklerinin var olması ve her bir kişilik özelinde farklı bir birey gibi davranışlar göstermesi problemidir. Çoklu kişilik bozukluğuna sahip kişilerin geçmiş yaşantılarında yaşamış olduğu travma veya olumsuz yaşantılar, zihnin bölünmesine sebep olur. Bu sebeple de alter adı verilen diğer kişilikler meydana çıkar.

Çoklu kişilik bozukluğunda; her bir kişiliğin farklı karakterleri dolayısıyla farklı davranışları, farklı yaşantıları hatta farklı yetenekleri vardır. Bir alter kişiliği çok iyi dans edebilirken diğer bir alter kişiliği çok iyi resim yapabilir. Bu psikolojik rahatsızlığı bazı kişiler hafif yaşarken bazı kişiler çok ciddi boyutlarda yaşayabilir.   Dissosiyatif Çoklu Kişilik Bozukluğu Nedenleri Nelerdir? Çoklu kişilik bozukluğunun sebepleri genellikle ciddi ve tekrarlayan travmatik olaylardır. Aşağıda bu sebeplerden bazıları yer almaktadır. – Çocuklukta yaşanan fiziksel, cinsel veya duygusal istismar – Aile içi şiddet, ağır kazalar, savaş gibi travmatik deneyimler – Çocuklukta yoğun olarak şiddete maruz kalmak – Uzun süreli yoğun stres, ciddi kayıplar, sürekli zorlayıcı yaşam koşulları – Şahit olunan veya yaşanan fiziksel, psikolojik büyük travmatik olaylar – Genetik yatkınlık ve ailede görülen bir ruh sağlığı sorunu Genel olarak baktığımızda çocukluktaki olumsuz yaşantıların bu duruma sebep olduğunu söylemek mümkündür. Bu kişilik bozukluğunun görülme sıklığı, erkeklere oranla kadınlarda daha fazladır.   Dissosiyatif Çoklu Kişilik Bozukluğunun Belirtileri Nelerdir? Dissosiyatif çoklu kişilik bozukluğunda, alter adı verilen diğer kişilikler devreye girdiğinde kişi çoğu zaman bu durumun farkında bile olmayabilir. Belirtileri aşağıdaki şekildedir; – Farklı kişiliklere ani ve belirgin bir şekilde geçiş yapabilir, bu durum kişinin kontrolünde değildir. Bu kişilikler farklı yaş, cinsiyet, kültürel özellikler veya becerilerde olabilir, davranışlarda farklılık gösterebilirler. – Dikkat dağınıklığı, anda kalamama. – Aşırı unutkanlık, ne yaşadığını hatırlamama. – Davranışlarda, sözlerde tutarsızlık. – Kişinin yaşamında kafa karışıklığı ve günlük işlevselliğinde sorunlar yaşamak. – Anksiyete ve kendine zarar verme davranışları görülebilir. – Sürekli uyuma isteği. – Öfke kontrol bozukluğu. – İç seslerle sürekli olarak konuşmak.   Dissosiyatif çoklu kişilik bozukluğunun tedavisinde, psikoterapi ve semptomları kontrol etmeye yardımcı ilaçlar kullanılabilir. Travmaya neden olan anılarla  ve mevcutta olan davranış ve duygu durum bozuklukları üzerinde çalışılır. Ancak, her bir kişinin yaşadığı durumun yoğunluğu veya belirtileri değişkenlik gösterir. Bu sebeple bir uzman değerlendirmesi sonucu izlenecek yol netlik kazanmaktadır.   Dissosiyatif çoklu kişilik bozukluğuna sahip kişilerin öz farkındalıkları genellikle zayıftır. Bu sebeple, uzman desteği için çevresindeki kişilerin farkındalığı ve yönlendirmesi çok önemlidir. Bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Sizi Dinleyen Birilerinin Varlığı Sizi İyileştiriyor

  “Dinlemek, iyileşmenin en eski ve belki de en güçlü aracıdır.” Rachel Naomi Remen İnsan, doğası gereği iletişim kurmak ve etkileşim yaratmak üzerine inşa edilmiştir. Kişilerarası anlaşmanın en temel yapı taşı budur. Yolda yürürken dahi tesadüfen konuşmaya başladığınız ama sıcak ve samimi küçük bir diyalog bile güzel hisler bırakır. Bireyler arası kurulan iletişim ise, her kişi özelinde psikolojik ve fizyolojik açıdan olumlu ve olumsuz etkiler bırakır.   Aile, eş, arkadaş, öğretmen, öğrenci, meslek gibi gündelik yaşamda kurulan her bir iletişim; kişiler üzerinde farklı yansımalar barındırır. Annenin çocuğuna onu sevdiğini söylemesi, olumlu ve yapıcı yaklaşması çocuğun psikolojisi üzerinde olumlu etkiler bırakırken; sürekli bağıran, sevgi sözcükleri sarf etmeyen bir annenin çocuğu üzerindeki etkiler ise olumsuz yönde olacaktır. Benzer şekilde, eşlerin iletişiminin sıcak ve samimi olması, bir kahve eşliğinde bile güzel vakit geçirebiliyor olmaları; her iki tarafın da bireysel ve çift olarak psikolojik sağlıklarını olumlu yönde etkileyecektir. Öte yandan yargılayan, baskılayan, eleştiren, aşağılayan, kötü söz söylenen bir ilişkide; bireysel ve çift olarak psikolojilerine büyük zararlar ortaya çıkması kaçınılmazdır. Sosyal bir varlık olarak her insan, sağlıklı ilişkiler kurmaya ihtiyaç duyar. Hayatın her alanında kurulan ilişkiler, tıpkı bu örneklerdeki gibi, bizi olumlu veya olumsuz etkiler.   Aslında kişilerarası ilişkiler denildiğinde, tüm bunlar kabul görmekle de oldukça ilişkilidir. Yargısız, infazsız, koşulsuz kabul görmek; herkese çok iyi gelir. Herkesin üzüntü, dert, keder, mutluluk gibi onlarca duygu içeren pek çok yaşanmışlığı vardır. Tüm bu duygular, kabul görülen birileri tarafından dinlendiğinde; sevinç de üzüntü de paylaşıldığında kişiye iyi gelir. Çünkü sizi dinleyen birilerinin varlığı sizi iyileştirir. Üstelik bu durumun psikolojik olumlu yanlarının yanı sıra; beyin sağlığı üzerindeki iyileştirici etkileri de yapılan araştırmalarla desteklenmiştir. Özellikle yetişkinlikteki etkileşimler; beynin yaşlanması ve Alzheimer hastalarının hastalık belirtilerini geciktirici etkide olduğu öne sürülüyor. Bununla birlikte dinlenilen bireylerin, dinlenmeyen bireylere oranla daha yüksek bilinç yaşı gösterdiği de öne sürülmektedir.   Özetle yargılanmadan, tam kabulle dinlenilmek; hem psikolojik sağlığımıza hem de fizyolojik sağlığımıza iyi gelir, bizi iyileştirir. Bazı durumlarda, bir uzman tarafından dinlenilmeye ve desteklenmeye de ihtiyaç duyabiliriz. Psikoterapi ilişkisi; sınırları belirli olan, kişinin duygulanımlarının netleştirilip anlaşılmasına imkan veren; koşulsuz kabul ve dinlenilmenin sağlanabildiği güvenli alanı yaratan bir ilişki olması sebebiyle iyileştirici güce sahiptir.   Siz de, terapi ilişkisi içerisinde içinde bulunduğunuz ruhsal durumlara ve sorunlara karşı daha fazla farkındalık kazanmak istediğinizde ve bir uzman desteğine ihtiyaç duyduğunuzda www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Ruhumuzu Yaralayan Şiddet: Psikolojik Şiddet 

Dünyaya gelen herkesin en doğal hakkı ve ihtiyacı; başkasının, onun alanına müdahale etmeden özgürce yaşamasıdır. Çocuktan ergene, kadından erkeğe istisnasız herkes; eşit haklara sahiptir. Bir başkasının haklarını ihlal etme veya başkasına zarar vermeye herhangi bir bireyin hakkı asla yoktur. Ancak geçmişten günümüze, insanoğlunun var olduğu ilk dönemlerden itibaren baktığımızda fiziksel ve psikolojik şiddet; çoğu kişinin hayatında yer alıyor. Fiziksel şiddet; eylem ile birlikte gerçekleştiğinden bariz bir şekilde fark edilebilir. Ancak psikolojik şiddet; tamamen duygulara yönelik bir şiddet türü olduğundan maruz kalan kişi tarafından anlaşılamayabilir.   Psikolojik Şiddet Nedir? Psikolojik şiddet; çok çeşitlidir. Kendi çıkarları uğruna bir başka kişiye baskı uygulamak, manipüle etmek, aşağılamak, alay etmek, cezalandırmak, hakaret etmek, sevgiden mahrum bırakmak, yok saymak; şiddetin psikolojik yönleridir. Psikolojik şiddete herkes, herhangi bir yerde maruz kalabilir. Psikolojik şiddetin kim tarafından yapıldığı ve uygulanan şiddetin yoğunluğu değişkendir ve bu değişkenlik kişiler üzerinde de olumsuz etkiler bırakır. Bir bankada aşırı yoğunluk sırasında sıkılan bir müşterinin işini her zamanki gibi olağan şekilde yapan bankadaki bir görevliye; işini iyi yapmadığını, hızlı olması gerektiğini, işini savsakladığını söylemesi, banka çalışanına psikolojik şiddettir. Baskı uygulayan bu kişi, bankacının daha hızlı hareket etmesini sağlamaya yönelik bir davranış uygulamıştır. O an bankacı, müşteri memnuniyeti adına özür dileyebilir ve zaten hızlı ve olması gereken çalışmasına hız vererek devam edebilir. Bu o an olmuş olan bir psikolojik şiddettir ve devamlılığı yoktur. Ancak eş, ebeveyn, arkadaş gibi yakın çevreden gelen psikolojik şiddet; kişiyi derinden yaralar. Çünkü bu şiddet, yakınından geliyordur ve bu duruma sıklıkla maruz kalınıyordur.   Psikolojik Şiddet Yaşandığı Nasıl Anlaşılır? Psikolojik şiddet; kişinin duygularını inciten, davranışlarını yönlendiren, kişinin kendini yetersiz hissetmesine sebep olan bir şiddet türüdür.   Aşağıda psikolojik şiddetin bazı belirtileri yer alıyor; – Eşe, sevgiliye, çocuğa veya herhangi birine bağırmak. – Mahrum bırakmak. – Kıskançlık ve kıskançlık sebebiyle karşı tarafı kısıtlamak. – Hata ve kusurlarla alay etmek. – Haklı olunmasına karşın haksız duruma düşürülmeye çalışmak. – Sürekli kontrol altında tutmaya çalışmak. – Tehdit etmek. – Cezalandırmak. – Gereksiz yere olumsuz eleştirilerde bulunmak. – Varlığını yok saymak   Tüm bu belirtiler, kişiyi inciten unsurlardır. Eğer bir adam; karısına sürekli olarak bağırıyorsa bir süre sonra kadın, kocasının bağırmaması için davranışlarına o şekilde yön verebilir. Sürekli ‘’bana acaba bağırır mı?’’ düşüncesi kişinin hem kendine güvenini zedeleyebilir hem de strese sebep olabilir ve bu stres de depresyon, anksiyete, panik atak gibi sorunlara yol açabilir. Eğer bir anne, çocuğunu sevgiden ve ilgiden mahrum bırakıyorsa; çocuk da dünyayı güvensiz olarak algılayabilir ve gelecek yıllarda da ciddi güven sorunları yaşayabilir. Bir sevgili, partnerine aşırı kıskançlık sonucu kısıtlama uyguladığında, kusurlarıyla alay ettiğinde, partneri haklıyken haksız duruma düşürmeye çalıştığında; partneri ile yaşayacağı muhtemel sorunların yanında bireysel sorunları da gün yüzüne çıkacaktır. Ebeveynleri tarafından sürekli olarak kontrol altında tutulan bir çocuk veya eşi tarafından sürekli kontrol edilen bir yetişkin de olsa, özgüveni ciddi anlamda zedelenebilir, kaygı ve güven problemleri yaşayabilir.   Tüm bu örneklere baktığımızda psikolojik şiddetin bireyin özgürlüğünü ihlal ettiği gibi kişide derin yaralar açtığını da söyleyebiliriz. Psikolojik şiddetin yoğunluğu ve tekrarı, kişide açtığı yaranın derinliğini de belirler. Depresyon, anksiyete, özgüvensizlik, değersizlik, kaygı, panik atak gibi pek çok rahatsızlığa da yol açabilir.

Psikolojik şiddet normalleştirilmemeli ve o an gelip geçti diye düşünülmemelidir. Mutlaka bir destek alınması, hem psikolojik şiddetin etkisinden kurtulmak hem de psikolojik şiddetle başa çıkmak ve psikolojik sağlamlığı oluşturmak için önemli bir adımdır.     Eğer psikolojik şiddet konusunda desteğe ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.