Sabah alarmıyla uyanmak, gün boyunca bitmek bilmeyen görevleri tamamlamak, akşam eve geldiğinizde hâlâ zihninizin işte olması… Tanıdık geliyor mu? Modern yaşamın temposu, birçok insanı tükenmişliğin eşiğine getiriyor. “İş ve hayat dengesi” artık bir lüks değil, ruhsal sağlığımız için bir zorunluluk haline geldi. Peki, bu dengeyi nasıl kurabiliriz? Tükenmişlik Sendromunun Sinyalleri Nelerdir? İş ve özel hayat arasındaki sınır silikleştiğinde, beden ve zihin alarm vermeye başlar. En sık görülen belirtiler: Sürekli yorgunluk ve motivasyon kaybı Uyku sorunları, huzursuzluk İşe karşı isteksizlik, tatminsizlik Sosyal ilişkilerde kopma, içe çekilme Bu belirtiler, zamanla depresyon ve anksiyete bozukluklarına zemin hazırlayabilir. Bu yüzden sinyalleri görmezden gelmemek önemlidir. Dengeli Bir Yaşam İçin Neler Yapılabilir? İş ve hayat arasındaki dengeyi kurmak, yalnızca zaman yönetimiyle değil, aynı zamanda psikolojik farkındalıkla da mümkündür. Bu denge, tükenmişliğin önüne geçmenin ve yaşam doyumunu artırmanın anahtarıdır. Peki, nereden başlamalı? Zamanı bilinçli kullanın: Her gününüzün belirli bir ritmi olmalı. Sabahları kendinize birkaç dakikalık sessiz bir zaman yaratmak, günün temposunu daha sağlam karşılamanıza yardımcı olur. Günlük görevlerinizi öncelik sırasına göre planlayın ve kısa molalar vermekten çekinmeyin. Sınır koymayı öğrenin: İş, yaşamınızın sadece bir parçası. E-postalarınıza mesai saatleri dışında yanıt vermemek, işin zihninizde sürekli bir yer işgal etmesini engeller. Sınırlar, başkalarına değil, kendinize verdiğiniz bir değerdir. Kendinize alan açın: Sizi dinlendiren, yeniden enerji veren etkinlikler hayatınızda mutlaka yer bulmalı. Sevdiğiniz bir kitap, kısa bir yürüyüş, sevilen bir müzikle baş başa kalmak… Tüm bunlar zihinsel hijyen için gereklidir. Çünkü sadece çalışarak değil, yaşayarak da var oluruz. Destek istemekten çekinmeyin: Zorlandığınızı fark ettiğinizde bunu kabul etmek güçsüzlük değil, olgunluk göstergesidir. Gerekirse bir uzmandan profesyonel destek alarak kendiniz için en doğru yolu keşfedebilirsiniz. Yalnız olmadığınızı bilmek, ruhsal dayanıklılığınızı güçlendirir. Ruhsal Dayanıklılık Bir Seçim Olabilir mi? İş ve hayat dengesi, kusursuz bir denge tahtası gibi sürekli sabit tutulması gereken bir yapı değildir; aksine inişleri, çıkışları, duraksamaları olan bir süreçtir. Bu süreçte önemli olan, sınırlarımızı fark etmek ve ihtiyaçlarımızı göz ardı etmeden yaşamı sürdürebilmektir. Tükenmeden üretmek, yalnızca çalışmaya odaklanmakla değil, aynı zamanda dinlenmeye de izin vermekle mümkündür. Bazen bir adım geri çekilmek, yönünüzü yeniden belirlemek için ihtiyaç duyduğunuz farkındalığı sağlar. Gerçek dayanıklılık, durabilmeyi ve yeniden başlayabilmeyi seçebilmektir. Ve bu seçim, her gün yeniden yapılabilir. Peki, siz bu seçimi yapmakta güçlük çekiyor musunuz? Bugün kendinize öncelik verin, bir uzmandan destek almayı ertelemeyin. Bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Yeme Bozukluklarını Anlamak: Vücut Değil, Ruh Sinyal Veriyor Olabilir
Aynaya baktığınızda gördüğünüz şey yalnızca bedeniniz değil kimi zaman yetersizlik hissi, bastırılmış duygular veya kontrol edilemeyen kaygılardır. Yeme bozuklukları yalnızca fiziksel sağlıkla ilgili olmayabilir. Belki de içinizdeki bir çığlığın dışa vurumudur. Yemekle kurulan bağ, çoğu zaman duygularla kurulmuş bir ilişkidir. Asıl mesele, ruhun açlığını ve doyumsuzluğunu anlayabilmektir. Yeme Bozukluğu Nedir? Belirtiler ve Görünmeyen Yönleri Beslenme bozukluğu nedir sorusu, çoğu zaman yalnızca anoreksiya ya da bulimiya gibi tanılarla sınırlı algılanır. Oysa ki duygusal yeme, gizli tıkınırcasına yeme davranışları, yemek sonrası suçluluk duygusu da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bu rahatsızlıklar; kontrol ihtiyacının bir yansıması, travma sonrası gelişen bir başa çıkma stratejisi veya değersizlik hissinin dışavurumu olabilir. Belirtiler arasında: Aşırı kalori kısıtlaması veya kontrolsüz yemek atakları, Vücut ağırlığı ve görünümle ilgili yoğun takıntılar, Yemek sonrası kusma, laksatif kullanımı veya aşırı egzersiz yer alabilir. Bu belirtiler, bireyin yaşadığı duygusal yükün fiziksel ifadesi olarak karşımıza çıkar. Duygularla Yemek Arasındaki Karmaşık İlişki Yeme davranışı, sadece açlığı gidermekle ilgili değildir. Stres, yalnızlık, öfke ya da utanç gibi duygular, kişiyi yemeğe yöneltebilir. Özellikle çocuklukta yeterince onaylanmayan, duygularını ifade etmekte zorlanan bireyler, yemek yoluyla bu eksikliği telafi etmeye çalışabilir. Yani yemek, sevginin veya kontrolün yerine geçebilir. Bu noktada, sorunun kaynağına inmek ve duygusal ihtiyaçları görmek gerekir. Psikolojik Destek Neden Hayati? Yeme bozukluklarının yalnızca diyetle ya da fiziksel müdahalelerle düzelebileceğini düşünmek yanıltıcıdır. Bu bozuklukların altında yatan duygusal ve bilişsel yapıyı anlamadan sürdürülebilir bir iyileşme mümkün olmayabilir. Danışmanlık, özellikle bilişsel davranışçı terapi, bireyin yeme davranışlarını ve düşünce kalıplarını keşfetmesine yardımcı olur. Ayrıca aile terapisi ve grup çalışmaları da kişinin sosyal desteğini güçlendirebilir. Ruhunuz Doymadan Bedeniniz İyileşemez Yeme bozuklukları yalnızca bir “beslenme problemi” tanımının da ötesinde, işinin iç dünyasındaki çatışmaların bir yansımasıdır. Eğer bedeninize değil, duygularınıza kulak verirseniz asıl iyileşme orada başlar. “Beslenme bozukluğu nedir?” diye sorarken aynı zamanda “Ben içimde neleri bastırıyorum?” diye de sormak gerekir. Bu yolculukta kendinize yüklenmeden, şefkatle ve profesyonel destek eşliğinde ilerleyerek ruhunuzu doyurabilirsiniz. Çünkü her beden, ruhunun izlerini taşır. Bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Online Psikolog: Çevrim İçi Terapi Hangi Konularda Etkilidir?
Modern hayatın temposu içinde kendimize vakit ayırmak giderek zorlaşıyor. İş, aile ve günlük sorumluluklar arasında psikolojik destek almak isteyen birçok kişi, terapiye gitmeye fırsat bulamıyor. İşte tam bu noktada online psikolog desteği devreye giriyor. Peki, çevrim içi terapi hangi konularda gerçekten etkili? Kaygı ve Stres Yönetimi Günlük yaşamın getirdiği stres ve kaygı bozuklukları, online terapiyle etkili bir şekilde yönetilebilir. Özellikle anksiyete bozukluğu olan bireyler, evlerinin konforunda terapiye katılarak kendilerini daha güvende hissedebilirler. Online psikolog desteğiyle, stresin kaynakları belirlenir ve uygun baş etme mekanizmaları geliştirilir. Depresyon ve Duygusal Zorluklar Depresyon, kişinin günlük yaşamını, ilişkilerini ve genel yaşam kalitesini derinden etkileyen bir durumdur. Özellikle sosyal kaygı veya motivasyon eksikliği nedeniyle yüz yüze terapiye gitmekte zorlanan kişiler için online terapi, daha erişilebilir ve rahatlatıcı bir seçenek olabilir. Çevrim içi terapilerde, bilişsel davranışçı terapi (BDT) gibi bilimsel olarak kanıtlanmış yöntemler kullanılarak kişinin olumsuz düşünce kalıplarını fark etmesi ve bunları değiştirmesi sağlanır. Ayrıca, duygusal regülasyon teknikleri ve farkındalık çalışmalarıyla bireyin kendini daha iyi tanıması ve duygularını yönetmesi desteklenir. İlişki ve Çift Terapisi İlişkilerde yaşanan iletişim problemleri, güven sorunları veya duygusal kopukluklar, online psikolog desteğiyle çözülebilir. Çift terapisi, bireylerin birbirlerini daha iyi anlamalarını sağlar ve sağlıklı bir iletişim geliştirmelerine yardımcı olur. Uzaktan terapi sayesinde, farklı şehirlerde yaşayan çiftler bile birlikte destek alabilir. Travma ve Kayıp Süreci Travmatik olaylar, birey üzerinde derin izler bırakabilir ve uzun vadede psikolojik rahatsızlıklara yol açabilir. Online terapi, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ve yas süreci gibi konularda etkili destek sunabilir. EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi yöntemler, çevrim içi ortamda da uygulanabilir ve kişinin yaşadığı travmayla yüzleşmesini kolaylaştırabilir. Ruhsal Destek Her Yerde Yanınızda Online psikolog desteği, yüz yüze terapi kadar etkili olabilir ve bireylere esneklik sağlar. Zaman veya mekân engeline takılmadan, ihtiyacınız olan desteği almak mümkün. Ruh sağlığınız en az fiziksel sağlığınız kadar önemli. Kendinize iyi bakmak için bir adım atın ve ihtiyaç duyduğunuz desteği ertelemeyin. Online psikolog desteği için bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Karamsarlığa “Dur” Demek Mümkün mü?
Hayat bazen bize zorlayıcı, karanlık ve çıkmaz gibi hissedilen anlar sunar. Karamsarlık, bu duyguların en yoğun hali olabilir. Peki, karamsarlığa “dur” demek gerçekten mümkün mü? Karamsarlığın, zihin dünyamızda nasıl etkiler yarattığını anlamak, bu olumsuz düşüncelerin üstesinden gelmek için ilk adım olabilir. Karamsarlığın Psikolojik Temelleri Karamsarlık, genellikle geçmiş deneyimler ve gelecekle ilgili belirsizliklerin bir birleşimidir. Kişinin, geleceği karamsar bir şekilde öngörmesi, kendini çaresiz hissetmesine yol açabilir. Bu durumda zihin negatif düşüncelerle dolup taşar ve kişi hayatındaki olumlu yanları görmekte zorlanır. Ancak bu durum değişebilir. Psikolojik yaklaşımlar ve sağlıklı alışkanlıklar, bu karamsar döngüyü kırmakta büyük rol oynar. Karamsarlık Nasıl Geçer? Etkili Yöntemler Bilişsel Farkındalık ve Yönlendirme Karamsar düşünceler, genellikle otomatik ve bilinçli olmayan zihinsel alışkanlıklardan kaynaklanır. Bu düşüncelerin farkında olmak, ilk adımdır. Kişi, zihnindeki olumsuz inançları tanıyarak onları sorgulamaya başlar. Bu farkındalık, kişi için daha sağlıklı ve gerçekçi bir bakış açısına geçiş yapmanın temelini oluşturur. Zihinsel döngüleri kırmak için bilişsel terapi tekniklerinden faydalanmak da oldukça etkilidir. Olumlu İçsel Diyalog ve Yeniden Çerçeveleme Karamsarlık, genellikle kendimize ve çevremize dair olumsuz yargılardan beslenir. Bu noktada, kendi içsel diyalogumuzu dikkatle incelemek önemlidir. Kendimize söylediğimiz sözlerin farkına vararak negatif düşünceleri olumlu bir şekilde yeniden çerçevelemek, karamsarlığın etkisini önemli ölçüde azaltabilir. Bu süreç, sadece düşünceleri değil, aynı zamanda duyguları dönüştürme gücüne sahiptir. Biyolojik Dengeyi Destekleyen Alışkanlıklar Zihinsel sağlığımız, biyolojik dengenizle doğrudan ilişkilidir. Fiziksel aktivite, endorfin salgılayarak ruh halimizi iyileştirir ve stresle başa çıkmamıza yardımcı olur. Düzenli egzersiz yapmak, zihni rahatlatır ve karamsar düşüncelerin yerini daha net ve sağlıklı bir bakış açısına bırakır. Aynı şekilde, doğada vakit geçirmek de sinir sistemini sakinleştirir ve zihinsel yükleri hafifletir. Karamsarlığı Kırmak: Yeniden Umudu Keşfetmek Mümkün Zihnimiz, karanlık düşüncelere takılı kaldığında bile doğru adımlarla yeniden aydınlık bir yola yönlendirilebilir. Psikolojik yaklaşımlar ve bireysel farkındalıkla bu zorlayıcı ruh halinden çıkmak mümkündür. Kendi zihinsel sağlığınız için atacağınız her küçük adım, karamsar düşüncelerin ve duyguların yerine daha sağlıklı, umut dolu bir bakış açısını yerleştirecektir. Eğer karamsarlığın sizin yaşamınızda da engelleyici bir rol oynadığını hissediyorsanız, yalnız değilsiniz. Her insan bu yolculukta kendi hızında ilerler. Bu olumsuz döngüyü kırmak ve daha parlak bir geleceğe doğru adım atmak için bir uzmandan destek almak, zihinsel sağlığınızda önemli bir dönüşüm sağlayabilir. Kendinize bir adım daha yaklaşmaya hazırsanız bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Terk Edilme Korkusu Nasıl Yenilir?
Terk edilme korkusu, modern ilişkilerin görünmez zinciridir ve pek çok kişinin duygusal hayatını gölgeleyebilir. Bu korku, insanları derinden etkileyerek hem kişisel gelişimlerini hem de ilişkilerini zedeleyebilir. Terk edilme korkusunu yenmek, sağlıklı ve mutlu ilişkiler kurabilmenin kapısını açan bir anahtar niteliğindedir diyebiliriz. Peki, bu korkuyla nasıl başa çıkabiliriz? Terk edilme korkusunu yenmek için atabileceğiniz adımlara birlikte bakalım. Terk Edilme Korkusunun Nedenleri Çocukluk Dönemi Travmaları Terk edilme korkusunun kökenleri genellikle çocukluk dönemine dayanır. Ebeveynler tarafından ihmal edilme, terk edilme, sevilen bir kişinin kaybı veya sevgi eksikliği gibi deneyimler, ilerleyen yaşlarda bu korkunun gelişmesine neden olabilir. Bu nedenle, çocukluk döneminde yaşanan travmaları anlamak ve bu konuda profesyonel yardım almak önemlidir. Düşük Öz saygı ve Güvensizlik Düşük öz saygı ve güvensizlik de terk edilme korkusunun başlıca nedenlerindendir. Kişinin kendine olan güven eksikliği, ilişkilerde sürekli olarak terk edilme endişesi yaşamasına yol açabilir. Bu durum, hem kişinin kendine olan saygısını hem de ilişkilerini olumsuz etkiler. Terk Edilme Korkusunu Yenmenin Yolları 1. Profesyonel Yardım Almak Terk edilme korkusunu yenmek için en etkili yollardan biri, bir psikologdan yardım almaktır. Uzmanlar, korkularınızın kökenini anlamanıza ve bu korkularla başa çıkma stratejileri geliştirmenize yardımcı olabilir. Terapi süreci, bilinçaltında yatan travmaların çözülmesini ve sağlıklı bir öz saygı geliştirilmesini sağlar. 2. Kendinizi Tanımak ve Kabullenmek Kendinizi tanımak ve kabullenmek, terk edilme korkusunu yenmenin önemli bir adımıdır. Güçlü ve zayıf yönlerinizi keşfederek bu yönlerinizle barışabilirsiniz. Kendinize değer verdiğinizde, terk edilme korkusuyla başa çıkmanız daha kolay olacaktır. 3. Sağlıklı İletişim Kurmak İlişkilerde sağlıklı iletişim, terk edilme korkusunu azaltma yolunda atabileceğiniz önemli adımlardandır. Duygularınızı ve düşüncelerinizi açık bir şekilde ifade edip partnerinizle güven temelli bir ilişki kurabilirsiniz. İletişim eksikliği, yanlış anlaşılmalara ve güvensizliklere yol açabilir. Bu nedenle, açık ve dürüst bir iletişim kurmaya özen gösterin. 4. Geçmişi Geride Bırakmak Geçmişte yaşanan olumsuz deneyimlere takılı kalmak, mevcut ilişkilerinizi olumsuz etkileyebilir. Geçmişi bırakmak ve anı yaşamak, terk edilme korkusunu yenmek için önemlidir. Geçmişteki deneyimlerden ders çıkarmak gerekir elbette, ancak bu deneyimlerin şu anki ilişkilerinizi yönetmesine izin vermeyin. Geçmişinizde aşmakta güçlük çektiğiniz deneyimlerle ilgili olarak da bir uzman desteğine başvurabilirsiniz. 5. Kendinize Zaman Ayırmak Kendinize zaman ayırmak, kendi ihtiyaçlarınızı ve isteklerinizi anlamanıza yardımcı olabilir. Kendi başınıza zaman geçirmek, bağımsızlığınızı ve öz güveninizi artırır. Bu da terk edilme korkusuyla başa çıkmanızda size güç verecektir. Terk edilme korkusu, doğru adımlar atıldığında yenilebilir bir durumdur. Profesyonel yardım almak, kendinizi tanımak ve sağlıklı iletişim kurmak bu süreçte size yardımcı olacak temel adımlardır. Unutmayın, herkesin değeri vardır ve siz de sağlıklı ve mutlu ilişkileri hak ediyorsunuz. Kendi değerinizi anlayarak terk edilme korkusunun gölgesinden uzaklaşmaya hazırsanız bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Projeksiyon Yani Psikolojide Yansıtmaya Dair
Her bireyin sevdiği özellikleri de vardır sevmediği özellikleri de. Örneğin; özgüveni yüksek olan ve bununla gurur duyan bir birey, aşırı tez canlılığı yüzünden hata yapıyor ve bu özelliğinden hiç hoşlanmıyor olabilir. Kişi, sevdiği bu özelliğini dışa vururken hatalara sebep olan tezcanlılık özelliğini sevmiyor ve kabullenmiyor olabilir. Tam da bu noktada tezcanlılığın sebep olduğu o sabırsız ve aceleci davranışlar, sanki bir başkasında varmış gibi ortalığa saçması; yansıtma yani psikolojide projeksiyon olarak tanımlanır. Bu durum tamamen bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkar ve bu bireyler, sorunların kendinde değil kendi dışındaki nedenlere bağlı olduğuna inanırlar. Projeksiyonun Ortaya Çıkma Sebepleri Nelerdir? Kişide strese sebep olan, içinde bulunduğu durumdan uzaklaşmak istediği anlarda bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkan projeksiyon; aslında olumsuz durumlarda benlik bütünlüğünü sağlamak amacıyla oluşur. Kişi; suçlu, başarısız, hatalı veya eksik olduğunu hissettiği düşünce ve davranışları başkalarının üzerine atarak o düşünce veya davranışı sanki kendine ait değilmiş gibi varsayar. Örneğin; satış departmanında işe giren bir kişinin, birkaç ayda hedeflerini tutturamaması üzerine, performansını düşünmesi yerine ekonominin kötü olması ya da ülkenin iyi yönetilememesi gibi sorunları yansıtması; psikolojide projeksiyona iyi bir örnektir. Kişi, kötü bir satışçı olduğunu kabul etmeyerek bu durumu ülke ekonomisine yansıtmıştır. Bu durumda da psikolojik olarak kendini korumaya almıştır. Bir başka örnek olarak, karısını aldatan bir kişinin karısının davranışlarının kendisini bu duruma düşürdüğünü vurgulaması da, projeksiyona romantik ilişkiler çerçevesinde bir örnektir. Veya aldatma arzusunu bastırmakta zorlanan bir kişinin, partnerinin-eşinin kendisini aldattığı takıntısına kapılması da bir yansıtma örneğidir. Projeksiyonu narsisist kişilik bozukluğuna sahip kişiler de çok kullanmaktadır. Bu kişiler genellikle; empatiden uzak, küçümseyici, suçlayıcı davranışlar sergilerler. Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip kişilere bu davranışlara sahip olduğu dile getirildiğinde; genellikle esas suçun karşı tarafta olduğu, karşıda hata olduğu için bu davranışları sergilediklerini ifade ederler. Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerde bu düşünce ve davranışlar fazlaca görülür, kendilerini hep mükemmel olarak özümsedikleri için hata yapma ihtimalleri yoktur; ortada bir hata veya suç varsa kaynağı hep karşı taraf veya dış etmenlerdir. Eğer gündelik yaşamda sürekli olarak yansıtma yapıyorsanız ve bu durum hayatınızı ve ilişkilerinizi zedeliyorsa bir uzmandan destek alabilirsiniz. Bizimlewww.psikolojiantalya.com adresinden ya da +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Terapötik İlişki ve Önemi
İlişkiler, bireylerin bağlantı kurmasına yarayan en önemli unsurdur. Aynı zamanda ilişkiler, insan hayatına yön vererek hayatı kökünden değiştirebilecek güce sahiptir. Sosyal hayatımızda yer edinen ilişkilerimiz aynı zamanda profesyonel hayatımızda da önemli bir büyüklüğe sahiptir. İlişkilerin pek çok çeşidi vardır ve bunlardan biri arkadaşlarımız veya ailemiz ile kurduğumuz sosyal ilişkidir. Bu ilişki türü duygulara yöneliktir. Ancak ilişkiler yalnızca duygulara yönelik olmaz. Profesyonel hayatta bireylerin hayatına pozitif yönde etki etmek adına kurulan bir ilişki türü olan terapötik ilişki, bireylerin psikolojik problemlerinin çözümü doğrultusunda danışan ile danışman arasında kurulan özel bir ilişkidir. Bu özel ilişki, iki tarafın da birbirini tanıması, danışmanın danışanın sorunlarının çözümü için belirleyeceği en iyi yolları güven ve dayanışma içerisinde sürdürmesidir. Terapötik İlişki Nasıl Kurulmalıdır? Terapötik İlişkinin Kuralları Nelerdir? Terapötik ilişki için aynı zamanda kişinin sosyal hayatında kurduğu ilişkiden bağımsız olarak kurulan profesyonel bir ilişki türü denebilir. Danışman ile sağlıklı bir ilişki kurulması için kişinin kendini açık ve özgürce ifade etmesi çok önemlidir. Öte yandan terapötik ilişki, belirli etik kurallar etrafına çerçevelenmesi gereken, mahremiyetin önemli olduğu bir ilişkidir. İlişkinin kurulmasındaki amaç; danışmanın, danışan kişinin iç dünyasını keşfetmesi ve sorunlarına odaklanarak kişinin farkındalığını artırması yönündedir. Bu ilişkinin filizlenebilmesi için uyulması gerekli çok önemli unsurları içinde barındırır. Bunlardan bazıları şunlardır; -Terapist terapi süresince danışanın kendisi dışında ailesinden yakınlarından ya da arkadaşlarından kişilerle danışanın bilgisi ve izni olmadan görüşmez. -Terapist ile seans saatleri dışında acil durumlar dışında ilişki kurulmaz. -Terapist hediye kabul etmez. (Hediye verme gibi eylemler kendini gösterdiğinde bunlar terapi süreci çerçevesinde anlamlandırılmaya çalışılır.) – Terapist sosyal ortamlarda ve sosyal ilişkiler içinde danışan ile birlikte yer almaz. Hatta dış ortamlarda rastlanıldığında danışanın gizlilik kuralı çerçevesinde güvenliği uyarınca selamlaşma ve konuşma ortamından uzak kalmak terapistin eğilimi olacaktır. – Terapist terapisini yürüttüğü danışanın yakını olan birinin terapisinin sorumluluğunu üstlenmez. -Terapinin yapılacağı zaman diliminin önceden belirlenmiş olması, -Görüşmenin terapiye uygun ve dikkat dağıtmayacak bir oda içinde gerçekleşmesi gibi detaylar çok mühimdir. Terapötik ilişki içerisinde gizlilik çok önemlidir. Danışmanın sorunlara tarafsızca ve sonuç odaklı yaklaşması çok önemlidir. Terapötik ilişki; sosyal ilişkilerde olduğu gibi bir samimiyet içermez. Bu sebeple de özel hayatta görüşülen kişilerle danışman dahi olsa seans yapılmamalıdır. Tamamiyle profesyonel, sonuç odaklı, güven çerçevesi içerisinde ve yalnızca danışan ile danışman rollerinde olunmalıdır. Terapötik İlişkinin İletişim Teknikleri Nelerdir? -Yakından İlgilenme: Danışman; danışanının düşüncelerinin önemli olduğunu ona hissettirmelidir. Bu, yakından ilgilenme tekniği ile gerçekleştirilir. Danışanın kendine güveninin artması, daha özgürce konuşması için danışan ile yakından ilgilenmek çok önemlidir. -Konuşmaya Açık Davet: Danışmanın danışana açık uçlu sorular sormasıyla danışanının kendisine açılmasını ve konuları açıkça anlatmasını sağlamaya yarayan bir yöntemdir. Danışman ne kadar açık uçlu sorular sorarsa, danışanı da anlatmak istediği konuyu geniş perspektifte anlatabilir. Danışanın kaygılarını ve korkularını ortaya çıkartmak için bu teknik çok önemlidir. Danışmanın “Bu size nasıl hissettiriyor?” ya da “Bu düşünceler size neyi çağrıştırıyor?” gibi açık uçlu soruları sorması, danışanın verimli bir danışmanlık deneyimi geçirmesi için önemli parçalardır. -Asgari Düzeyde Teşvik: Danışmanın daha az konuşup, danışanın daha fazla konuştuğu tekniktir. Bu teknikte danışman, konuşmasını minimum derecede tutarak danışanı daha fazla konuşmaya teşvik etmeyi amaçlar. Arada anahtar kelimeler söyleyerek danışanın konuşmasını destekler. Bu şekilde danışan, anlattığı konularda daha açık ve detaylı olabilir. -İçeriğin Yansıtılması: Danışanın anlattığı olayların ona geri yansıtılması tekniğidir. Bu sayede danışan, danışmanının onu dinlediğini anlar ve düşüncelerini daha net ifade edebilir. -Sessizlik: Sessizlik; her ilişkide önemli olduğu gibi, terapötik ilişkide de önemlidir. Danışman bazen sessiz kalarak danışanının düşüncelerini toparlamasına, kendi iç dünyasında düşüncelerini daha belirgin hale getirmesine yardımcı olur. Terapötik ilişki, danışman ile danışan arasında; gizlilik, güven ve mahremiyet konuları çerçevesinde oluşan bir bağdır. Danışanın kendini güvende hissetmesi, özgürce konuşabilmesi ve kendi iç dünyasını yansıtabilmesi problemlerinin çözümü açısından çok önemlidir. Eğer siz de herhangi bir konuda profesyonel desteğe ihtiyaç duyuyorsanız profesyonel ekibimizle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Bastırılmış Duygularla Tanışmak ve O Duyguları Serbest Bırakmak
Hayatımızı duygu, düşünce ve eylemlerle yönetiriz. Duygularımız, bizi ihtiyaçlarımıza yönelten, motive eden psikofizyolojik bir değişimdir. Bu hisler dış yaşamın tehlikelerinden bizi korurken, sosyal ilişkilerimizdeki tutumlarımıza ve hayatımıza yön verir. Tecrübe ve deneyimlerin de katkılarıyla benzer durumlara karşı bize yaşanmış olan duyguları hatırlatarak olumlu ve olumsuz referans sağlar. Tüm bu his özgeçmişimiz düşünce ve davranışlarımıza işlenir. Öfkesinden nefretine, mutluluktan üzüntüsüne kadar yaşıyor olduğumuz tüm duygularımız oldukça sağlıklıdır ve hayatımıza kılavuzluk ederler. Ancak yaşamımızda bu denli normal olan bu duyguları bastırmak, yaşayamadan bedende tutsak kalmasına sebep olur. Duyguları Bastırmak Ne Demektir? İnsanların duygularını en yoğun olarak bastırdıkları ve bu duygular ile sonraki hayatlarına en çok şekil verdikleri dönem, çocukluk dönemidir. Toplumsal normlar etrafında çevrelenen durumlar, birey henüz çocukken en başta ebeveynler daha sonra da yakın çevre tarafından aşılanan düşünceler ile o an yaşanan duygunun aslında yaşanmaması gerektiğini kişiye öğretir. Çocuk, çevresinden bu durumu bilinçli veya bilinçsiz olarak öğrenir. Eve misafirliğe gelen bir çocuk, ev sahibi olan çocuğun en sevdiği oyuncağını kırması ve ev sahibi çocuğun ağlaması bu duruma çok güzel bir örnektir. Çünkü çok üzüldü ve sevdiği bir oyuncağı kaybetti. Anne ve babası da çok sevdiği oyuncağın kırılması karşısında üzülmesinin normal olduğunu tamir edebileceklerini veya yenisini alabileceklerini söylemesi yerine: ‘’Ayıp olur, misafirlerin yanında bağırılmaz, ağlamayı kes.’’ gibi tepkilerde bulunduğunda çocuk, bu üzüntü duygusunu bastırmaya çalışır. Aynı anda oyuncağı kıran çocuğun ağladığı için onunla alay etmesi de ev sahibi çocuğun üzüntü duygusunu etkileyecektir. Böylece yaşanan bu tecrübe alay ile beraberinde gelen üzüntü duygusunun çocuğa bastırılması gereken bir duygu olduğunu öğretecektir. Çocukluktan başlayan ve yıllar geçtikçe elde edilen düşünce tabakasının duygulara etkisi, bastırılmış duygular olarak karşımıza çıkar ve bir noktadan sonra taşabilir. Bu taşma durumları bazen yanlışlıkla söylenilen sözlerde, yapılan küçük hareketlerde veya rüyalarda kendini gösterebilir. Bu bastırılmış duygular size ilk başta yabancı hisler olarak gözükebilir. Ancak bu duyguların hayatın içerisinde roller oynadığını fark ettikçe bazı bastırılmış duygu ve düşüncelerin neler olduğu anlaşılabilir. Özellikle en çok bastırılan duygular olumsuz duygulardır. Aşağıdaki bazı cümleler, yaşanan duyguyu bastırma ve o duygudan ‘’kurtulmak’’ için çevreden duyulanlara örnektir: -Sahip olduklarına şükretmelisin -Daha kötüsü olabilirdi -Nankör olma -Üzgün olmayı bırak – Sakinleşmelisin Bastırılmış ve bedende kalmış duyguları serbest bırakmak için; olaylara verilen tepkiler ve hissedilen duygular fark edilmeli, özümsenmeli ve bilincin derinliğine saklanan durumlar etraflıca düşünülmelidir. Eğer bu durumu kendinizde farkediyorsanız bir uzmana başvurabilirsiniz. Bizewww.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Kimseyle Yakınlık Kuramamak Geçmişinizde Saklı
‘’Ben yalnızlığı seviyorum, birine bağlanmak dünyanın en zor işi, mesafe her zaman iyidir, birine sarılmak anlamsız geliyor…’’ Bu ve benzeri cümleler, çoğu insanın hayatında “mesafeli” olarak adlandırdığı kişilerden duyduğu cümlelerdir. Ancak bu cümleleri sarf eden kişiler, karşı tarafla ne kadar yakınlık kurmak isteseler de genellikle ellerinde olmayan sebeplerden dolayı yakınlık kuramazlar. Yakınlık korkusu adı verilen bu psikolojik sorunun kökeninde, kişinin geçmiş yaşantıları yatıyor olabilir. Geçmiş yaşantıların kişi üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler, kişinin kendisini başkalarından gelen yakın ilişki taleplerine kapatmasına ve onlardan uzaklaşmasına sebep olabilir. Yakınlık Korkusu Sebepleri Nelerdir? Yakınlık korkusu sebepleri genelde çocukluk dönemlerine dayanır. Yakınlık korkusunu doğuran nedenlerden bazıları; – Yaşanmış olan bir travma – Cinsel veya fiziksel istismar – Çocukken ebeveynlerin sevgi ve ilgiden mahrum bırakması – Yaşanmış olan kayıplar – Yakınlarındaki kişilerden birinin ağır rahatsızlığı – Terk edilme Yukarıda sıralamış olduğumuz sebepler, bireyin kişilerle arasına set çekmesine ve yalnızlık korkusu yaşamasına neden olabilir. Örneğin; Soğuk, çekingen veya mesafeli görünen bir kişi, aslında çocukluk yıllarında annesinden sevgi görmemiştir ve yetişkinliğinde de mahrum olduğu bu sevgiyi dışarı yansıtmayı başaramadığı için dışarıdan bu şekilde görünüyor olabilir. Çocuk yaşta ebeveynlerinden birinin kaybını yaşamış olan bir birey, yaşadığı büyük acıyı tekrar yaşamamak için herhangi birine yakınlık duymak istemeyebilir. Yaşayacağı olası kayba karşılık bir savunma mekanizması olarak bu durum ortaya çıkmış olabilir. Yakınlık Korkusu; romantik ve sosyal ilişkilerin tümünde veya yalnızca birinde gerçekleşebilir. Bunu belirleyen hususlar tamamen kişinin yaşantıları ile şekillenmektedir. Yaşanmış olan bu olumsuz durumların günümüze yansımaları, profesyonel destek ile çözüme kavuşabilir. Yakınlık korkunuz var veya bir tanıdığınız için profesyonel destek almak istiyorsanız www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Travma Kuşaklar Arası Aktarılır Mı?
Hayatta yaşanmış olan bazı olaylar kişiye öyle ağır gelir ki, kişinin bu olaylarla başa çıkması oldukça zordur. Başa çıkmakta zorluk yaşadığımız, hayatımızı derinden etkileyen, her an hatırımızda bulunan olayları psikolojide travma olarak adlandırmaktayız. Travmalar öyle sarsıcıdır ki her an sanki travma anını yaşıyormuşuz gibi kendimizi tehlikede hissederiz. Yaşam, o an üzerinden devam eder, yaşanan olay sürekli zihni meşgul eder ve sanki nefes alamıyor gibi hissederiz. Ancak bazen, ‘’bunu ben değil anneannem yaşamıştı, neden sanki ben yaşamışım gibi hissediyorum.’’ Gibi cümleler aklımızı karıştırır. Tam da bu noktada travma kuşaklar arası aktarılır mı? Sorusu gün yüzüne çıkar. Kuşaklar Arası Travma Nasıl Aktarılır? Çocukluk dönemi; hayatı öğrendiğimiz dönemdir. Bu dönemde ebeveyn ve bakım verenlerin hayatı çocuğa anlatma biçimi; çocuğun hayata bakışı, düşünce ve davranışlarına da büyük ölçüde yön verir. Ebeveyn veya bakım veren kişilerin yaşamış olduğu bir travma varsa, travmayı çağrıştıran bir durumda verdiği tepkileri çocuk da sosyal öğrenme yolu ile öğrenecek ve travmayı birebir yaşamasa bile sanki yaşamış gibi tepkiler verecektir. Örneğin; çocukluk veya ergenlik dönemlerinde cinsel travma yaşamış bir anne, ileriki dönemde kız çocuğu olduğunda kızını korumak için karşı cinsle olan arkadaşlıklarını kısıtlama eğiliminde olabilir, cinsellik konusunda baskı uygulayabilir. Baskılanan kız çocuğunda da tıpkı annesinde olduğu gibi vajinismus problemi yaşanabilir. Bir diğer örnek ise; bir trafik kazasında yakınını kaybetmiş olan bir bireyin, trafikte veya karşıya geçerken verdiği aşırı tepkiler çocuğunda da görülebilir. Genel olarak da ağır travma yaşamış olan bir birey travmanın etkisi altında; daha stresli, gergin, tahammülsüz olabilir, ani çıkışlar yapabilir. Böyle bir durumda, çocuğu da kendini sebepsiz yere stresli ve gergin hissedebilir, durumlara tıpkı ebeveyni gibi fevri davranışlarda bulunarak tepkiler verebilir. Bu ortamda büyümüş ve yetişkinliğe erişmiş olan bir bireyin de davranışları büyük oranda ebeveynlerininki gibi olacak ve onun çocukları da travma yaşamasalar dahi yaşamış gibi tepki vereceklerdir. Böylelikle kuşaklar arası travma aktarımı gerçekleşecektir. Ayrıca travmalar epigenetik olarak da kuşaktan kuşağa aktarılabilmektedir. DNA ların üzerinde birer şapka gibi duran epigenetik yapılar. Uygun ortam ve durumlarda aktifleşebilmektedirler. Epigenetik değişiklikler, değişemeyecek yapıda olan DNA’larımızın çevresel faktörlere, dinamik ve değişebilen yanıtlar vermesini sağlıyorlar. Ayrıca travmalara bağlı oluşan negatif yöndeki değişikliklerin pozitif bir şekilde de değiştirilebileceğini de gösteriyorlar. Travmanın kuşaklar arası aktarımını durdurmak mümkündür. Eğer yaşamış olduğunuz bir travmanız varsa veya hiç yaşamamış olmanıza karşın aktarım yoluyla travma yaşamış gibi tepkiler veriyorsanız, bir uzmana danışarak travmanın veya vermiş olduğunuz tepkilerin kökenini bulabilir ve çözüme kavuşturarak aktarımı da durdurabilirsiniz. Uzman görüş ve desteği için bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz.