Çocukta takıntı; zaman ve mekan gözetmeksizin, sürekli yapmak istediği tekrarlayıcı davranış ve düşünceler olarak ifade edilebilir. Takıntılı olduğu davranış veya düşünceyi herhangi bir sebepten dolayı yerine getiremediği durumlarda çocuk, sıkıntıya girmiş hissedebilir; ağlama ve öfke nöbetleri ile durum ileri seviyeye taşınabilir. Hatta bu takıntılar çocuğun günlük rutini içerisinde kendini rahat hissetmemesine ve yönlendiği etkinliklerin çoğunlukla takıntılardan oluşmasına neden olabilir. Takıntılı durumlar aynı zamanda; dil gelişimini, sosyalleşme ve öğrenme gibi zihinsel süreçleri de etkileyebilir. Çocuklarda Takıntıların Sebepleri Nelerdir? Hayatlarını Nasıl Etkiler? Çocuklarda takıntılar aslında buz dağının görünen yüzüdür. Sürekli olarak aynı davranışın tekrar edilmesi; hep aynı şeylerin giyinmek istenmesi veya aynı soruların sorulması gibi davranışlar, bir sebebi işaret ediyor olabilir. Davranışsal sorunları nedeniyle çocuk, takıntılı dediğimiz eylemleri yapmakta veya zihnini sürekli aynı şeylerle meşgul etmektedir. Bu durumun doğal sonucu olarak, problemle başa çıkma yetisini kaybetmektedir. Takıntılı obje veya düşüncelere dair döngü kısaca bu şekilde özetlenebilir. Çocuklarda takıntıların altında yatan pek çok sebep olabilir. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibidir; – Kaygı problemleri. – Kendini güvende hissetmeme. – Ebeveynlerin yanlış tutumları. – Mükemmelliyetçilik. – Özgüven sorunları. – Genetik sebepler. – Otizm. Dünyayı daha yeni keşfeden çocuklar, aile ve çevresinin etkisi altındadır. Ebeveynlerle geçirilen ev hayatı akabinde dış dünyada karşılaşılan her yeni durum, çocuk için yeni bilgi ve deneyimlerdir. Yaşamı ve günlük hayatı çocuk, bu bilgiler ışığında anlamlandırır ve kendi hayatına da yön verir. Mükemmelliyetçi bir anneye sahip bir çocuğun anne-çocuk ilişkisini gözümüzde canlandıralım. Mükemmel olmaya çabalayan bir anne, bunu izleyen ve bu davranışları gözlemleyen çocuk. Çocuk düşüncesine göre doğru olan; annesinin yaptıklarıdır ve o da annesinin davranışlarını kopyalayarak her şeyi mükemmel yapmaya çalışabilir. Kendisinin kusursuz davranışları da takdirle desteklendiğinde kendini iyi hissedebilir. Ancak iyi olarak niteleyemediği ya da yapamadığı senaryolarda kendini huzursuz hissetmesi, sorun olarak ortaya çıkabilir. Bu da çocuğun mükemmel davranışları tercih etmesine ve bunları kullanmasına yol açabilir. Çünkü mükemmel yaptıkları onun için güven verici ve rahatlatıcıdır fakat ustalıkla yaptığı bu davranışlar tekrar tekrar yapıldığı takdirde takıntılı davranışlara dönüşebilir. Örneğin; sayı saymayı yeni öğrenen bir çocuk, bir süre öğrendiğini saklayıp bir anda kusursuz şekilde saymaya başlayabilir. Bu durum, sakladığı dönem bazında gelişim geriliği veya farklı bir sorun gibi düşünülebilirken bir anda kusursuz şekilde sayıyor oluşu, çocuğun mükemmelliyetçilik yaklaşımı sebebiyle olabilir. Ancak bu mükemmellik süreklilik halinde arz eden tekrarlara dönüşmesi ve takıntı halini alması, mükemmele olan takıntıya işaret ediyor olabilir. Hatalı bir sonuca varmamak adına çocuk çok iyi tanınmalı; aile yaşantısı, ebeveyn ve çevresi çok iyi analiz edilmeli ve ona göre bir çıkarıma ulaşılmalıdır. Bir diğer örnek de dünyayı anne memesinde çok güvenli ve mutlu bir ortam olarak hisseden çocuğu, bir anda memeden kesmek olabilir. Çocuk için oldukça kaygı verici ve belki de güven zedeleyici olabilen bu durum sonrasında, aradan yıllar geçse bile çocuk memeden ayrılamama gibi kaygı düzeyini azaltmaya yönelik veya tırnak yeme gibi tepkisel davranışlar sergileyebilir. Bu noktada ebeveynlerin kendilerini hatalı veya suçlu gibi görmemeleri gerekir. Kendi yetiştirilme yöntemlerini ve psikolojik süreçlerini kendi çocuklarına aktarmaları, oldukça olağandır. Bu noktada çocuğun takıntıları altında yatan sebepleri iyi analiz etmek ve ivedi şekilde destek almak, yapılacak en önemli hamledir. El ya da kol hareketleri, dönen cisimlere olan bağımlılık gibi davranışlar da takıntı açısından iyi analiz edilmesi gereken davranışlardır. Bu davranışları; göz teması kuramama, adına seslendiğinde bakamama, parmağı ile cisimleri işaret edememe, konuşma geriliği gibi semptomlar takip diyorsa; otizm gibi nörogelişimsel bir farklılık durumundan da bahsedilebilir. Ancak; bu sebepler kesinlikle otizm demek de değildir. Kaygı ve güven sorunları yaşayan bir çocuk da tüm bu semptomlara sahip olabilir. Bu sebeple mutlaka ve mutlaka bir uzman teşhisi ve tedavisi bu noktada önem kazanmaktadır. Sevgili ebeveynler, çocuğumun takıntıları var nasılsa zaman içerisinde düzelir demeyin. Eğer siz de takıntılı davranış veya düşünceleri olduğunu ve bunların yanı sıra farklı iletişim sorunları veya çekingenlik gibi semptomlarla birlikte gözlemliyorsanız vakit kaybetmeden bir uzmana başvurmanız önemlidir. Bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden ya da +90 555 101 51 15 ve +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir, profesyonel destek alabilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Ceren Fırıncı
Çocuğunuzu Mu Büyütüyorsunuz, Çocukluğunuza Mı Dönüyorsunuz?
Günümüzde birçok ebeveyn çocuğunu büyütme aşamasında zaman zaman çeşitli araştırmalar yaparak hareket etmektedir. Özellikle anneler gebelik döneminde; belgesel izlemek, kitap okumak ya da uzman görüşlerini dinlemek gibi seçenekleri tercih ederler. Çocuk doğduktan sonra ise bazı şeyler planlandığı gibi ilerlemeyebilir. Anne çocukluk çağında ne yaşadıysa, ebeveynlerinin tutumu nasıl olduysa; bilinç dışı olarak çocuğuna da benzer bir davranışla yaklaşarak kendi çocukluğunda yaşadıklarını yansıtabilir. Çocukluğa Dönmek Ne Anlama Geliyor? Çocukluğa dönmek denildiğinde kastedilen, annelerin çocuklaşması ya da çocukça davranışlar sergilemesi değildir. Kısaca çocukluğa dönüş; anne tarafında çocukluk döneminde yaşanılanların, farkında olmadan çocuklarına yaşatılması olarak adlandırılabilir. Örneğin; çocukluk döneminde aşırı disiplinle büyümüş bir anne, kendi çocuğuna karşı da katı kurallar uygulayabilir. Çocuklar ve özellikle bebekler dertlerini anlatamazlar ve neden ağladıklarını anlamak da zor olabilir. Bu noktada olması gereken; annelerin çocuk duygularını daha iyi anlaması ve beraberinde davranışlarıyla düzenlemesidir. Çocuklarının bozulan duygu durumunu ses tonlarıyla, dokunuşlarıyla ve hareketleriyle stabil hale getirmeleridir. Ancak ebeveynleri tarafından bu ihtiyaçları karşılanmamış bir anne, kendi çocuğu ile ilgili ihtiyaçların ortaya çıkması halinde, bu ihtiyaçlara cevap vermekte hayli zorlanacaktır. Bu durum, çocuk ile arasında oluşacak bağı da olumsuz yönde etkiler. Aşağıdaki durumlar, anne bebek arasında bağı olumsuz etkileyen başlıca etkenler arasındadır; Anne çocukluğunda yaşından olgun davranışlar sergilemeye itildiyse, Kendi ebeveynleri tarafından duyguları anlaşılmadı ve düzenlenmedi ise, Çocukluk döneminde travmalar yaşadıysa, Kendi annesine güvenli ve sağlıklı bağlanmadıysa, çocuğuyla sağlıklı bir bağ kurması zor olabilir. Yaşadığı her neyse, anne çocuğunu yetiştirirken kendi çocukluğunun yansımasını görür ve bunun farkında olmaz. Çocukluğunuza Döndüğünüzü Nasıl Fark Edebilirsiniz? Zaman zaman çocuğunuza gereksiz yerde bağırdığınızı, onu anlamadığınızı ya da fazla tepki gösterdiğinizi hissediyor olabilirsiniz. Çocuk yetiştirmek konusunda okuduğunuz kitaplara ve edindiğiniz bilgilere rağmen doğru davranmadığınızı düşünmeniz oldukça doğaldır. Bu aşamada yapılması gereken ilk şey, farkındalık kazanmaktır. Bu davranışların çoğu, belki flash backlerle kendi annenizin size olan davranışlarını gözlerinizin önüne getiriyor olabilir. Bu durumda empati çok önemlidir. Bu davranışı anneniz size uyguladığında hissettiğiniz duyguları süzgecinizden geçirip çocuğunuzun neler hissettiğini anlamlandırmanız önemlidir. Çocuklukta Yaşananlar Nasıl Aşılabilir? Farkındalık kazanmak davranışlarımızı düzeltmeye yetmeyebilir. Belki bir süre davranışlarınıza dikkat edebilirsiniz ancak bilinç dışı olarak bu davranışlar hayatınızda yer etmeye devam edebilir. Çocukluğunuzdan kopyaladığınız, değiştirmek ve çocuğunuza daha doğru davranmak istediğiniz noktada çocukluğunuzla yüzleşmeniz, çocuklukta yaşananları aşmak için gereklidir. Geçmişinizde yaşadıklarınızla barışmak, gelecekte bu davranışları sergilememek için en önemli adımdır. Eğer geçmişinizi bırakamadığınızı ve farkında olsanız dahi kendinizi durduramadığınızı düşünüyorsanız www.psikolojiantalya.com adresinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. Profesyonel destek almak hem bugününüzü hem de geleceğinizi daha berrak bir hale getirecektir. Uzman Klinik Psikolog Sibel Dinç ÇALIŞKAN
Okula Adaptasyonda Danışmanlık Süreci
Okul; çocuğun hem teorik hem de pratik bilgiler edindiği ve bunları yaşamında uyguladığı aile ortamından sonraki ilk deneyimdir. Okul zamanında çocuk, ebeveynlerinden ayrı olarak tek başına hareket etmeye ve kararlar vermeye de başlar. Bu süreçte sosyalleşmeyi, ihtiyaçlarını kendi başına karşılamayı, sorumluluk almayı ve problemlerle tek başına mücadele etmeyi öğrenir. Bazı çocuklar bu sürece kolay alışırlarken bazıları okula adaptasyon sorunu yaşarlar. Okula adaptasyon sürecinde ebeveynlerin tutumu ve çocuğun öğretmeni ile olan ilişkisi çok önemlidir. Ebeveynlerin aşırı koruyucu davranmaları ve tüm ihtiyaçların ebeveynler tarafından karşılanması, bazı sorunları da beraberinde getirebilir. Çocuğa kendi ihtiyaçlarını karşılama noktasında fırsat ve sorumluluk verilmemesi; aileden uzak olduğu okul ortamında önemli bir kaygı sebebi olabilir. Öte yandan öğretmenin çocuk ile kurmuş olduğu yanlış iletişim de çocuğun okula adaptasyon sürecini zorlaştıran bir diğer sebeptir. Çocuğun aileden uzaklaşmak istememesi, okula gitmeyi reddetmesi, derslere konsantrasyon sağlayamaması, sosyal ilişkiler kurmaktan çekinmesi; okula adaptasyon problemi semptomları içinde yer alabilir ve bu durum çözümlenmediği takdirde başka sorunları da beraberinde getirebilir. Çocuğun okula adaptasyon sağlayamamasının altında yatan sebepler çok çeşitlidir. Bu sorunlar mutlaka çok iyi analiz edilmelidir. Okula Adaptasyon Sağlama Güçlüğüne Neden Olan Sorunlar Nelerdir? Çocuğun ebeveynlerine bağımlı ve özgüvensiz yetiştirilmesi. Çocuğun yaşıtlarına göre gelişim geriliği yaşıyor olması. Çocuğun hiperaktivite ve dikkat dağınıklığı probleminin olması. Öğretmenin katı kuralcı ve cezalandırıcı yaklaşımı. Ebeveynleri tarafından her dediğine evet denen çocuğun, okul kurallarına karşı direnç göstermesi. Bu problemler çocuğun okul hayatını olumsuz yönde etkileyeceği gibi sosyal ve bireysel anlamda da pek çok yeni soruna davetiye çıkarabilir. Bu sebeple ebeveynler okula adaptasyon sürecinin uzadığını gözlemliyorlarsa mutlaka bir uzmandan danışmanlık almalı ve problemin kaynağının çözümlenmesini amaçlamalıdırlar. Adaptasyon süreci sorunu olarak zannedilen süreç, belki de çok farklı bir problem sebebiyle oluşmuş ve kendini okulda göstermiş olabilir. Bunun ayrımını bir uzmanın gözlemlemesi ve süreci yönetmesi, çocuğun gelişimi ve okul hayatına adaptasyonu için çok önemli olacaktır. Ebeveynlerin dikkat etmesi gereken noktalar aşağıdaki gibidir; Okul, çocuğun üzerinde korku unsuru olarak kullanılmamalıdır. Çocuğun okul hayatına ilgisi hakkında konuşmalı ve fikirleri alınmalıdır. Ebeveynler çocuğun kendilerinden ayrı olacağı okula gitme sürecini, duygusal davranarak dramatik hale getirmemelidir. Okul öncesi süreçte çocuğun yalnız zaman geçirebileceği ortamlar yaratılmalı ve birey olduğunu hissetmesi sağlanmalıdır. Rehber öğretmenle görüşmek ve tavsiye almak faydalı olabilir. Çocukların okula alışma süreçleri ve altında yatan sebepleri araştırmak için bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Ceren Fırıncı
Çocuğum Utangaç Deyip Geçmeyin
Farklı bir ortama girdiğinde sorulan sorulara yanıt vermekte isteksiz davranışlar gösteren, ortama adapte olmakta zorlanan ve ebeveynlerinin yanından ayrılmayan çocuklar hepimizin çevresinde olan, oldukça sık karşılaştığımız ve utangaç çocuk olarak adlandırdığımız profillerdir. Bu davranış şekilleri çevre tarafından geleneksel Türk aile yapısı doğrultusunda uslu olma ile de adlandırılır. Elbette bu da bir olasılıktır ancak bu utangaçlığın altında psikolojinin alanına giren farklı sorunlar olup olmadığı da diğer bir ihtimal olarak karşımıza çıkar. Büyüklerine karşı saygıda kusur etmeyen, utangaç ve çekingen tavırlar sergileyen çocuğun bu davranışları ideal olarak görülebilir. Ancak davranışların altında yatan sebepler, çocuğun bireysel gelişimi çerçevesinde mutlaka gözlemlenmelidir. 6 ay-1 yaş aralığında karşımıza çıkmaya başlayan utangaç davranışlar, 3-6 yaş arasında görülme sıklığı en yüksek seviyeye ulaşır. Pek çok çocukta olağan biçimde görülen bu davranışlar, genellikle kendiliğinden ve zamanla ortadan kaybolur. Ancak ailenin davranış şekilleri, bu süreci etkileyen en temel kriterdir. Başkalarının yanında bu davranıştan bahsetmek ve çocuklarını zorlayarak istemediklerini yaptırmaya yöneltmek, en büyük sorun kaynağı olarak örneklendirilebilir. Çocuğun bireyselleşmeye ve farklı ortamlara girmeye başladığı bu dönemde özgüven zedelenmesine neden olabilecek bu davranışlar, çocuklarda utangaçlığı azaltıcı değil aksine daha da artırıcı etkilere neden olur. Ailelerin bu zorlamalarına karşılık çocuğun hisleri çoğu kez göz ardı edilebilir. Ancak özgüven düşüklüğü, değersizlik hissiyatı, sosyal yaşamda başarısızlık gibi pek çok olumsuz düşünce; utangaçlık ile beraber görülür. Ebeveynler tarafından yapılması gereken en önemli davranış; çocuğun olumlu yönlerini ortaya çıkarıp vurgulayarak bu yönlerin pekiştirilmesini sağlamalarıdır. Koruyucu anne baba rolü bırakılmalı, çocuk cesaretlendirilerek her adımında yanında olduğu hissettirilmeli ve dolayısıyla çocuk kendi ayaklarının üzerinde durmayı başarabilmelidir. Doğumdan yetişkinliğe varıncaya dek utangaç bir çocuğun olumsuz yarınlar yaşamaması için, aile dikkatli olmalıdır. Öncelikle utangaçlığa bağlı sergilediği davranışlar mutlaka dikkate alınmalıdır. İletişim çok önemlidir, aile bu süreçte çocuğun yaptığı olumlu davranışlar üzerinden doğru iletişim yürütmelidir. Verilecek sorumluluklar da sürecin hızlı atlatılmasına yardımcı olur. Yapacağı seçimlerin özgür bırakılması ve çocuğun istediği yoldan gitmesine imkan tanınması, girişken olmadığı konularda dahi aktif olmasına yardımcı olabilir. İlerleyen süreç çocuğun sosyal hayatta etkin olma sürecidir. Ancak utangaçlık devam ettiği sürece, sosyal hayatta sorun halini alabilir ve çocukta kaygı problemleri oluşabilir. Bu problemler için çocuk her defasında kendini sorgulayarak ve geçmiş döneminden gelen aile baskısını hissedebilir. Zaman içinde bu durumun devam etmesi, çocuğun ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde başarısızlıklar olarak kendini gösterebilir ve yetişkinliğe ulaşmış çocuğun hem kişisel hem de iş hayatı utangaçlığın getirdiği olumsuz etkilerle geçebilir. Çocuklarımız için en iyisini isteyen ebeveynlerin uslu çocuk yetiştirme noktasında getirdiği kısıtlamaları doğru davranış olarak nitelendirmeleri olağandır. Ancak bu davranışların utangaç olarak yetişen çocukların yarınları üzerinde olumsuz etki yaratabileceği asla unutulmamalıdır. Bu noktada aklınıza gelen her türlü soru ve çözüm için bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Ceren Fırıncı
Çocukluk Yaşantılarının Kişiliğimize Etkileri
Dünyaya merhaba dediğimiz andan itibaren kayıt altında olan zihnimiz, yaşadığımız her şeyi anlamlandırmaya ve kategorize etmeye başlar. Çekingen, dışa dönük, dürüst, fedakar, üşengeç, duygusal, güvenilir, agresif, stresli diye tanımladığımız özellikler; pek çok sebebin kişilik oluşumuna etkileri diyebileceğimiz durumlardır. Doğumdan hemen sonra ve hatta doğum öncesinde başlayan bu sebepleri; anne, baba ve bebeğe öz bakım veren kişilerin yaklaşımları, bu bireylerin kendi kişilik özelliklerinin çocuğa yansımaları, genetik özellikler, annenin hamilelikte yaşadıkları, çevresel faktörler ve olumlu, olumsuz yaşanan tüm deneyimler olarak sıralayabiliriz. Annenin hamilelik dönemini gergin ve stresli geçirmesi, büyük oranda bebeğe de aktarılır ve bebek de doğuştan getirdiği bu mirasla hayata gözlerini açar. Bebeklik döneminde ise bireyler büyük oranda gözlemcidir ve özellikle ebeveynlerinin davranışları ve sorunlarla baş etme yöntemlerini kopyalarlar. Bu pencereden bakınca; ebeveynlerin sakin, çözüm odaklı, çocuğun duygularını anlayarak ve ihtiyaçlarını gidererek büyüttüğü çocuklar yetişkin bireyler olduklarında “eğer farklı yaşanmışlıklar yoksa” doğru orantılı olarak ebeveynleriyle benzer özellikler sergileyeceklerdir. Bu çocuklar yetişkin birer birey olduklarında, kendi ihtiyaçlarının farkında ve özgüveni yüksek olacaklardır. Tam tersi şekilde baskı altında, stresli ve gergin ebeveynler tarafından yetiştirilen çocuklar ise yetişkin bireyler olduklarında; olayları algılama ve çözme noktasında benzer sorunlar yaşayacaklardır. Çocuğun ihtiyaçlarını fark etmesi, kendi istekleri ve hedefleri doğrultusunda bir yol çizmesi çok önemlidir. Bu noktada ebeveynlerin çocuğun kendini keşfetmesini ve en doğru şekilde ifade etmesini sağlaması gerekmektedir. Eğer çocuk kendi ihtiyaçlarından çok karşı tarafın ihtiyaçlarına odaklanırsa ve kendinden çok karşı tarafı düşünür duruma gelirse, yetişkinliğinde de kendini ikinci plana atarak başkalarının ihtiyaçlarına yönelecek ve mutsuz bir birey olarak yaşamını sürdürmesi kaçınılmaz olacaktır. Kişiliğe Etki Eden Faktörler Nelerdir? Kişiliğe etki eden faktörler arasında yer alan sebeplerden biri de, çocuğun arkadaşları ve çevresi ile kurduğu ilişkiler ve ergenlik dönemindeki deneyimleridir. Bu dönemlerde özellikle aşağılanma, alay edilme, dışlanma gibi arkadaş çevresi tarafından alınan kötü geri bildirimler; çocuğun gelecekte içine kapanık veya çekingen bir birey olmasına sebep olabilen nedenlerdendir. Özellikle çocukluk döneminde yaşanmış olan travmalar da kişiliğe çok büyük oranda etki eden faktörlerden biridir. Geçmişten bugüne gelene dek yaşantılarınız ve genetik özellikleriniz çerçevesinde var olan kişilik özellikleriniz değiştirilebilir. Ben çok utangacım ve utangaç olmaktan yoruldum, hayır diyemiyorum, kendimden çok karşı tarafın üzülmesinden korkuyorum, topluluk içerisinde konuşamıyorum gibi sizi yoran kişilik özellikleriniz varsa, bir uzmandan destek alarak çözüme kavuşturabilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Ceren Fırıncı
Çocuğum Yaşıtları Gibi Konuşmuyor
Bebekler; doğduğu andan itibaren önce annesiyle daha sonra çevresiyle sözel olmasa bile iletişim halinde olarak istek ve ihtiyaçlarını bir şekilde anlatmaya çalışırlar. İlk zamanlar ağlayarak, gülerek ve vücut diliyle kendilerini ifade ederken; büyümeye başladıkça agulama veya çeşitli ses denemeleriyle konuşmaya ilk adımlarını atarlar. İstediklerini parmakla göstererek duyduğu kelimelere benzer sesler ile isteklerini ifade etme; konuşmaya giden yolun ve dil gelişiminin başlangıcıdır. Dil gelişimini alıcı dil ve ifade edici dil olmak üzere iki gruba ayırıyoruz. Alıcı dil; konuşulanların anlaşılması iken ifade edici dil duygu ve düşüncelerin sözlerle aktarılmasıdır. Bebekler yaklaşık 1 yaşında anne, baba gibi kelimeleri kullanır ve bazı basit komutları yerine getirirler. 1 yaşından sonra da hem alıcı hem de ifade edici dil gelişimi konusunda sürekli bir gelişim içerisinde olurlar. Her ay kelime dağarcığı gelişen ve bebeklik dönemini geride bırakan çocuk; 3 yaşına geldiğinde iki, üç kelimeli cümleler kurar ve her konuda konuşarak kendini ifade edebilir. Bu yaş gruplarındaki çocukların büyük çoğunluğu dil gelişimi konusunda ilerleme gösterirken bazı ebeveynler çocuğum yaşıtları gibi konuşmuyor diye endişe ederler. Her ne kadar her çocuğun gelişimi birbirinden farklı olsa da bazı çocukların dil gelişiminin geç gelişmesi, durması ya da gerilemesi altında yatan pek çok sebep olabilir. Dil Gelişimini Etkileyen Sebepler İşitme sorunları Dilde, damakta ve dudakta doğuştan gelen problemler Yalnız büyüme sebepli iletişim sorunları Uzun süre televizyon, tablet ekranına maruz kalma Nörolojik sorunlar Otizm Seçici mutizm Yaygın gelişimsel bozukluklar Çevresel sebepler Çocuklarda dil gelişiminde bir gerilik olduğu saptandığında aileler vakit kaybetmeden altında yatan sebepleri bir uzman desteği alarak araştırmalıdır. Çocuğun dil gelişimine paralel olarak işitmesinde sorun var mı, alıcı dilde mi yoksa ifade edici dilde mi sorun yaşıyor, dil gelişimi dışında farklı gelişimsel problemleri var mı, çocuk nasıl bir çevrede büyüdü, ebeveynlerin çocuğa davranışları nasıl? Gibi diğer soruların da gündeme gelmesi ve yanıtlarla birlikte sebeplerinin araştırılması noktasında altında yatan sebep çok iyi saptanmalıdır. Konuşma gecikmesi ile birlikte adına seslenildiğinde bakmama, yaşıtlarıyla oyun oynayamama, göz teması kuramama, istediklerini parmağıyla ifade edememe gibi semptomlar gözlemleniyorsa çocuk, otizm açısından değerlendirilmelidir. Ancak bu değerlendirmeyi mutlaka bir uzman yapmalıdır. Ailelerin bu konularda yaptığı en büyük hatalardan biri, internet araştırmaları sonucunda çocuklarına tanı koymalarıdır. Örneğin, çok fazla ekrana maruz kalan veya yalnız büyüyen çocuklarda da otizm semptomları gözlemlenebilir oysaki otizm değildir. İşte bu sebeple bu tanıları uzmanların koymaları gerekmektedir. Bazı çocuklarda da konuşabilmelerine rağmen bunu saklama, bazı ortamlarda rahat konuşurken bazı ortamlarda konuşamıyormuş gibi davranma gibi davranışlar görülebilir. Seçici mutizm dediğimiz problemin altında da pek çok sebep yatabilir. Çocuğu bu davranışa iten sorunun tespiti için çeşitli psikometrik testler kullanılır ve oyun terapisi gibi ekollerden faydalanarak sorunun çözümü amaçlanır. Dil gelişiminin hızlanması için gerekli olan ortam bu sayede yaratılmış olur. Hatta konuşma terapisti ile psikolog gerekli olan durumlarda birlikte çalışarak çocuğun sorununa özel olarak çözümler üretir ve çocuğun yaşıtları ile uyumu amaçlanır. Zihinsel, nörolojik sorunlar veya otizm gibi sebepler; erken tanı ve özel eğitim gibi alternatiflerin kullanılması ile sorunların çözümü anlamında doğru yönde önemli yol kat edilebilir. Psikolojik sebepli gecikmiş konuşma probleminde de yapılması gereken çalışmalar erken zamanlı yapıldığı takdirde farklı psikolojik problemlerin oluşması engellenir. Çocuğun konuşmayı bir sebepten dolayı tercih etmemesi ve altında yatan sebebin çözüme kavuşturulamaması halinde; arkadaş gruplarında, kreşte, okulda daha çok içe kapanma gibi farklı sorunlar ortaya çıkabilir. Geç konuşan çocuklar özelinde bazı aileler; babası da geç konuşmuştu, Einstein de geç konuşmuş ama çok zeki, benim çocuğum böyle erken yürüdü ama geç konuşuyor gibi tutumlar sergileyebiliyorlar. Elbette genetik faktörler bu konuda önemlidir ancak tek sebep bu olmayabilir. Bu nedenle sorun tespit edildiği ilk anda çocuk ve ergen psikoloğundan destek alınmalı ve altında yatan sebepler araştırılmalıdır. Ceren Fırıncı
Cinsel Travma Sonrası Oluşan Ruhsal Sorunlar
Mutlu bir yaşam ya da sıradan, monoton, rengi olmayan ve hatta zorlu koşullar barındıran bir hayat. Pek çoğumuz günlük rutininde bu duygu dağılımlarını onlarca kez hissetmişizdir. Okul, ev, iş veya sosyal hayat arasında sıkışıp kalarak geçirdiğimiz olağan günler belki de. Ancak pek çok bireyin rutinini temsil eden bu olağan yaşam; bir anda ortaya çıkan, sağlıklı olmaktan son derece uzak farklı duygu ve amaçlar içeren, zorlayarak ve hatta içine şiddet de katarak apayrı bir kişinin eylemi ile tamamen farklı bir dünyaya evrilebiliyor. Korku, öfke, nefret, endişe, utanç, güvensizlik, tiksinme gibi pek çok baskın duyguyu hissedilmesine neden olan bu durum, kişinin hayatta kalabilme dürtüsünü dahi tetikleyebilen son derece büyük bir travmadır. Kişi bu ağır hislerle boğuşurken; karşı taraf için geçerli olan sadece haz duygusu oluyor. Travmanın fiziki olarak atlatılması ardından keşke bu hayatta hiç yaşamasam düşüncesine kadar gidebilen, en ağır duyguların yaşandığı bir olay olarak tanımlanır cinsel istismar. Cinsel istismar dediğimizde; sözle, mimiklerle, beden diliyle veya eylemlerle ortaya çıkan, her gün dünya üzerinde on binlerce kez karşılaşılan durumlar kast edilmektedir. Ortak nokta, karşıdaki kişinin ya da mağdurun rızası dışında ve istenmemesine rağmen zorla meydana gelmesidir. Bugün her meslekten veya her kesimden insanın başına gelmesi ve toplumda her bireyin doğru ya da yanlış bu konu ile ilgili bilgisi olması, cinsel travmanın son derece sıklıkla karşımıza çıkctığını bize göstermektedir. Günlük rutini bozan ve kişide ağır tahribatlara neden olabilen istismarın büyüklüğü ile yaş faktörü, yaşanan cinsel travmanın şiddetini belirler. Örneğin; yetişkin bir birey sözle meydana gelen cinsel istismarla daha iyi başa çıkabilirken, cinsel kimliğini henüz tamamlamamış bir çocuk veya ergen için bu durum çok ciddi bir travmadır. Bu travma, çocuk veya ergenin hem bugünkü hem de gelecekteki yaşantısını büyük ölçüde olumsuz yönde etkiler. İstismarın şiddetine göre çocukta içe kapanma, aile dahil kimseyle iletişim kurmama, okula uyum problemleri ve başarı oranında ciddi düşüş, dikkat dağınıklığı, sebepsiz yere ağlama krizleri, yeme bozuklukları, intihar girişimi, suça yönelme, ani davranış değişiklikleri gibi semptomlar görülebilir. Bu durum herhangi bir şekilde ortaya çıkmaz ve birey yetişkinlik dönemine dek bu durumla baş başa kalarak üstesinden gelmeye çalışır ise, beraberinden pek çok sorunu da yaşaması olağandır. Üzerinden ne kadar zaman geçmiş olursa olsun, travmatik an bugün yaşanıyormuşçasına zihinde hapsolur ve küçük bir tetikleyici ile o an gözünde sürekli yeniden canlanır. Cinsel Travma Sonrasında Yaşanılan Psikolojik Sorunlar Çocuk yaşadığı cinsel travma sonrası yetişkin bir birey olduğunda; kendini ifade edememe, insanlara güvenmeme, karşı cinsten kaçma, cinsel işlev problemleri, vajinismus, özgüven sorunları, anksiyete, depresyon, obsesif kompülsif bozukluk gibi cinsel travma sonrası psikolojik problemler ile karşı karşıya kalabilir. Aynı zamanda bu kişiler, ebeveyn olduklarında aşırı koruyuculuğu ile ön plana çıkar ve bu sebeple zincirleme olarak kendi çocuklarında da çeşitli psikolojik problemlere zemin hazırlarlar. Yetişkinlikte yaşanmış olan cinsel travmada da olayın şiddetine bağlı olarak kişinin hayatı alt üst olur. Bu durum paylaşılmadığında, üzeri kapatılmaya çalışıldığında çok daha büyük sorunlar ortaya çıkar. Kişi kendini güvende hissetmez, kimseye güvenemez, cinsel hayatında ciddi problemler oluşur, fobiler, takıntılar, stres bozukluğu, özgüven eksikliği, depresyon, intihar girişimi gibi ağır psikolojik problemler yaşayabilir. Cinsel travma sebebi ile kişinin kendini kirli hissetmesi, sıklıkla olarak duş alma isteği veya sürekli gözlük takarak kendini perdeleme ve dış dünyaya kapatma davranışı obsesif kompülsif bozukluğa bir örnektir. Cinsel travma yaşamış kişiler, hem yaşadığı günden hem de yaşayacağı günlerden bu kötü anıyı silebilirler. Bunun için uygulanan pek çok psikoterapi yöntemi vardır. Kişi, bu durumu kimseyle paylaşmak istemese bile mutlaka bir uzmandan destek almak için adım atmalıdır.
Çocuk Pedagojisi ve Danışmanlığı
Çocuklarda da tıpkı yetişkinler gibi duygusal veya davranışsal açıdan bazı problemler görülebilir. Ebeveynler çocuklarını çok iyi tanırlar ve onlarda normalden farklı bir duygu durumu veya davranış gerlişirse, bunu ilk olarak kendileri fark ederek sorunun kaynağını ve çözüm yollarını ararlar. Bu durumda ailenin yapması gereken en doğru hareket, vakit kaybetmeden bir uzman desteğine başvurmaktır. Bu destek ne kadar erken olursa, problemin çözüm yolunu bulmak ve problemi çözmek de o kadar kolay olacaktır. Bu noktada doğru uzmana başvurmak da son derece önemlidir. Çünkü uzmanlar kendi alanlarında profesyonelleşmiştir ve farklı konu ile ilgilenen bir uzmana başvurmak tedavi sürecini uzatabilmektedir. Ailelerin yaptığı bir yanlış da doğru uzman seçme konusunda internet dünyasında veya sosyal medyada yer alan yanlış yönlendirmelerle ya da kulaktan dolma yanlış bilgileri referans alarak yanlış uzmanlara başvurmaktır. Tam da bu noktada pedagog ile çocuk psikoloğu/psikiyatristi desteğinin birbiriyle karıştırılması söz konusu olabilmektedir. Çocuk Pedagoğu ve Çocuk Psikologlarının Çalışma Alanları Nelerdir? Doğru yönlendirme yapabilmek için ilk olarak “pedagog” teriminin anlamından bahsedelim. Pedagoglar, 0-12 yaş aralığındaki çocukların gelişim süreçleri hakkında profesyonelleşmiş ancak sadece çocukların eğitim hayatlarına destek olan uzmanlardır. Toplumdaki en büyük yanılgı, pedagogların tıpkı çocuk psikologları gibi her alanda psikolojik yardım sağlayabilecek uzmanlar oldukları düşüncesidir. Pedagog kelimesi toplumda yer edindiği için kullanılmakla birlikte günümüzde Pedagoji diye bir eğitim bölümü ve resmi olarak tanınan bir meslek grubu bulunmamaktadır. Bahsettiğimiz gibi; pedagog, gelişim çağındaki çocukların eğitim alanında kendilerini nasıl geliştirebileceği ve bu konuda ailelerin neler yapabileceği ile ilgili yönlendirmelerde bulunurken, psikolog; çocuk ve ergenlerin psikososyal, bilişsel ve duygusal yönde yaşadıkları sıkıntı ve sorunlara odaklanarak çocukların psikolojik olarak sağlıklı bir gelişim göstermesiyle ilgilenmektedirler. Çocuk Pedagoğu ve Çocuk Psikoloğu Seçimi Problemin kaynağına bağlı olarak psikolog veya pedagog seçiminde öncelik, mutlaka çocuğunuzda meydana gelen problemlerin çözümüne olumlu katkı sağlayacak yeterlilikte olmasıdır. Ailelerin, çocuklarındaki problemleri tüm şeffaflığıyla gözlemleyip danıştıkları uzmanların bu alandaki yetkinliğini araştırma ve tedavi süreçlerine dair bilgi edinme hakları her zaman bulunmaktadır. Çocukların hayatında var olan problemleri atlatmaları, aldıkları profesyonel desteğin doğruluğuna da bağlı olduğundan bu konuda yapılacak seçimlerin çok önemli olduğu unutulmamalıdır. Destek alacağınız kişinin uzmanlık alanı, aldığı terapi eğitimleri, mezun olduğu bölüm, edinmiş olduğu deneyimler konularında bilgi sahibi olmanız, karar aşamasına büyük katkı sağlayacaktır. Doğru zamanda doğru uzmana giderek çocuğunuz için en iyi adımı atabilirsiniz.
Kardeş Kıskançlığı
Kardeş sahibi olmak, dünyanın en güzel ve en zor duygularından biridir. Kardeş, çocuğun istediği zaman oyun oynayabileceği, eğlenebileceği, sevincini ve üzüntüsünü paylaşabileceği yanı başındaki en yakın arkadaştır. Çocuk için kardeş, son derece önemli bir kavramdır ve gelişimine büyük oranda aracılık eder. Ancak konu en değerli varlığı olan annesine, ailesine ya da sevdiği herhangi bir ortak kullanıma hizmet eden objeye geldiğinde işler değişir ve paylaşma zorunluluğu pek çok sorunu da beraberinde getirir. Bu da kardeş kıskançlığı konusunun en temel sebebidir. İlk çocuk veya tek çocuk, tüm ilgi ve sevgi odağının merkezindedir ve bu durumdan hayli memnundur. Annenin hamile olmasına paralel, meydana gelen fiziksel ve duygusal değişimler çocuğa da tesir eder, ilgi ve sevgi kavramlarının farklılaştığını kolaylıkla anlar. Hamilelik sürecinde kardeşiyle ilgili hazırlıkların yapılması, hamilelik yorgunlukları sebebiyle ilk çocuğuyla eskisi kadar ilgilenilememesi, çocukta kardeşine karşı negatif bir tutum yaratabilir. Kardeşin dünyaya gelmesi ile ona olan ilginin yoğunluğu, çocukta kıskançlık olarak dışa vurur ve kardeşini rakibi olarak görmesine neden olabilir. Çocuk, bu kıskançlığı yaşına paralel şekilde yansıtır. Kardeşle arasındaki yaş farkı ne kadar azsa, kıskançlık boyutu da o denli yüksek olur. En büyük tepki genelde anne ve kardeşe gösterilir. Çocuk, ebeveynlerinin kardeşiyle ilgilendiği süreçte kendini dışlanmış, yalnız hissederek anneye ve kardeşe karşı öfke içeren davranışlara başvurabilir. Kardeş Kıskançlığının Belirtileri Kardeş dünyaya geldikten sonra çocuk, kendine ayrılan zaman dilimine karşın kardeşinin temel bakımı için ayrılan zaman diliminin daha fazla olduğunu düşünerek ilgiyi üzerine çekmeye çalışabilir ve davranışsal olarak geriye dönüş özellikleri sergileyebilir. Altını ıslatma Bez bağlanmasını isteme Emzik ve biberon kullanımı Bebek gibi ağlama veya konuşma gibi eğilimler İçe kapanıklık Ağlama nöbetleri Kendine zarar verme eğilimi Stresli ruh hali Kuralları yok sayma Öfke patlamaları Kardeş Kıskançlığını Körükleyen Sebepler Kardeş kıskançlığını körükleyen bir diğer sebep de anne ve babanın sen artık ağabey / abla oldun diyerek çocuğun üzerine kardeş sebebiyle gereğinden fazla sorumluluk yüklemesidir. Bu davranış, kendini zaten değersiz hisseden çocuk üzerinde daha da yıkıcı etkiler bırakabilir. Kardeş kıskançlığı, çok olağandır. Çocukta oluştan kıskançlığı yok etmeye veya onu sevdirmeye çalışmak, çocukta negatif bir algı oluşturacaktır. Bunun yerine ona karşı açık olmanız, kardeşinin bakıma muhtaç bir bebek olduğunu ve o sebeple onunla ilgilenmek zorunda olduğunuzu anlatmalısınız. Ona sık sık seni çok seviyorum, iyi ki senin gibi bir kızım / oğlum var gibi ifadeler kullanarak onun sizin için çok önemli olduğunu sık sık dile getirmelisiniz. Kardeş kıskançlığı sebebiyle, normal dışı davranışlar, aşırı içe kapanık veya fazla hırçın, öfkeli davranışlar sergileyen çocukların bir uzman tarafından değerlendirilmesi gerekir. KÜBRA SALMAN PSİKOLOG
Çocukluk Çağı Travmaları Yetişkinlikteki İlişkilerimizi Nasıl Etkiliyor?
Yeni doğan bir bebek; dünyaya gözlerini açtığında hiçbir bilgi yoktur zihninde… Travmatik olaylardan uzakta, etrafında olup bitenleri anlamaya, anlamlandırmaya çalışır. Hayatı anlamlandırma çabası, ona bakan kişiler ve ebeveynleriyle şekillenir. Bağlanma; yaşamın ilk 2 yılında, ona bakan kişilerin duygusal ve öz bakım ihtiyaçlarını zamanında ve gerektiği şekilde karşılaması ile gerçekleşir. Bağlandığı kişilerin çocuğa; sevgi, şefkat ve ilgiyle yaklaşması çocuğun yaşadığı dünyayı güvenilir, risklerden uzak, mutlu yaşayabileceği bir yer olarak algılamasını sağlar ve olayların üstesinden gelme becerisi de bir o kadar artar. Bu sebeple çocukluk çağı travmalarının yetişkinlikteki ilişkilerimizi nasıl etkilediğini bu yazımızda ele aldık. Çocuk; ebeveynlerinin yanlış tutumları dolayısı ile sevgiden ve ilgiden uzak büyüdüğünde ebeveynleri ile güvenli bağ kuramaz, güven duygusu pekişmediği gibi kendini mutsuz ve değersiz hisseder. Böyle bir ortamda, bu duygular ile büyüyen çocuk; gelecekte karşısına çıkan kişilere karşı da hep önyargılı yaklaşır ve ilişkilerine geçmişteki olumsuz ebeveyn deneyimlerini aktarır. Gelecekte, arkadaş ve eş seçiminde de ebeveynlerinin negatif özelliklerine benzer karakterleri seçmesi ve hayatına alması ile bu mutsuz döngünün sürekliliği kaçınılmaz olur pek çok zaman… Öte yandan hayatta çok da tecrübesi olmayan bir çocuk travmatik bir deneyim yaşadığında bu durumla nasıl baş etmesi gerektiğini bilmediği için duygusal ve davranışsal problemler baş gösterebilir. Travmatik deneyimler deprem, afet, ailedeki kayıp veya vefatlar, taciz, tecavüz, fiziksel veya duygusal şiddet sebebiyle oluşabileceği gibi; kronik şekilde uygulanan yanlış ebeveyn tutum ve davranışları sebebiyle de oluşabilir. Yaşanan travmatik olayın çocuk üzerinde bıraktığı etkinin büyüklüğüne göre çocuğun gelecekti hayatı da o olayın etkisi altında kalır ve bu durum ömür boyu sürebilir. Çünkü çocuğun nasıl baş etmesi gerektiğini bilmediği bir travmayı hayatının her anına taşımasının sebebi; bu travmanın çözümlenmemiş olmasıdır. Çocukluk Çağı Travmalarının Etkileri Yaşanan travmanın şiddetine bağlı olarak çocukluk çağı travmaları yetişkinlikteki ilişkileri de olumsuz yönde etkiler. Örneğin; evde fiziksel ve duygusal şiddet gören çocuk, yetişkinlikte saldırgan veya şiddete eğilimli bir birey olabilir ve çevresiyle iletişiminde ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Yakınını kaybeden bir çocuk, sevdiklerini kaybetme korkusu ile içe kapanık bir birey olabilir; ciddi anksiyete veya depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar yaşayabilir ve bu durum ilişkilerini negatif yönde etkileyebilir. İstismara uğrayan bir çocuk, karşısına çıkan kişilerden korkuyla kaçabilir, güven problemleri yüzünden sosyal hayattan uzaklaşarak yalnızlığı tercih edebilir. Çocukluk çağı travmaları sebebiyle tüm hayatınız ve ilişkileriniz etkilendiyse, çözüm için geç kaldığınızı düşünmeyin. Profesyonel olarak alınacak psikolojik destek, yaşanan travmaları nötr hale getirerek kişiyi travmanın etkilerinden arındırır ve geri kalan hayatınızı, travmaların etkilerinden arınmış olarak sürdürmenizi sağlar. Psikolog Nadire Gül Demir