Güçlü bireyler, sadece bilgiyle değil, sağlam bir iç dünya ile büyür. Bir çocuğun “yapabilirim” inancıyla yetişmesi, gelecekte karşılaşacağı sorunlarla baş edebilme kapasitesini doğrudan etkiler. Ancak her çocuk bu inançla doğmaz; bu güven duygusu, zamanla ve doğru destekle gelişir. Bir ebeveyn olarak, çocuğunuzun öz güvenini nasıl desteklediğiniz, onun hayattaki duruşunu belirleyebilir. Peki, çocuklarda öz güven eksikliği nasıl giderilir? Gelin, birlikte bu temeli sağlamlaştırmanın yollarına bakalım. Güvende Hissettiren Bir İlişki Kurun Öz güvenin temeli, çocuğun kendini sevilen ve kabul edilen biri olarak hissetmesidir. Onunla kurduğunuz ilişki ne kadar şefkatli ve tutarlıysa, o da kendini o kadar değerli hisseder. Eleştirilmeden dinlenmek, duygularının anlamlı bulunduğunu görmek çocukta “Ben önemliyim” algısını oluşturur. Göz teması kurarak dinlemek, gün içinde birkaç dakikalık kaliteli zaman ayırmak bile bu bağı derinleştirir. Unutmayın, güven duygusu gelişmemiş bir çocuk, ne kadar yetenekli olursa olsun potansiyelini ortaya koymakta zorlanabilir. Başarıya Giden Küçük Adımları Kutlayın Çocuğunuzun yaptığı resim mükemmel olmak zorunda değil; önemli olan onun emeği ve çabasıdır. “Ne güzel yapmışsın.” demek yerine, “Çok uğraşmışsın, ne kadar özendiğini görebiliyorum.” gibi süreç odaklı ifadeler kullanmak, çocuğun kendi gelişimini fark etmesine yardımcı olabilir. Böylece sadece sonuca değil, öğrenmeye odaklanır. Bu yaklaşım, küçük başarıların bile büyük bir öz güven inşasına dönüşmesini sağlar. Küçük adımların fark edilmesi, çocuğun daha fazlasını denemeye istekli olmasına katkı sunabilir. Hatalardan Öğrenmesine Fırsat Verin Koruma içgüdüsüyle her adımını düzeltmek isteyebilirsiniz ancak hata yapmasına alan tanımak, onun öğrenme sürecini besler. Bir çocuk düşmeden yürümeyi öğrenemez. Duygusal anlamda da aynısı geçerlidir. Hatalar, utanç nedeni değil, gelişim fırsatıdır. “Bu sefer olmadı, ama bir dahaki sefere nasıl yapabiliriz?” gibi yönlendirici sorularla hem düşünme becerilerini geliştirebilir hem de öz güvenini zedelemeden büyümesini sağlayabilirsiniz. Olumlu Bir Model Olun Çocuklar, söylediklerimizden çok, davranışlarımızı taklit eder. Kendinizle konuşma şekliniz, başarısızlıkla başa çıkma biçiminiz ve öz bakımınıza gösterdiğiniz özen, çocuğunuzun iç sesini şekillendirir. Kendi hatalarınızı kabul eden ve duygularını sağlıklı ifade edebilen bir ebeveyn, çocuğa da aynı yaklaşımı öğretir. Evde pozitif bir iletişim dili kullanmak, çocuğun kendine dair algısını doğrudan etkiler. Siz kendi öz değerinizin farkındaysanız, çocuğunuz da zamanla bu içsel gücü inşa edecektir. Öz Güven, İlk Adımı Evde Başlayan Bir Yolculuktur Çocuğunuzun öz güveni, onun hayata bakışını, insanlarla ilişkilerini ve hatta hayallerini etkiler. Güven duygusuyla büyüyen bir çocuk, risk almaktan korkmaz, yeni şeyler denemeye cesaret eder ve duygusal olarak daha dayanıklıdır. Bugün atacağınız her adım, onun yarın kendine inanarak yürümesine olanak tanıyacaktır. Çocuğunuzun duygusal gelişimini desteklemek için profesyonel bir bakış açısına mı ihtiyacınız var? Bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Ebeveyn Tutumları Çocuğun Kişiliğini Nasıl Şekillendirir?
Bir çocuk, dünyayı ilk kez anne ve babasının gözünden görür. Sevgi, güven, disiplin, sınırlar… Tüm bu kavramlarla tanıştığı ilk yer, aile evidir. Dolayısıyla da kişiliği içinde büyüdüğü ortam ve aldığı mesajlarla şekillenir. Peki, ebeveyn tutumları çocuğun benlik algısını, öz güvenini ve sosyal ilişkilerini nasıl etkiler? Hangi yaklaşım çocuğun psikolojik dayanıklılığını güçlendirir, hangisi kırılganlık yaratır? 1. Otoriter Tutum: İtaat Beklentisi, Bastırılmış Kişilik Otoriter ebeveynler katı kurallar koyar, çocuklarının söz dinlemesini bekler ve genellikle duygulara alan tanımaz. Bu tür bir yaklaşım, çocuğun kendi düşüncelerini ifade etmesini zorlaştırır. Sürekli eleştiriye maruz kalan çocuklar içe kapanabilir, düşük öz güven geliştirebilir ve yetişkinlikte otorite figürlerine karşı aşırı duyarlılık gösterebilir. 2. Aşırı İzin Verici Tutum: Sınır Yoksa Güven de Yok Aşırı hoşgörülü veya kontrolsüz ebeveyn tutumları, çocukta sınır kavramının gelişmesini engeller. Bu da çocuğun, hem kendine hem de başkalarına karşı sorumluluk hissetmeden büyümesine neden olabilir. Sınırların olmaması, çocuğun güvenli bağlanmasını da sekteye uğratabilir. Sonuç olarak dış dünyada kuralları anlamakta ve sürdürmekte zorlanan bireyler ortaya çıkar. 3. Duyarlı ve Tutarlı Tutum: Sağlıklı Kişilik Gelişiminin Temeli Empatik, kararlı ve sevgi dolu bir ebeveyn yaklaşımı; çocuğun hem duygularını tanımasına hem de kendini güvende hissetmesine olanak sağlar. Bu tutum, çocukların bağımsızlıklarını desteklerken aynı zamanda sınırlar içinde büyümelerine imkân tanır. Öz saygısı yüksek, duygusal olarak dengeli bireylerin temelinde genellikle bu ebeveyn modeli yatar. 4. Tutarsız Tutum: Belirsizlik Kaygıyı Artırır Bazen çok ilgili, bazen ise tamamen ilgisiz olan ebeveynler çocuğa net bir mesaj veremez. Bu belirsizlik ortamı, çocuğun duygusal ihtiyaçlarının karşılanmamasına ve kaygı düzeyinin artmasına neden olabilir. Çocuk, ne zaman ne tepki alacağını bilemediği için çevresine karşı güvensizlik geliştirebilir. Her Davranış, Bir Mesajdır Unutmamalısınız ki, her ebeveyn davranışı çocuğa bir mesaj verir. Çocuklar sadece sözleri değil, davranışları da okur. Ebeveyn tutumları, çocuğun benlik gelişimini doğrudan etkiler ve bu etkiler yaşam boyu devam eder. Önemli olan, çocuklarla kurulan ilişkinin sevgi, sınır ve tutarlılık ekseninde şekillenmesidir çünkü güçlü bir kişilik, güvenli bir bağdan doğar. Eğer kendi ebeveynlik tarzınızı keşfetmek veya değiştirmek istiyorsanız bir uzmandan destek almak hem sizin hem de çocuğunuzun psikolojik sağlığı açısından büyük fark yaratabilir. Bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Mutlu Bir Aile İçin Vazgeçilmez Temel Değerler
Aile, bir kişinin duygusal dünyasının temel taşlarını oluşturur. Mutlu bir aile için gereken temeller, sadece sevgi ve bağlılıkla sınırlı değildir. Bir ailenin sağlıklı bir şekilde büyümesi, güven, iletişim ve empati gibi temel değerlere dayalıdır. İdeal aile nasıl olmalıdır sorusuna verilecek cevaplar, her birey için farklılık gösterebilir ancak temel değerler her zaman ortak noktada buluşur. Bu yazıda, mutlu bir aile için vazgeçilmez olan temel değerleri inceleyeceğiz. 1. Güven: Ailenin Temel Taşı Ailede güven, ilişkilerin sağlam temeller üzerinde durmasını sağlar. Güvenin olmadığı bir ailede, sağlıklı iletişim ve empati kurulması oldukça zordur. İdeal bir ailede, bireyler birbirlerine güven duyar, açıkça konuşabilir ve duygusal ihtiyaçları konusunda dürüst olabilirler. Güven, yalnızca büyük kararlar için değil, günlük yaşamda da her anın bir parçası olmalıdır. Örnek: Bir çocuk, ailesine bir sorunu açtığında aile üyeleri ona yargılayıcı olmayan bir şekilde yaklaşır, çözüme yönelik destek sağlar. Bu, çocuğun kendisini güvende hissetmesini sağlar. 2. İletişim: Duygusal Bağları Güçlendiren Köprü İletişim, aile içinde anlaşılmanın ve bir arada olmanın anahtarıdır. Açık ve dürüst iletişim, aile üyelerinin birbirlerinin duygusal ihtiyaçlarını anlamalarına yardımcı olur. Ailenin her bireyi, kendini ifade edebilme özgürlüğüne sahip olmalı ve bu ifade, anlayışla karşılanmalıdır. İdeal ailede, bireyler arasındaki konuşmalar, saygı ve sevgi çerçevesinde gerçekleşir. Örnek: Aile içindeki küçük bir anlaşmazlık, açık bir iletişimle çözüme kavuşturulabilir. Anne ve baba, çocuklarıyla konuşarak duygusal ihtiyaçlarını anlamaya çalışır ve ortak bir çözüm bulurlar. 3. Empati: Birbirini Anlamanın Gücü Empati, bir ailedeki ilişkileri derinleştirir. Aile üyelerinin birbirlerinin duygularına duyarlı olması, hem bireysel hem de toplu anlamda güçlü bağlar kurar. İdeal ailede, herkes birbirinin duygularını anlamaya çalışır ve bu anlayış, aile içindeki sevgi ve saygıyı pekiştirir. Empati, sadece yakın ilişkilerde değil, tüm ailedeki bireylerin birbirlerine olan yaklaşımında da önemli bir rol oynar. Örnek: Bir ebeveyn, çocuğunun okulda zor bir gün geçirdiğini fark ettiğinde, hemen bir çözüm önermek yerine, ona duygusal destek verir ve ne hissettiğini anlamaya çalışır. İdeal Aile Nasıl Olmalıdır? Mutlu bir aile, her bireyin kendini değerli ve anlaşılmış hissettiği bir ortamda büyür. İdeal aile, güven, iletişim ve empati gibi temel değerlere dayalıdır. Bu değerler, ailenin sağlıklı ilişkiler kurmasını ve birlikte güçlü bir bağ oluşturmasını sağlar. Ailenizde bu temel değerleri benimseyerek hem bireysel hem de toplu anlamda güçlü ve sağlıklı ilişkiler kurabilir, mutlu bir aile hayatı sürdürebilirsiniz. Ancak bu dinamikleri kurmakta veya sürdürmekte güçlük çekiyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Güvenli Bağlanma ve Yaşamımıza Olan Etkisi
Güvenli bağlanma, insan yaşamının temel yapı taşlarından biridir. Çocukluk döneminde gelişen bu derin bağ, bireyin yetişkinlik döneminde kurduğu ilişkilerin temelini oluşturur ve yaşam kalitesini önemli ölçüde etkiler. Peki, güvenli bağlanma tam olarak nedir ve hayatımıza nasıl yansır? Güvenli Bağlanma Nedir? Güvenli bağlanma, çocuğun güvende ve iyi bakıldığını hissetmesi, ihtiyaçlarına karşı özenli ve duyarlı davranılması sonucu oluşur. Bu bağlanma türü, çocuğun kendini güvende ve sevgi dolu hissetmesini sağlar. Çocuğun ihtiyaçlarının zamanında ve tutarlı bir şekilde karşılanması, güvenli bağlanmanın temelidir. Ayrıca başarıların desteklenmesi ve başarısızlıklarla nasıl baş edileceğinin öğretilmedi, koşulsuz sevgi verilmesi, şefkat gibi unsurlar da güvenli bağlanmanın gelişebilmesi için önemlidir. Güvenli bağlanma geliştiren çocuklar, kendilerini değerli ve sevgiye layık hissederler, benliklerini daha iyi algılarlar ve sosyal ilişkilerde daha yeterli tutuma sahip olurlar. Güvenli Bağlanmanın Belirtileri Güvenli bağlanma geliştiren bireylerin belirli özellikleri vardır: Özgüven: Güvenli bağlanma geliştiren kişiler, kendilerine ve yeteneklerine güven duyar, hedeflerine ulaşma konusunda kararlıdır. Sağlıklı İlişkiler: Bu bireyler, güven dolu ve sağlıklı ilişkiler kurabilir, sevdiklerine karşı açık ve dürüst davranabilirler. Duygusal Dayanıklılık: Güvenli bağlanma geliştiren kişiler, zor durumlarla başa çıkmada daha dirençlidir ve strese karşı daha dayanıklıdır. Empati: Diğer insanların duygularını anlama ve onlara karşı empati gösterme yetenekleri yüksektir, bu da onları iyi birer dinleyici ve destekleyici arkadaş yapar. Güvenli Bağlanmanın Olumlu Etkileri Güvenli bağlanma, bireyin yaşamının birçok alanında olumlu etkiler yaratır. Güvenli bağlanma geliştiren çocuklar, okulda daha başarılı olurlar ve akademik olarak daha yüksek performans sergilerler. Sosyal becerileri gelişmiş olan bu bireyler, daha iyi arkadaşlıklar kurar ve sosyal ortamlarda daha rahat ederler. Duygusal olarak daha sağlıklı olan bu kişiler, depresyon ve anksiyete gibi duygusal sorunlarla daha az karşılaşırlar. Ayrıca, güvenli bağlanma, romantik ilişkilerde memnuniyetin artmasına yardımcı olur ve daha sağlıklı, tatmin edici ilişkiler yaşamalarını sağlar. Güvensiz bağlanma deneyimleyen çocuklar ise ileriki yaşlarda stres anlarında kendi benliklerini sorgulayan, olumsuz durumlarla mücadele edemeyen, öz güven ve öz saygı geliştiremeyen, iletişim eksikliği yaşayan yetişkinlere dönüşürler. Güvenli bağlanma, bireyin yaşamının her alanında olumlu etkiler yaratan temel bir unsurdur. Sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdürmek için çocukların güvenli bağlanma geliştirmelerine yardımcı olmak son derece önemlidir. Unutmayın, güvenli bağlanma, bireyin kendine ve başkalarına güven duymasını sağlar ve daha işlevsel bir yaşamın temelini oluşturur. Güvenli bağlanma konusunda bir uzmana danışmak istiyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Sevgi ve Saygı İnsan İlişkilerinde Neden Önemlidir?
İnsan hayatının en derin ve anlamlı anları, diğer insanlarla kurduğumuz bağlarda saklıdır. Sevgi dolu bir bakış, saygılı bir davranış, kalbimizi ısıtan ve ruhumuza dokunan hatıralar yaratır. Bu iki değer, zorlukları aşmamıza yardımcı olur ve en derin bağlarımızı kuvvetlendirir. Bizleri böyle iyileştirme gücüne sahip sevgi ve saygının insan ilişkilerindeki rolüne daha yakından bakalım. 1. Sevgi ve Saygı Güven Oluşturur Güven, sağlıklı ilişkilerin temelidir ve sevgi ile saygı bu güvenin inşa edilmesinde kritik rol oynar. Sevgi, insanlara duygusal destek sağlar ve zor zamanlarda yanlarında olduğunu hissettirir. Saygı ise, kişilerin birbirlerinin sınırlarına ve değerlerine özen göstererek karşılıklı bir anlayış ve kabul ortamı yaratır. Bu ortamda bireyler, kendilerini daha güvende ve rahat hissederler. Güvenin var olduğu bir ortamdaysa bireylerin daha derin bağlar kurması ve duygusal destek çerçevesinde ilişkiler şekillendirmesi mümkün olur. 2. İletişimi Güçlendirir Sağlıklı bir iletişim, her türdeki ilişkinin olmazsa olmazıdır. Sevgi ve saygı sayesinde, bireyler iletişim kurarken empati ve anlayış özelliklerini ön plana çıkarabilirler. Farklı görüşlerin ortaya çıktığı durumlarda dahi karşılıklı anlayış, dürüst iletişim, rahat ifade edebilme ve görüşlere değer verme gibi sağlıklı iletişim şekillerinin gelişmesi, daha güçlü ve derin ilişkiler oluşmasına olanak tanıyacaktır. 3. Kişisel Gelişimi Destekler Sevgi ve saygının hüküm sürdüğü bir ortamda, bireyler kendilerini daha özgür hissedebilirler. Fikirlerinin, davranışlarının ve diğer özelliklerinin saygı çerçevesinde karşılanacağını bilen bireyler, kendilerini rahat ifade ederek potansiyellerini daha iyi bir şekilde ortaya koyabilirler. Bu tür bir ortam, bireylerin kendilerini geliştirebilecekleri ideal bir zemin hazırlayabilir. Sevgi, kalplerimizi ısıtan, zor zamanlarda bizi ayakta tutan, derin bağlar kurmamızı sağlayan bir güçtür. Saygı ise, birbirimize olan değerimizi ve sınırlarımızı kabul ederek, ilişkilerimizi sağlam ve dürüst temeller üzerine inşa etmemizi sağlar. Bu iki değer bir araya geldiğinde, sadece yüzeyde kalmayan, ruhumuza işleyen ve bizi daha iyi versiyonlarımıza dönüştüren ilişkiler kurarız. Sevgi ve saygının olmadığı bir dünya hayal etmek bile zorken, bu iki değeri yaşamımızın merkezine alarak, hem kendimize hem de sevdiklerimize daha mutlu ve huzurlu bir yaşam sunabiliriz. Sevmeye ve saymaya önce kendinizden başlayın.
Laf Ağızdan Bir Defa Çıkar: Aile İçi Sözlü Şiddet
Aile içi sözlü şiddet, evdeki bireyler arasında gerçekleşen ve mağdurun duygusal ve psikolojik sağlığını olumsuz etkileyen zararlı bir iletişim biçimidir. Bu tür şiddet, aşağılayıcı sözler, tehditler, hakaretler ve sürekli eleştiriler şeklinde kendini gösterebilir. Sözlü şiddetin etkileri fiziksel şiddet kadar ciddi olabilir ve mağdurların özsaygısını, ilişkilerini ve genel yaşam kalitesini bozabilir. Sözlü Şiddetin Biçimleri ve Etkileri Sözlü şiddet, görünürde masum görünen yorumlardan açıkça aşağılayıcı ifadelere kadar geniş bir yelpazede yer alabilir. Bu davranışlar genellikle güç ve kontrol elde etmek için kullanılır. Sözlü şiddetin bazı yaygın biçimleri şunlardır: Aşağılama: Mağdurun kişiliğine, görünüşüne veya yeteneklerine yönelik aşağılayıcı yorumlar yapmak. Tehdit Etme: Mağduru korkutmak veya kontrol altında tutmak için zarar verme tehdidinde bulunmak. Suçlama ve Eleştirme: Mağduru sürekli olarak hatalı veya yetersiz hissettirecek şekilde suçlamak veya eleştirmek. Alay Etme: Mağdurun duygularını veya düşüncelerini küçümseyerek onları alaya almak. Sözlü şiddetin etkileri, mağdurun özgüvenini ve özsaygısını zayıflatmak, depresyon ve anksiyete gibi duygusal sorunlara yol açmak ve hatta travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) gibi daha ciddi psikolojik rahatsızlıklara sebep olmak şeklinde olabilir. Sözlü Şiddetle Mücadele Sözlü şiddetle mücadele etmek, hem bireysel hem de toplumsal bir çaba gerektirir. Mağdurlar için atılacak adımlar arasında: Destek Gruplarına Katılmak: Benzer deneyimler yaşayan diğer bireylerle bağlantı kurmak ve destek almak. Profesyonel Yardım Almak: Terapistler veya danışmanlar aracılığıyla yaşanan deneyimleri işlemek ve başa çıkma stratejileri geliştirmek. Sınırlar Koymak: Sözlü şiddet uygulayan kişiyle olan iletişimi sınırlamak veya kesmek. Toplumun rolü ise şu şekilde olabilir: Eğitim ve Farkındalık: Sözlü şiddetin zararları ve belirtileri hakkında bilgi sağlamak. Yasal Düzenlemeler: Sözlü şiddeti caydırmak ve mağdurları korumak için yasal önlemler almak. Destek Hizmetleri Sunmak: Mağdurlara danışmanlık, barınma ve diğer destek hizmetleri sağlamak. Aile içi sözlü şiddet, toplumun her kesiminde görülebilen ve ciddi sonuçlara yol açabilen bir sorundur. Bu tür şiddetin önlenmesi ve mağdurların desteklenmesi, sağlıklı bireyler ve toplumlar yaratmak için kritik öneme sahiptir. Herkesin bu konuda bilinçli olması ve gerekli adımları atması, aile içi sözlü şiddetle mücadelede önemli bir adımdır.
Kimseyle Yakınlık Kuramamak Geçmişinizde Saklı
‘’Ben yalnızlığı seviyorum, birine bağlanmak dünyanın en zor işi, mesafe her zaman iyidir, birine sarılmak anlamsız geliyor…’’ Bu ve benzeri cümleler, çoğu insanın hayatında “mesafeli” olarak adlandırdığı kişilerden duyduğu cümlelerdir. Ancak bu cümleleri sarf eden kişiler, karşı tarafla ne kadar yakınlık kurmak isteseler de genellikle ellerinde olmayan sebeplerden dolayı yakınlık kuramazlar. Yakınlık korkusu adı verilen bu psikolojik sorunun kökeninde, kişinin geçmiş yaşantıları yatıyor olabilir. Geçmiş yaşantıların kişi üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler, kişinin kendisini başkalarından gelen yakın ilişki taleplerine kapatmasına ve onlardan uzaklaşmasına sebep olabilir. Yakınlık Korkusu Sebepleri Nelerdir? Yakınlık korkusu sebepleri genelde çocukluk dönemlerine dayanır. Yakınlık korkusunu doğuran nedenlerden bazıları; – Yaşanmış olan bir travma – Cinsel veya fiziksel istismar – Çocukken ebeveynlerin sevgi ve ilgiden mahrum bırakması – Yaşanmış olan kayıplar – Yakınlarındaki kişilerden birinin ağır rahatsızlığı – Terk edilme Yukarıda sıralamış olduğumuz sebepler, bireyin kişilerle arasına set çekmesine ve yalnızlık korkusu yaşamasına neden olabilir. Örneğin; Soğuk, çekingen veya mesafeli görünen bir kişi, aslında çocukluk yıllarında annesinden sevgi görmemiştir ve yetişkinliğinde de mahrum olduğu bu sevgiyi dışarı yansıtmayı başaramadığı için dışarıdan bu şekilde görünüyor olabilir. Çocuk yaşta ebeveynlerinden birinin kaybını yaşamış olan bir birey, yaşadığı büyük acıyı tekrar yaşamamak için herhangi birine yakınlık duymak istemeyebilir. Yaşayacağı olası kayba karşılık bir savunma mekanizması olarak bu durum ortaya çıkmış olabilir. Yakınlık Korkusu; romantik ve sosyal ilişkilerin tümünde veya yalnızca birinde gerçekleşebilir. Bunu belirleyen hususlar tamamen kişinin yaşantıları ile şekillenmektedir. Yaşanmış olan bu olumsuz durumların günümüze yansımaları, profesyonel destek ile çözüme kavuşabilir. Yakınlık korkunuz var veya bir tanıdığınız için profesyonel destek almak istiyorsanız www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Büyümek İstemeyen Çocuklar
Bebeklik; hayatın en konforlu dönemi gibi görünse de aslında hayatı tanımaya dair çaba gösterilen, isteklerin ifade edilmesinde zorlanılan, bir ötekine en çok ihtiyaç duyduğumuz, en bağımlı olduğumuz dönemdir. Bebek dil becerilerini kullanamasa da bakım veren ebeveyne kendi ihtiyacını, arzusunu bazen ağlayarak, bazen gülerek, bazen öfkelenerek anlatmak zorundadır çünkü bir açıdan o bakımı alması hayatta kalması için zaruridir. Bu dönemde ebeveynler de bebeklerinin huzurlu ve mutlu olabilmeleri için onların istek ve ihtiyaçlarını karşılamak üzere onları anlamaya çalışarak hareket ederler. Ebeveynin bu çabası ve ihtiyaçları algılayabilme, yerine getirebilme kapasitesi ve bu bakım verme sırasındaki tavrı bebeğin hayatının sonraki bütün dönemlerinde duygusal ve somut bütün ihtiyaçlarını nasıl ifade ve talep edeceği konusunda etkileyebilecek düzeyde bir temel oluşturur. Hayatı yeni yeni tanımaya başlayan bebeğin benliği üzerinde ebeveynlerin ilgi düzeyi ve yaklaşımları, oldukça hayati bir konudur. Ebeveynleri tarafından istek ve ihtiyaçları karşılanmamış, yeterince sevgi gösterilmemiş bir bebekte ilgi ve sevgi yoksunluğu sebebiyle oluşabilecek işlevsiz şemalar olabileceği gibi; ebeveynleri tarafından istek ve ihtiyaçları aşırı düzeyde karşılanmış, aşırı sevgi ve ilgi ile büyüyen çocuklarda da büyümek istememe veya regresif davranışlar dediğimiz davranışlar gözlemlenebilir. Çocuklar Neden Büyümek İstemezler? Bebekken ağladığında altının kirlendiğini anlayan annesi altını temizliyor, düşüp canı acıdığında sakinleşmesi için emziriyor, karnı acıktığında mama veriyor, canı sıkıldığında onunla oynuyor ve ilgileniyordu. Tüm dünyanın merkezinde ise bebeği vardı. O her ağladığında onu mutlu etmek için saçını süpürge ederdi ve bu bebek çok konforluydu. Büyümeye başlamasıyla artık bebek için sorumluluklar da beraberinde gelmeye başladı. Ama bu çocuk için rahat bebeklik dönemini bırakıp kendisi için bulanık olan büyüme dönemine geçiş yapmak; annesinden ayrılmak, tek başına mücadele etmek ve sorumluluk almaya başlamak anlamına gelebilir. En güvenli ve sığınılacak liman olan annesinin okula giderken yanında olmaması ve onca çocuk içerisinde tek başına mücadele etmek zorunda kalması veya kendisini annesi kadar kolay algılamayan başka bir yetişkine ihtiyaçlarını daha anlaşılır bir şekilde söyleme zorunluluğunun olması büyük bir kaygı sebebi olabilir. Bu durum; eğitim alması gereken okulda bocalamasına neden olarak çocuğun yaşıtlarının gerisinde kalabilmesine, yaşıtlarıyla ve öğretmeniyle iletişiminde sorunlar oluşabilmesine ve hatta sınıf tekrarı ile okula adaptasyon sürecinin uzayabilmesine neden oluşturabilir. Aynı zamanda çocuk bu kaygıyla baş edebilmek adına kendine takıntılar geliştirerek kendi güvenli alanını yaratmaya çalışabilir. Büyümek istemeyen çocukta aşağıdaki belirtiler gözlemlenebilir; – Aşırı kaygılı davranışlar; dudağıyla oynama, tırnak yeme. – Bebek gibi sesler çıkarma – Meme emmek isteme – İletişim problemleri – Yaşıtlarıyla oyun oynamak istememe – Bebeklik objelerine bağlılık – Ağlama krizleri – Aşırı sinirlilik hali -Alt ıslatma – Okula gitmek istememe, okulda sorun çıkarma – Öğrenme becerilerinde gerilik. Çocuğun güvenli dönem olan bebeklik çağından çıkması ve olduğu yaşı kabullenerek yaşıtlarının yapabildiklerine adapte olabilmesi için psikolojik anlamda kendini hazır hissetmesi çok önemlidir. İçsel problemlerinin çözülmesi, büyümenin heyecan ve macera dolu olduğunu kabul etmesi, bu maceralara keyifle yaklaşabilmesi, keşfetmekten zevk alması ve anne ile aşırı bağlılık sorunlarının çözülmesi için doğru ve profesyonel destek mutlaka gereklidir. Uzman görüş ve desteği için bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz.
Boşanmadan Sonra Çocuk Psikolojisi
Aile kavramı, dünyanın en eski kavramlarından biridir. Eski toplumlardan beri süregelen bu kavram; bir toplumun en saf, en küçük halini yansıtır. 20. yüzyıldan itibaren yasal boyutta değişimlere uğrayan bu kavram, hayatımızın hep bir parçası olmuştur. Bir arada mutlu yaşanmak üzere kurulan evlilik serüveni; bazen iki taraf arasında gelişen problemler sonucu varlığını devam ettirememesi, tıkanması ve kopması noktasında boşanma ile son bulabiliyor. Boşanmak en yalın haliyle; aile kavramının artık bir arada fonksiyonlarını gerçekleştirmemesi anlamına gelir. Eşler arasındaki anlaşmazlıklar, eşlerin romantik anlamda birbirleriyle ilgilenmemesi, toksik ilişkiler, geniş aile problemleri gibi birçok sebebin kaynağını oluşturduğu sorunlar sebebiyle boşanma kararı alınabilir. Boşanmanın eşler arasındaki yıkıcı etkileri kadar eğer çift anne baba ise, bu durumun çocuk üzerinde de olumsuz etkileri olacaktır. Çocuk için zorlayıcı olan bu deneyim, anne baba sonrasında yeniden bir araya gelmiş olsa dahi izlerini sürdürebilir. Boşanmadan sonra çocuk, bir birey olma yolunda ilerlerken zorlanabilir. Ebeveynler arasında yaşanan sorunlar neyse ve çocuğa ne kadar yansıtıldıysa, boşanma sürecindeki çocuk psikolojisi de bu durumdan o kadar etkilenecektir. Ayrıca çocuk, boşanmadan sonraki süreçte ebeveynleri bir arada yaşamayacağı için bunun eksikliğini hissetmesi ve bu duruma adapte olmakta güçlük çekmesi beklenen bir durumdur. Bununla birlikte ebeveynlere düşen en büyük görev, ne olursa olsun çocuklarının aidiyet duygusunu köreltmemektir. Ebeveynler; ayrılıklarını çocuklarının anlayacağı şekilde anlatmalıdırlar. Anne ile babanın ayrıldığı ancak çocuğun anne ve babası ile ilişkisinin hiçbir zarar görmeyeceği, anne ve babasıyla yine dolu dolu güzel vakit geçireceği çocuğa anlatılmalıdır. Bu süreçte eşler ayrılık telaşında, çocuğu görmezden geldiklerinde çocuğun psikolojisinde olumsuz etkiler gözlemlenebilir. Aşağıda gözlemlenebilecek olan bazı etkiler yer almaktadır; -Ebeveynlerinin ayrılık sebebini çocuk kendi suçu olarak görebilir ve bununla beraber suçluluk duygusuyla büyüyebilir. -Ailesinde gördüğü duygu karmaşası ve boşanma sürecinde yaşanılan çatışmalar nedeni ile çocuk duygularını gizleyebilir ve ayrılıktan etkilenmiyormuş gibi davranmaya çalışabilir. Yaşayacağı bu duygu karmaşası ile çocukta depresyon ve anksiyete eğilimleri gözlemlenebilir. Ebeveynler Boşandıktan Sonra Çocuklarında Nasıl Değişimler Gözlemlenir? Boşanmadan sonra çocuk, üzerindeki etkileri farklı şekilde dışa vurabilir. Bu noktada ailelerin çocuklarını çok iyi gözlemlemeleri gerekmektedir. Aşağıda bu dışavurumun bazı örnekleri yer almaktadır; -Çocuk boşanmanın etkisini çizdiği resimlerden, yazdığı günlüklere kadar işleyebilir. Örneğin; bacası tüten bir evde el ele tutuşan iki insanı çizebilir, ya da günlüğünde diğer arkadaşlarının anne ve babasından sık sık bahsedebilir. -Anne ve baba rolünü hayatında tanıdığı başka insanlara adayabilir, bu durumda çocuk, öz ailesinden daha da kopabilir. -Bununla beraber birey yaşadığı olaylarda suçu hep kendinde bulabilir. -Kendine daha az önem verebilir. -Kendini yük olarak görebilir. -Çocuğun aile içindeki ayrılığı görmesi ona aldatılma hissini hatırlatabilir. Evden ayrılan ebeveynle ilişkisi zedelenebilir, o ebeveynle duygusal bağ kuramayabilir. -Bireyin akademik hayatı olumsuz etkilenebilir. -Bireyin içine kapanık biri olarak yetişme ihtimali yüksektir. Yetişkinlikte dahi içine kapanık olmaya devam edebilir. Ayrılık sonrası çocuk psikolojisi ile ilgili detaylı bilgi veya randevu almak için bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz.
Çocuk Gelişiminde Öz-Düzenlemenin Önemi
Öz düzenleme en temelde zorlandığımız bir durum karşısında kendini yatıştırabilme, sakinleştirebilme veya bir hedef uğruna dürtülerimizi erteleyebilme, bekleyebilme gibi becerilerimize verilen genel bir isimdir. Duygu regülasyonu olarak da tanımlanan öz-düzenlemenin temel basamağı kişinin kendi duygularının farkında olması ve zaman zaman zorlayıcı olabilecek duygularla kalabilmesi, kendini yatıştırabilme ve duygusunu düzenleyebilme becerisidir. Öz-düzenleme; yaşamımız boyunca bizlere yön veren, hedeflerimize ulaşma noktasında kendimizi duygusal, düşünsel ve dürtüsel olarak bilinçli veya bilinç üstü süreçlerle yönettiğimiz bir anlamda motive olduğumuz, stresimizi kontrol altına aldığımız, kendimizi doğru ve mutlu yönetme becerilerimizdir. Çocuk gelişiminde öz-düzenleme ise oldukça önemli bir konudur. Çünkü çocukluk yaşantılarımız, çocukluk deneyimlerimiz ve öğrenimlerimiz; yetişkinlik dönemlerimizin temelini oluşturur. Çocukluk yıllarında edinilen bu beceri; duygusal zeka, sosyalleşme, iletişim, akademik beceriler ve kişinin kendisi ve çevresi ile güvenli, sağlıklı ilişkiler kurabilmeleri gibi pek çok alanda da faydalı olmaktadır. Çocuk Gelişiminde Öz-Düzenleme Nasıl Sağlanır? Öz-Düzenleme aslında yaşamın tam içindedir. Doğal ortam adında tabir ettiğimiz alanda, çocuklar bu gelişimi elde ederler. Özellikle küçük yaş çocukları için kendi dürtüleri üzerinde hakimiyet kurabilmeleri oldukça zorlayıcıdır. Öz düzenleme becerisini temelde bakım veren ebeveynden öğrenirler. Anne babanın kendi kendisini zorlayan bir konuda nasıl sakinleştiği, yatıştırdığı yani kendi öz düzenleme becerisi hem çocuğuyla ilişkisinde onu nasıl yatıştırdığını hem de modelleme yoluyla çocuğun taklit ederek kopyalayacağı bir beceri olacağı için anne babanın öz düzenleme kapasitesi çocuk için çok önemli bir nokta oluşturur. Doğal ve doğru beslenme, yeterli ve kaliteli uyku, denizde yüzmek, doğa yürüyüşleri gibi aslında olması gereken yaşam stili; çocukların öz-düzenleme sağlama yetilerine olumlu katkılar sağlar. Kaygı ve stresten uzak, sevgi ortamı içerisinde büyüyen çocuğun; öz-düzenleme becerilerini geliştirebilmesi çok daha kolaydır. Çocukla kurulan sıcak iletişim, sevgi, sarılma, öpme gibi duygusal temaslar, güven, tutarlılık, sınır koyma gibi kriterler; öz-düzenleme becerileri üzerinde olumlu etkiler sağlar. Ebeveynlerin Öz-Düzenleme Becerileri Üzerindeki Olumsuz Etkileri Ebeveynler, farkında olmadan dünyayı yeni anlamlandırmaya çalışan çocukları üzerinde olumsuz bazı etkilere sahip olabilirler. Bunların konumuz olan öz-düzenleme becerileri üzerine de etkileri muhakkak görülmektedir. Aşağıdaki durumlar, çocukların öz-düzenleme becerileri üzerinde olumsuz etkiler bırakabilir. – Baskıcı, gergin otoriter bir aile. -Kaygılı, kendini yatıştırma becerisinden uzak ebeveyn. – Ebeveynlerin birbiriyle zayıf iletişimi. – Kontrolsüz aile yapısı. -Çocuğun her şeye ailesi tarafından kolay ulaşabilmesi. – Çocuğa sorumluluk verilmemesi veya sorumluluklarını ebeveynlerinin yerine getirmesi. – Çocuğun güçsüz olduğunun vurgulanması. – Çocuğun fikirlerini, düşüncelerini açıklamasına müsaade etmemek veya alay etmek. – Çocuğu başkalarının yanında küçük düşürmek. Ebeveynlerin sağladığı yukarıdaki negatif ortam ile kalitesiz uyku, yanlış beslenme, doğa ile vakit geçirememe gibi faktörler de; çocukluk yıllarında öz-düzenleme zayıflığı konusunu gündeme getirir. Bu durum, hem çocukluk hem de yetişkinlik yılları için psikolojik sorunlar anlamında risk faktörü haline gelmektedir. Ayrıca genetik faktörler de öz-düzenleme becerileri üzerinde etkilidir. Ailede depresyon, anksiyete bozukluğu öyküsü olan bir çocuk; bu psikolojik rahatsızlıklara yatkınlığı sebebiyle öz-düzenleme becerileri noktasında zorluk yaşayabilir. Böyle durumlarda özellikle çocuk yaşta destek almak, hem şimdiki yaşların güzel geçmesini sağlayacak hem de gelecek yıllarda kendinden emin ve güvenli bir yaşam inşa edebilmesine yardımcı olacaktır. Öz-düzenleme veya çocuk psikolojisi konusunda bir uzmana ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.