Çift, Evlilik, Aile

Çocuğum Okula Başladı, Bizi Psikolojik Olarak Neler Bekliyor?

Her anne baba için çocuğunun okula başlama serüveni heyecan vericidir. Kreş, anasınıfı, ilkokul süreçlerinden başlayan bu serüven, yıllar boyunca devam eder. Çocuklarının iyi eğitim alması, hayatı öğrenmesi, iyi bir meslek sahibi olması, maddi özgürlük ve manevi mutluluğu yakalaması; ailelerin en büyük hayalidir. Bu sebeple okul zili ilk çaldığında çocuklarla birlikte ebeveynlerin heyecanı da başlar. Çocukların heyecanları ise çeşitlilik gösterir. Bazı çocuklar için bu heyecan, tatlı heyecandır. Yeni arkadaşlar edineceği veya yaz boyunca görmediği okul arkadaşlarına kavuşacağı için mutludurlar. Öğreneceği yeni bilgiler için, ders saatleri, teneffüs saatleri, yemek saatleri için heyecanlıdırlar. Ancak bazı çocuklar için okula başlama süreci kaygı doludur. Yeni bir okula başlamak, yeni öğrencilerle bir arada bulunmak, öğretmen ile tanışmak, neyin nasıl olacağını kestirememek; kısacası belirsizliklerle dolu bu ortam çocuğu oldukça gerebilir. Okula devam eden çocuk da, ebeveynlerinden ayrılarak okul ortamına dönüyor olma durumundan strese girebilir. Yani okula başlayan çocuğun psikolojisi her çocuk özelinde değişkenlik gösterir. Genel olarak baktığımızda; çocukların istediği saatte uyandığı, oyunlar oynadığı, gezdiği, tatile gittiği; kısacası rahat geçirdiği tam 3 aylık yaz tatili sona erdi. Bu rahat düzene karşılık ise, akşam erken yatması ve sabah erken kalkması gerektiği, enerjisini atmak yerine sırada oturarak ders dinlemek ve sınavlarla uğraşmak zorunda kalacağı bir süreç başlıyor. Elbette çoğu çocuk, bu durumda bocalayarak adaptasyon sağlama noktasında zorluk çekebilir. Çocuğu Okul Rutinine Alıştırmak İçin Ebeveynlere Düşen Görevler Çocuğu okul düzenine alıştırmak için en büyük görevler ebeveynlere düşüyor.  Bunlardan bazıları; Çocuğa okula başlamadan önce, okul ile ilgili rahatlatıcı hikayeler anlatılması, çocuğun kaygı düzeyini düşürecektir. (Bu belki ebeveynlerin kendi yaşadıkları deneyimlerden de olabilir.) Ebeveynler; heyecanlı  veya kaygılı olsa dahi bunu çocuğa yansıtmamalıdır. Anne ve babanın rahat olduğunu gördüğünde kendisi de rahat olacaktır. Okul alışverişine çocukla birlikte çıkılabilir, çocuğun okul ile ilgili sıcak duygular benimsenmesi sağlanabilir. Okul, ödev ve oyun süreçleriyle ilgili birlikte bir düzen haritası çıkarılabilir. Okuldan sonra okulla ilgili sohbetler edilebilir. Böylelikle çocuğun okula uyum süreciyle ilgili rahatlaması sağlanabilir. Tüm bu belirttiklerimiz, birkaç haftada tamamen toparlanabilecek olan adaptasyon sağlama ipuçlarıdır. Bu rutine alıştıktan sonra çocuk, problemsiz şekilde okula devam edebilecektir. Ancak bazı çocuklar için süreç bu kadar kolay atlatılamayabilir. Birkaç ayda bile düzelmeyen okulda uyum sorunu, anneden ayrılmak istememe, ağlama krizleri, alt ıslatma, konsantrasyon eksiklikleri gibi problemler; mutlaka bir uzman tarafından araştırılmalıdır. Çünkü sorun, okuldan ziyade çocuğun bireysel psikolojik problemlerinden kaynaklanıyor olabilir. Örneğin; annesinden ayrıldığı için okulda uyum sorunu yaşayan bir çocukta aşırı bağlanma veya güvensiz bağlanma problemleri olabilir. Uzun süre kimseyle iletişim kurmayan bir çocuk akran zorbalığı sebebiyle kendini iletişime kapatmış olabilir. Dersleri dinlemek ve odaklanmakta zorluk çeken bir çocukta kaygı sorunları var olabilir. Kısacası, her bir çocuk kendine özeldir ve kendi minicik dünyasında hayatı tanırken birtakım sorunlarla karşılaşmış ve baş edemeyerek bugününe aktarmış olabilir. Bu durumun elbette okul hayatına ve başarılarına da yansıması kaçınılmaz bir sondur. Küçük yaşta başlayan bu problemler de gelecekte kar topu gibi büyüyerek farklı sorunların öncüsü olabilir. Bu sebeple, sorunun kaynağını bulmak ve özellikle küçük yaşta bulmak; çocuğun sosyal, duygusal, bilişsel gelişimi için önemlidir. Her şeyden önemlisi ise, günlerini mutlulukla geçirmesi için mutlaka gereklidir. Eğer siz de çocuğunuzun okula uyum konusunda bazı problemler yaşadığını gözlemliyorsanız, sorunun kaynağına birlikte inelim ve küçük dünyasındaki problemleri birlikte çözümleyelim. Bize www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Dizge Yüksel

Davranışlarımız Duygularımızın Kontrolü Altında

Yaşamımızda sahip olduğumuz 7 temel duygu vardır. Bu duygular; sevinç, üzüntü, tiksinme, şaşırma, korku, öfke ve utançtır. Yaşamımız boyunca karşılaştığımız olaylar, duygularımızı etkiler, duygularımız da davranışlarımızı… Peki neden duygularımız davranışlarımızın kontrolü altında? Duygular Davranışları Nasıl Etkiliyor? Duygu, düşünce ve davranışlar birbirleriyle etkileşim halindedir. Düşüncelerimiz duygularımıza, duygularımız davranışlarımıza yön verir. Hatta duyguların etkisi öyle güçlüdür ki bir ortama girdiğimiz zaman, başka insanların duygularını da etkileyebiliriz. Ofise çok mutlu, pozitif giren ve herkesle pozitif ilişki kuran bir kişi; diğer kişilerin de duygularını mutlu olacak şekilde etkileyecektir. Aynı şekilde depresif, morali bozuk, kızgın veya üzgün şekilde sınıfa giren bir öğretmenin, sınıfa girişi ile beraber sınıfında bulunan öğrencilerin de modunun düştüğünü gözlemleyebiliriz. Duygulara kaynaklık eden düşüncelerimizi, yaşantıların beyinde oluşturduğu faaliyetler olarak tanımlayabiliriz. Öğrendiklerimiz beynimizde depolanır, anlamlandırılır ve gelecekteki yaşantılarımıza yön verir. Bir olay yaşadığımızda beynimizde anlamlandırdığımız düşüncelerin yönlendirdiği şekilde tepkiler veririz. Beynimizde anlamlandırdığımız bu tepkiler, o anda hissettiklerimize yani duygularımıza etki eder. O duygular da davranışlarımızı tetikler. Örneğin; araç kullanırken, önünüzde makas atarak giden farklı bir aracın bir anda önümüzde belirdiğini varsayalım. Öğrendiğimiz trafik kuralları, yaşamımızı güvence altına alan, bizi koruyan önemli kurallardır. Bu kurallara uymayan ve can güvenliğimizi riske atan bir durum yaşadığımızda korkabiliriz. Bu korku ve endişe; aslında bu durumun kazaya yol açabileceği, yaralanma veya ölüme sebep olabileceği düşüncesiyle oluşan bir duygudur. Bu korku duygusu, kişinin gerilmesine, araç kullanırken dikkatinin dağılmasına ve dikkatsiz araba sürmesine sebep olabilir. Aynı şekilde sürücüye karşı öfke de gelişebilir. Bu durumda da camı açarak sürücüye söylenecek olan sözler, bir tartışmaya yol açabilir. Bu tür durumların travmaya sebebiyet verebileceği de unutulmamalıdır. O an yaşanmış olan korku duygusunu kişi bir daha yaşamak istemez ve bu sebeple aklının bir köşesinde hep o an takılı kalır. Bu duygu, kişiyi hep tedbirli davranmaya iter. Hatta, kişinin bir daha araç kullanamamasına dahi sebep olabilir. Bir başka örnek olarak da yoğun çalışan ve çalışmaktan sıkılmış bir kişinin tatile gitmesine 1 hafta kala “işleri tatil dönemine kalmaması için” çok daha yoğun çalışmasını ele alabiliriz. Kişi, tatile gidecek olmasının heyecanı ve mutluluğu içerisinde yoğunluğu hiç problem olmaz hatta çok daha motive çalışarak çok daha kaliteli işler çıkarabilir. Davranışlarımızı Kontrol Altına Almak Mümkün Mü? Davranışlarımızı kontrol altına almamız için, duygularımızı doğru yönetmeyi öğrenmemiz gerekir. Duygularımızı yönetebilmemiz, yaşanılan olaylar karşısında duyguları işlevsel olarak kullanabilmemize ve doğru tepkiler geliştirerek davranışlarımızı düzenlememize yardımcı olur. Kızdığımız zaman karşımızdaki insana öfkeli davranışlar sergilemek yerine bu duyguyu yaşayıp anlık çıkışlar yapmayarak doğru zamanda doğru iletişim kurabiliriz. Duygularımızı Nasıl Yönetebilir ve Davranışlarımızı Nasıl Kontrol Altına Alabiliriz? Öncelikle duygularımızın farkına varmak, olaylar karşısında duygularımızı kabul etmek; duygu yönetimi için güzel bir başlangıç olabilir. Duyguların farkına varılması, davranışların da düşünce yoluyla doğru yönetilmesini sağlayacaktır. Bir önceki örnekte ele aldığımız trafikte makas atılması durumunu varsayacak olursak; kişinin aracı bir kenara çekmesi, evet şuan korktum ve öfkelendim diyebilmesi gerekir. Böylece bu duygularımın farkındayım, sakinleşene kadar burada bekleyeceğim diye düşünerek derin derin nefes alınıp verilebilir. Ancak bazı kişiler için duyguları kontrol etmek çok zordur. Özellikle ağır travma yaşamış kişiler, çocukluk ihtiyaçları tam anlamıyla karşılanmamış veya aşırı kaygılı kişiler tetiklendikleri anlarda bu duyguları kontrol etmek neredeyse imkansızdır. Çünkü burada düşünce ve davranış, duygudan doğmaktadır. Bu noktada mutlaka bir uzmandan destek alınmalıdır. Duygu odaklı terapi ile duyguların regüle edilmesi ve işlevsel şekilde kullanılması sağlanabilir. Duyguların doğru yönetilememesi konusunda travmalar veya çocukluk yaşantılarından gelen sorunlar varsa farklı psikoterapi yöntemleri ile de süreç desteklenebilir. Bu konuda profesyonel bir bakışa ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolog B. Su Yıldız

Narsisizm ve Aşk

En başarılı, en zeki, en güzel “hep ama hep” benim. Bu cümleleri çok duymayız ama duyduğumuzda şüpheyle yaklaşırız. Şüphemiz sorunlu bir kişiliğin karşımızda olup olmadığıdır. Elbette bu şekilde düşünen insanlar, birtakım kişilik bozukluklarının; özellikle Narsisistik kişilik bozukluğunun en önemli adaylarıdır. Bu kişilerin odak noktaları hep kendileridir. Etrafındaki kişiler tarafından da gözde olmak, beğenilmek, başarılı bulunmak isterler. Yıldız gibi parlayanların kendileri olması gerektiği için karşısındaki kişileri küçümseme, aşağı görme, ezme gibi eylemleri olabilir. Bu kişilik özelliklerine sahip bireylerle iş, aşk veya arkadaşlık ilişkileri de hayli zordur. İyi olan hep o kişidir, doğruyu hep o bilir, hata yapma ihtimali yoktur. Eğer ortada bir sorun varsa, karşısındaki yüzündendir… Bu sebeple narsisizm ve aşk, karşı taraf için oldukça yıpratıcı bir başlıktır. Bu konuya değinmeden önce narsisizmden geniş çaplı olarak söz etmek gerekir. Narsisistik Kişilik Bozukluğu Neden Ortaya Çıkmaktadır? Narsisistik kişilik özellikleri, çocukluk veya ergenlik dönemlerinde kendini belli etmeye başlar. Özellikle ebeveynlerin çocukları yetiştirme tarzları, bu kişilik bozukluğunun oluşmasında önemli nedenlerden biridir. Çocuklara gösterilen aşırı ilgi, dünyanın merkezinde çocuğun olması, sınırların çizilmemesi, bir dediğinin iki edilmemesi; narsisistik kişilik bozukluğuna zemin hazırlayan faktörlerdendir. Tam tersi olarak ebeveyn tarafından çocuğa hiç ilgi gösterilmemesi, çocuğun dışlanması, sürekli itilip kakılması da sevgiye aç çocukta kendini aşırı sevme şeklinde dışa vurabilir. Narsisistik Kişilik Bozukluğunun Belirtileri Nelerdir? Narsisistik kişilik bozukluğu; istisnasız herkes tarafından aşırı beğenilme, ilgi görmeyi isteme şeklinde belirgin özelliklere sahiptir. Diğer belirtiler; Aşırı kibirli olmak, Kendini aşırı beğenmek, Karşısındaki insanları düşünmemek ve empati yapamamak, Kendi çıkarları uğruna karşısındaki insanları manipüle etmek, Her yerde ilgi odağı olma arzusu… narsisizmin en belirgin özelliklerindendir. Narsistik Kişilik Bozukluğu Olan Kişilerle Romantik İlişki Tüm bu bilgiler ışığında narsisistik kişilik bozukluğuna sahip bir bireyle romantik ilişki, iki taraf için de oldukça zordur. Bunun sebebi, bireylerin sevilme ve onaylanma ihtiyacının çok üst seviyelere çıkmasıdır. Narsistik bireyler aşk ilişkilerinde neden problem yaşarlar? Empati yapamadıkları ya da yapmak istemedikleri için karşı tarafı anlamakta güçlük çekerler. Çok fazla ilgi beklerler ve alamadıklarında öfke duyabilirler. Partnerlerinde hayranlık uyandırıcı özellikler olmasını isterler. Çok başarılı ya da çok güzel olmalarını beklemek örnek olarak gösterilebilir. Partnerlerinin istek ve ihtiyaçlarından ziyade kendilerine odaklanırlar. Reddedilmeye karşı son derece hassas davranırlar. En ufak bir buluşma talebinin reddedilmesi bile onlara kötü hissettirir. Narsisistik bireyler genel olarak “ben ve yine ben” bakış açısıyla ilişki kurarlar. Tek taraflı taleplerinin karşılanmasını beklerler. Karşılanmadığında ise öfke duyar ve kavga ederler. Böylesine zor bir kişi ile ilişki içerisinde olmak, partner tarafında bireysel olarak da psikolojik sorunlara sebebiyet verebilir. Bu ilişki içerisinde partnerde özgüven eksikliği, depresyon, panik atak, öfke kontrol sorunları gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip bireyde ise, yaşanan her olumsuz durumla başa çıkmak çok zordur. Özellikle terk gibi konular, narsisistik bireyler için kabul edilmesi zor konulardır. Eğer narsisistik kişilik bozukluğuna sahip bireyseniz, ilişkinizde yaşadığınız sorunlardan yorulduysanız veya narsisistik kişilik bozukluğuna sahip bir bireyle ilişki yaşıyorsanız ve desteğe ihtiyacınız varsa bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden ya da +90 555 101 51 15 ve +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir, profesyonel destek alabilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Seren Akman

Romantik İlişkilerde Yaş Farkı, Psikolojimizden Nasıl Etkiliyor?

Karşı cinsle olan etkileşimde yaş farkı; bazıları için önemli bir kriterdir, bazı kişiler için ise yaşın hiçbir önemi yoktur. Kimi kadın; kendinden büyük, olgun olarak tabir ettiği yaşı büyük erkeklerden etkilenirken kimi kadın kendinden küçük erkekleri çekici bulabilir. Aynı şekilde bazı erkekler de yaşı büyük kadınlardan etkilenirken, bazı erkekler küçük kadınlarla birlikte olmayı arzu edebilir. Peki romantik ilişkilerde yaş farkına önem verenler, neden bu kritere bu kadar önem veriyor? Yaş Farkı ve İlişkilerde İhtiyaç Arayışı Romantik ilişkiler; çocukluk yaşantılarının, deneyimlerin ve travmaların etkisi altındadır. Biz bilinçli olarak yapmasak bile, bilinç dışımız bu süreci yönetir. Çocukluk yaşantılarında anne-baba ile olan ilişki, yaşanmış olan travmalar özellikle cinsel travmalar; ilişkilerdeki rolleri belirler. Bu roller, bir ihtiyaç arayışından veya partnerin ihtiyacı olan bir role bürünme durumundan kaynaklanabilir. Eğer erkek, kendinden büyük bir kadınla ilişki yaşamak istiyorsa burada erkeğin bir anne arayışından söz edebiliriz. Çünkü anne, bakım verendir. Çocukluk döneminde bu bireyin annesi tarafından sevgi, bakım ve duygusal bağ ihtiyaçları karşılanmadıysa; bu ihtiyacı karşılamak için kişinin ilişkisinde anne rolüne sahip olacak bir partnere ihtiyacı vardır. Aynı şekilde bir kadın, kendinden çok fazla büyük bir erkekle birlikte olmak istiyorsa; burada da kadının küçük bir kız çocuğu rolünde olduğunu söyleyebiliriz. Kadın; babasıyla çocukluk döneminde karşılayamadığı sevgi, ilgi, koruma gibi ihtiyaçlarını, kendinden büyük bir erkekle birlikte olarak karşılamaya çalışmaktadır diyebiliriz. Bir başka deyişle hayat tecrübesini ilerletmiş erkek; bu süreden edindiği güç ile partnerine sahip çıkma düşüncesi, kadın için sığınılacak liman arayışının sonucudur. Bireylerin geçmişte yaşadığı zorlukların maddi çözüm ile sonuca ulaştırılacağını düşünmek; ilişkilerde yaş farkının ortaya çıkmasına neden olan önemli durumlardan biridir. Erkek ya da kadın açısından mevcut durumdan çıkış yolunu maddiyatta arayan ve bu tip ilişkilere girmekten çekinmeyen kişiler, pek çok kez sosyal ortamlarda karşılaştığımız örneklerdir. Ancak bu örneklerin sağlıklı ilişki olarak görülmesi, her defasında şüphe uyandıran bir ayrıntıdır. Bu örnekler çerçevesinde kişinin etrafında bulunan “arkadaş veya aile bireyleri”, kişinin ilişkilerinde yaşla ilgili neden böyle takıntıları olduğunu ya da denk yaşta birileriyle birlikte olmak istemediğine pek bir anlam veremiyor olabilirler. Ancak bu durumun altında pek çok sebep yatmaktadır. Elbette; kişiler aşkı istedikleri kişide bulabilir, etkilendiği kişilerle birlikte olabilirler. Ancak; bu durumun altında yatan sebepler mutlaka araştırılmalıdır. Sağlıklı romantik ilişkiler; ebeveyn rolleri ile değil, sevgili rolleriyle sürdürülmelidir. Eğer siz de romantik ilişkilerinizde yaş farkına takılıyor ve farkında olmadan çocukluk döneminde ebeveynlerinizden alamadığınız ihtiyaçları karşılama eğilimine giriyorsanız, bir uzmana danışmanız faydalı olacaktır. Bizimle www.psikolojiantalya.com  internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Seren Akman

Romantik İlişkilerde Güç Kimde Olmalı?

Ben daha güzelim, ben daha çok para kazanıyorum, benimle birlikte olacaksan bu şekilde giyinemezsin…’’  Bu cümleler ilişkilerde duymaya alışkın olduğumuz; bir tarafın hep baskın, diğer tarafın pasif bırakıldığı veya iki tarafın da sürekli güç yarıştırarak üstün olmaya çalışması ile yönetilmeye gayret edilen birkaç cümle tipidir. Peki romantik ilişkilerde doğru iletişim bu şekilde midir? Ya da ilişkilerde partnerler neden birbirlerine güçlerini kanıtlamaya çalışırlar? İlişkilerde güç kimde olmalı?  Bu soruların yanıtları, aslında var olan çok çeşitli sorunların gün yüzüne çıkması ile ilgilidir. İlişkilerde Neden Güç Savaşı Yaşanır? Romantik ilişkilerde bazı çiftler, ilişkinin kontrolünü; gücünü ortaya koyarak kendi lehine yönetmeye çalışırlar. Sınırlar ihlal edilir, kontrolcülük ortaya çıkar; karşı taraf duygu ve düşünce olarak manipüle edilir. Bunun sebepleri çok çeşitlidir. İlişkilerde bu tür güç savaşları olduğunda çiftler, bireysel ve toplum normlarını gözeterek ele alınmalı ve çocukluk yaşantılarından bugüne kadar olan sürede yaşadıkları gözden geçirilmelidir. Örneğin; maddi açıdan eşinden daha çok kazanç elde ettiği için bunu sürekli dile getiren bir kadını varsayalım. Elbette kazançlar arasında böyle bir durum söz konusu olabilir. Ancak toplumsal olarak ele aldığımızda erkek evin geçimini sağlayan asıl karakterdir. Bu sebeple kadın, bu durumdan dolayı kendini daha güçlü hissederek bunu partnerini yönetme noktasında bağlayıcı bir koz durumuna getirmiş olabilir. Bir başka örnek olarak yine sıklıkla duyduğumuz ‘’ben sana güveniyorum ama başkalarına güvenmiyorum’’ sözü. Devamında erkeğin daha güçlü olduğu ve bu sebeple kadının giyim veya başkalarıyla iletişimine karıştığı durumlar… Erkek cephesinden bakıldığında bu şekilde bir davranış, çoğu zaman partnerine veya çevreye değil, kendine olan güvensizliğinden kaynaklanabiliyor. Çünkü kadın daha güzel olursa veya daha fazla kişiyle iletişim kurarsa, partnerinde olan eksiklikleri fark edeceği için kişi, terk korkusu içinde yaşıyor. Bu durum, kişinin bireysel olarak geçmiş yaşantılarında neler yaşadığı, eksikliklerinin hangi temellerden kaynaklandığı ile ilişkilidir. Yani bu savaşın sebeplerini; Bireysel sorunların dışa vurumu. Partnerini kaybetme korkusu. Partnerini manipüle ederek kendisine bağlamaya çalışması. Toplumsal cinsiyet rollerinin kadına ve erkeğe yüklediği sorumluluklarda kadın erkeğin, erkek kadının rolünü yapıyor olması. Şeklinde sıralayabiliriz. İlişkilerdeki güç savaşı, kendini kanıtlama çabası; beraberinde hep ‘’daha’’ kelimesi ile başlayan cümlelerin çoğalmasına ve ilişkinin gerilmesine sebep olur. Güç kadında da erkekte de olmamalıdır. Güç dengeli olmalı, belirli normlar çerçevesinde değil; olaylar özelinde değerlendirilmelidir. Kadın erkeğe, erkek kadına alan tanımalı ve her konu demokratik yollarla çözüme ulaştırılmalıdır. İlişkisinde güç savaşı, hep bir sebep dolayısıyladır ve yıpratıcıdır. Böyle bir ilişkide kendi gücünüzü kaybettiğinizi düşünüyorsanız bir uzmana danışmanız faydalıdır. Durumun kaynağının keşfedilerek çözümlenmesi, ilişkinin de mutlu sürmesine yardımcı olacaktır. Profesyonel desteğe ihtiyaç duyduğunuz noktada www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolog Nadire Gül Demir

Yoğun ve Stresli Hayatın Olumsuz Getirisi: Tükenmişlik Sendromu

Günümüzde çoğu kişi, koşuşturma içerisinde ve günlük hayatın getirdiği olumsuzluklar sebebiyle ciddi zorlantı yaşıyor. Kimi sınava hazırlanıyor, kimi yoğun bir iş temposu içerisinde… Bu  tempo içerisinde de sıklıkla çoğu kişi: ‘’Ah keşke deniz kenarında sakin bir balıkçı kasabasında yaşayabilsem, yeter artık çok daraldım alıp başımı gideceğim buralardan…’’ Gibi serzenişlerde bulunuyor. Maddi sıkıntı çeken, aşk acısı yaşayan hatta bu sorunların birden fazlası ile boğuşanlar; günlük yaşam rutini içerisinde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu hızlı temponun getirdiği pek çok olumsuzluk da kaçınılmaz oluyor. Bu etkinin doğal sonucu olan stres adı altındaki zorlantılar; fiziksel ve psikolojik olarak her bireyin en sık rastladığı sorunlardır. Büyükten küçüğe herkes strese maruz kalabilir. Küçük bir çocuk için oyuncağının kaybolması stres kaynağı olabiliyorken, yetişkin bir insan için iş hayatında yaşanılan olumsuzluklar stres sebebi olabilmektedir. Yaşanılan stresin şiddeti, kişi üzerindeki sonuçlarını da farkılılaştırabilmektedir. Bu durumu; çalışan bir anne üzerinden, annenin bir gün içerisinde olduğu üç farklı rol ile örnekleyebiliriz. Sabah işe giderken çocuğunu okula hazırlayan bir anne, işte geçirdiği zamanda iş sorumluluklarının üstesinden gelmeye çalışan bir iş kadını, eve geldiğinde ev işleri, yemek ve ailesi ile ilgilenen bir eş… Bu temponun üstesinden gelmeye çalışan annenin yoğun ve koşuşturmalı hayatında dinlenecek bir zaman dilimi bulamaması, kendisine ayıracak vakit yaratamaması gibi sebepler; stres dozunu oldukça artıracaktır. Uzun vadede stresli yaşantının getirdiği bu süreç, pek çok toplumda yaygın olarak görülen tükenmişlik sendromu adı verilen psikolojik rahatsızlığı karşımıza çıkarıyor. Tükenmişlik Sendromu Nedir? Tükenmişlik sendromu; ilk olarak 1974 yılında Herbert Freudenberger tarafından ortaya atılmıştır ve günümüzde Dünya Sağlık Örgütü tarafından uluslararası hastalık sınıfında yer almaktadır. En temelde birey, kendisinde içsel olarak bir tükenme hisseder. Bu hissin devamlılığında odaklanamama, yaptığı işte motivasyon düşüklüğüne bağlı başarısızlıklar yaşama dolayısıyla da mutsuzluk ve enerji düşüklüğü oluşur. Tükenmişlik sendromunu herkes yaşayabilir. Özellikle ünlü kişilerde çok yaygın olarak görülmektedir. Maddi olarak fazla kazanç elde edebilen bu kişiler; yoğun iş temposu sebebiyle dinlenememe, kendine yeterince ve kaliteli vakit ayıramama, toplumun kendisinden yüksek beklenti içinde olması gibi sebeplerden dolayı tükenmişlik sendromu yaşayabilmektedirler. Bununla birlikte zamanla yarışmak, bir şeyler yetiştirmeye çalışmak; kişiyi baskı altında hissettireceğinden stres düzeyini de artırmaktadır. Bu perspektiften baktığımızda hizmet sektöründe çalışan bireylerde de yoğun olarak tükenmişlik sendromu ortaya çıkmaktadır. Yoğun çalışma temposu haricinde mükemmelliyetçi ve kontrolcü kişilerde de bu rahatsızlık ortaya çıkabilmektedir. En ufak bir işi en ince ayrıntısıyla düşünerek mükemmeli yaratma isteği ve sıfır hatayı yakalayabilmek için tekrar tekrar kontrol etme arzusu tükenmişlik sendromuna davetiye çıkarmaktadır. Aynı zamanda hayır diyememe rahatsızlığı olarak bilinen kendini feda şeması da bu rahatsızlığı tetikleyebilmektedir. Tükenmişlik sendromunun pek çok semptomu mevcuttur. Tedavi edilmeyen tükenmişlik sendromu, bireyin günden güne kendini daha umutsuz ve mutsuz hissetmesine sebep olabilir. Tükenmişlik Sendromu Belirtileri Nelerdir? Tükenmişlik sendromunda en büyük karışıklık, günlük hayatta yaşanan stresin normalleştirilmesi ve bu rahatsızlığın kişiler tarafından göz ardı edilerek normal hayata devam edilmesidir. Tükenmişlik sendromunun temel belirtileri aşağıdaki gibidir; Bedensel yorgunluk ve tükenmişlik. Duygusal tükenmişlik. Her şeye ve herkese karşı olumsuz düşünceler taşımak. Karamsarlık. Basit işlerde dahi zorlanmak. Yapılan işten soğuma hissi. Değersizlik hissi. Uzun süreli unutkanlık ve dalgınlık. Uyku problemleri. Baş, sırt ve bacak gibi belirli bölgelerde ortaya çıkan ağrılar. Bu belirtilerden birkaçına uzun süreli sahip olmak, tükenmişlik sendromu yaşadığınıza dair bir işaret olabilir. Ortaya çıkan belirtiler zamanla artarak şiddetlenebilir. Aynı zamanda bu psikolojik rahatsızlık, kişiden kişiye  göre değişen farklı belirtilerle de kendini gösterebilir. Tükenmişlik Sendromu Nasıl Tedavi Edilir? Tükenmişlik sendromu, bireylerin günlük hayatlarını ve kariyerlerini olumsuz yönde etkilemesine rağmen çözümsüz değildir. Rahatsızlığın şiddeti tedavi sürecine doğrudan etki etmektedir. Bu rahatsızlıkla baş etmek için profesyonel destek alınması önem taşımaktadır. Bir uzman, rahatsızlığın seviyesini belirleyerek, tedavi yöntemini netleştirecek ve süreci başlatacaktır. Belirtilerin çok yoğun olmadığı kişilerde belli başlı önlemler alınarak hızlı bir ilerleme kaydedilebilirken rahatsızlığın ileri seviyesindeki bireyler için daha uzun süreli bir tedavi programının uygulanması gerekebilir. Yapılan görüşme sonrasında bu rahatsızlığa sebep olan kaynaklar tespit edilir ve problemin kaynağına yönelik önlemler alınır. Tedavi devam ederken bireylerin hobi edinmesi, kendilerine vakit ayırmaları ve günün belirli bir zamanında stresten uzak kalacak aktivitelere yönelmeleri önemlidir. Eğer siz de günlük hayatınızda ve iş yaşamınızda kendinizi bitkin, yorgun ve tükenmiş hissediyorsanız www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolog B. Su Yıldız

Ergenlerde Dürtü Kontrol Bozukluğu

Dürtü kontrol bozukluğu, her yaşta ortaya çıkabilen psikolojik bir problemdir. Bireylerin, kendilerini ve bağımsızlıklarını keşfettikleri ergenlik döneminde de dürtü kontrol bozukluğu görülebilir. Ergen bireyler, çoğu zaman dürtülerini kontrol edemeyerek yaptıkları davranışlardan haz alma eğiliminde olabilirler. Ancak eğer ergenlerde dürtü kontrol bozukluğu görülüyorsa, hem kendilerine hem de etraflarındakilere zarar verme durumu söz konusudur. Bu sebeple bu psikolojik rahatsızlık, mutlaka tedavi edilmelidir. Ergenlerde Dürtü Kontrol Bozukluğu Nedir? Dürtü kontrol bozukluğu, hayatın birçok alanında kendini gösterebilmektedir. En yaygın görülen dürtü kontrol bozuklukları şöyledir; Ateş yakma Alkol kullanımı Uyuşturucu kullanımı Aşırı cinsel davranışlar Kumar Hırsızlık Ergen bireyler bu olumsuz davranışları sergilerken yanlış olduğunun farkındadırlar ancak; hem sonuçlarının nelere mal olabileceğini düşünemezler hem de kendilerine hakim olamazlar ve hatta bu davranışları tekrar yapmak isterler. Bu nedenle kontrol bozukluğu adı verilmektedir çünkü kontrol artık bireyin kendisinde değildir. Ergenlerde dürtü kontrol bozukluğu nedir sorusu; en net haliyle bu şekilde yanıtlanabilir. Dürtü Kontrol Bozukluğunun Belirtileri Nelerdir? Ergenlerde dürtü kontrol bozukluğu; eskiye oranla daha sık gündeme gelmiş olsa da, hala birçok insan tarafından bilinmemektedir. Özellikle ergen bireyler söz konusu olduğunda; bu davranışların kişinin ergen olduğundan kaynaklandığına, böyle uç davranışların ilerleyen dönemde kendiliğinden geçeceğine dair yanlış bir inancın gelişmesine sebep olmaktadır. Ayrıca yapılan her yanlış davranış, dürtü kontrol bozukluğu olarak adlandırılmamalıdır. Çünkü ergenlik döneminde bireylerin fiziksel gelişimleri son derece hızlıdır. Hormonel değişikliklerle birlikte enerjileri yüksektir ancak düşünme yetenekleri o hızla gelişmez. Kısaca söylemek gerekirse ruh ve beden birbirini tamamlayamaz. Bu yüzden yaptıkları davranışların sonuçlarını bir yetişkin kadar detaylı ve istikrarlı bir şekilde düşünmelerini beklemek içinde bulundukları gelişimsel sürece bakıldığı zaman gerçekçi olmaz. Bu yüzden dürtü kontrol bozukluğu ve gelişimsel olarak beklenen daha dürtüsel davranışlarda bulunma hali arasındaki farkı detaylıca anlamlandırmak gerekir. Bazı belirtiler, bizlere bu rahatsızlığa dair ipuçları verir. Bu belirtiler aşağıdaki gibidir; Kişinin yanlış davranışlar sergiledikten sonra hissettiği rahatlama. Bu davranışlar sergilenmediğinde öfke hali. Kendilerine ya da başkalarına zarar verecek olunsa bile durduramama. Davranışlar sergilenmeden önce plan yapma ya da plansız şekilde aniden ortaya çıkması. Davranıştan sonra gelen rahatlama hissi geçtikten sonra hissedilen pişmanlık ve üzüntü. Dürtü kontrol bozukluğunun belirtilerinden bazılarıdır. Ergenlerde Görülen Dürtü Kontrol Bozuklukları Nelerdir? En yaygın görülen dürtü kontrol bozukluğu, çalma hastalığı olarak adlandırılan kleptomanidir. Bu durumda kişi, ihtiyacı olmadığı halde dürtüsel şekilde hırsızlık yapar ve bu esnada zevk alır. Eylem gerçekleştirilmeden önce yaşanan gerginlik hissi de tetikleyicidir. Saç koparma hastalığı ise daha çok kız çocuklarında görülmektedir. Ergenlik döneminde kızlar yalnızlık korkusu ve ailede yaşanan kavgalar gibi sebeplerle, saçları kalmayana dek saçlarını koparabilmektedir. Bu esnada yaşadıkları rahatlama hissi sebebiyle davranışı sürekli tekrarlarlar. Yangın çıkarma hastalığı ise son derece tehlikeli olan bir dürtü kontrol bozukluğudur ve dikkatle ele alınması gerekir. Ateşe, alevlere ve hatta itfaiyelere ilgi duyan ergenler de görülebilir. Bu ilgiler daha çok erkek çocuklarında ortaya çıkmaktadır. Bahsedeceğimiz son dürtü kontrol bozukluğu ise patolojik kumar oynama hastalığıdır. Ergenler çok fazla paraları olmamasına rağmen, kendilerini tehlikeye atacak ortamlara girer ve kumar oynarlar. Ergenlerde Dürtü Kontrol Bozukluğu Rahatsızlığının Tedavileri Nelerdir? Ergenlerde dürtü kontrol bozukluğunu tedavi etmek zorlayıcı olabilmektedir. Çünkü çoğunlukla ergenler bu durumu kabullenmeyerek tedaviyi reddederler. Yaşadıkları rahatlama hissinden vazgeçmek istemez ve dürtüsel davranışları sergilemediklerinde yaşadıkları öfke duygusuyla başa çıkmakta zorlanırlar. Bu psikolojik rahatsızlık, gerekli olduğunda ilaç ve terapiyle tedavi edilmektedir ve en sık kullanılan terapi yöntemi, bilişsel davranışçı terapidir. Doğru tedavinin uygulanabilmesi için bir uzmanın doğru teşhisi koyması gerekmektedir. Eğer çocuğunuz, sizin koyduğunuz sınırları umursamıyor ve etrafına zarar verecek tavırlar sergiliyorsa internet sitemizden bilgi alabilir ve bize ulaşabilirsiniz. Aynı zamanda +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 numaralı telefonlardan bizimle iletişime geçerek konu hakkında daha detaylı bilgi alabilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Ceren Fırıncı

Sorunlu İlişkiler Kurtulur Mu Yoksa Sonlanmalı Mı?

Güzel başlayan ilişkilerin pek çoğu yolunda devam ederken, kimi ilişkiler ise çeşitli sorunlar yaşayarak zaman içerisinde içinden çıkılmaz hale gelir. Sorunları ile birlikte devam eden sorunlu ilişki, çift için beraber yaşamayı zorlaştırır ve çok daha önceki evrelerde sonlanması gereken bu birliktelik, zorunlu devam etmesi halinde mutsuz bir hayatı da beraberinde getirir. Sorunlu ilişki; mutluluktan uzak bir ilişkidir. Sadece çiftlerden birinin ilişki içerisinde sorun yaşayarak mutsuz olması; ortada büyük veya küçük, çözülmesi gereken bir probleme işarettir. Birliktelik harici bireysel mutsuzluk dahi yaşansa, bu durum ilişkiye de yansır ve tek kişilik problem iki kişinin çözmesi gereken bir problem haline dönüşür. Sorunlu İlişkilerin Kaynağı Nedir? Sorunlu ilişkilerin altında yatan pek çok sebep vardır. En yaygın sorunlar; Çiftlerden birinin veya ikisinin geçmiş yaşantılarındaki travmaları Olumsuz ilişki deneyimleri Özgüvensizlik Baskıcı ebeveynler tarafından yetiştirilmiş olmak Cinsel problemler Ailelerin çiftin ilişkilerine müdahale etmesi Bipolar, obsesif kompulsif bozukluk, öfke kontrolsüzlüğü, iletişim problemleri, kişilik bozuklukları gibi bireysel sorunlar… Sorunlu ilişkilerin en derindeki nedenleri olabilir. Burada çiftler özelinde birkaç örnek ile konuyu biraz daha detaylandırabiliriz. Örneğin; partnerini ezmeye, kusurlarını yüzüne vurmaya çalışan bir bireyin ilişkiyi mutsuzlaştırmasının nedeni; özgüvensizlik veya geçmiş yaşantısında başkalarının kendisine aynı şekilde davranması olabilir. Aşırı baskıcı, kıskanç bir birey olmak ve baskıcı ebeveynler tarafından yetiştirilmiş olmak bir diğer örnek olabilir. Cinsellikten kaçan bir bireyin yaşamış olduğu travma veya toplumsal baskı sebebiyle yaşadığı bir sorun da örnekler arasında sayılabilir. Veya ‘’ilişkimizde her şey çok rutin; sorunumuzun olmaması da sorun haline geldi.’’ Diyen çiftler de olabilir. İlişki içinde çok sayıda sorun yaşanarak ilişkinin ilerleyişi tamamen durmuş olabilir. Elbette bu saydığımız pek çok örnek bizlere, her ilişkinin dinamiğinin birbirinden farklı olduğunu söylemektedir. Eğer sorunlar, hem ilişkiyi hem de çiftin arasındaki sevgi ve bağlılığı etkiliyorsa ilişkinin sonlanması kaçınılmaz hale gelir. Ancak ilişkide çiftler; sorunları aşacak gücü kendilerinde bulmaları halinde, ilişkinin kurtulması için her zaman bir umut var demektir. İlişkiye olumlu bir adım atmak için aşağıdaki yolları deneyebilirsiniz; • Haksız olduğunuzu kabul etmekten çekinmeyin ve her zaman çözüm odaklı olun. • Problemlerinizi sakin bir zamanda konuşarak çözüme kavuşturun. • Partnerinize değer verdiğinizi hissettirin. • Sürprizlerle ilişkinizi sıcak tutun. • Cinselliğinize önem verin. • Birbirinizden ayrı aktiviteler yapın ve yeni hobiler edinin. Sorunlu ilişkinizi kurtarmak için yukarıdaki yolları deniyor ancak partnerinizle aranızdaki sorunlar çözüme kavuşmuyorsa, çift ve aile danışmanlığıkapsamında sorunlu ilişkinizin esas kaynağı tespit edilmeli ve ana problemin ilişkiye nasıl yansıdığı ele alınmalıdır. Gerekiyorsa bireysel danışmanlık ile desteklenerek problemin ana kaynağı çözüme kavuşturulmalıdır. Burada alternatif olarak ilişki danışmanlığı ile de devam edilebilir. İlişkinizle ilgili sorunlara profesyonel destek için bizimle  www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog – Kemal Erbay Evci

Kadınlarda Cinsel Mutluluk

Cinsellik; hem ruha hem bedene hitap eden, ilişkilerdeki aşkı ve tutkuyu temsil eden bir eylemdir. Kadın ve erkeğin ilişkisindeki mutluluk, cinsel mutluluk ile paraleldir. Bir tarafın cinsel açıdan mutsuzluğunun ilişkiye yansıması kaçınılmazdır. Ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin görüldüğü, kadının baskılandığı ülkelerde cinsellik, erkeklerin yaşayabileceği bir eylem gibi dayatılırken, kadınlarda cinsel mutluluk geri planda bırakılır. Bu toplumlarda kadınlara küçük yaşlardan itibaren cinsellik, utanılacak bir eylem gibi aktarılır. Küçük bir kız çocuğu büyüyüp yetişkin bir birey olduğunda, çocuklukta elde ettiği olumsuz bilgileri pekiştirerek cinselliğini geri planda bırakan ilişkiler yaşama eğiliminde olabilir. Kendi cinsel mutluluğuna önem vermeyerek, yalnızca partnerinin mutluluğunu ön planda tutabilir ve hatta cinsel açıdan pek çok sorunla karşılaşabilir. Kadınların Cinsel Mutluluğunu Engelleyen Unsurlar Nelerdir? Özellikle bazı toplumlarda kadınların cinsel mutluluğunu engelleyen bazı spesifik unsurlar bulunmaktadır. Bu unsurların başında belirttiğimiz gibi, kadınların küçük yaşlarda cinsellik konusunda yanlış bilgilendirilmeleri gelmektedir. Utanma, cinsel hazzı etkilemektedir. O an yaşanan büyülü birlikteliği değil de utanç verici bir eylem içerisinde olduğunu düşünmek; cinsel mutluluğu engeller. İletişimsizlik ve yine ayıp sayıldığı, tabu haline geldiği için partnerden beklentiler üzerinde konuşmaktan çekinme; kadınların cinsel açıdan tatmin olamamasına yol açan bir diğer konudur. Bu konu, sevmediği bir cinsellik biçiminin devam ettirilmesinin sonucu olarak cinsellikten kaçınmaya da sebep olabilir. Tüm bunların ötesinde, en önemlisi kadınların bedenini tanımıyor olmasıdır. Kendi bedenini ve isteklerini bilmeden mutlu bir cinsel hayata sahip olmak mümkün değildir. Cinselliğin Toplumdaki Yeri ve Önemi Cinselliğin ve kadın cinselliğinin toplumdaki yeri kültürlere göre değişiklik göstermektedir. Kadın cinselliğinin baskılandığı toplumlarda, kadınların isteklerini açıkca söylemesi zorlaşır ve böylece partnerlerine tutkularından bahsedemezler. Cinselliği yaşamak, cinsellik hakkında konuşmak ayıplanır ve küçük yaşlardan itibaren böyle yetiştirilen bireyler, ileriki dönemde vajinismus, disparoni, cinsel isteksizlik gibi problemler yaşayabilirler. Topluma cinsel eğitim verilmesi bu sebeple gereklidir. Böylece sağlıklı cinsel hayatı olan bireyler yetişebilir. Kadınların Cinsel Mutluluğu İçin Yapılması Gerekenler Cinsellik işteş bir eylemdir ve karşılıklı mutluluk bu noktada çok önemlidir. Partnerler birbirlerine saygı duymalı ve birbirlerini mutlu etmek için çaba göstermelidirler. Kadınların kendi cinselliklerini tanımalarıyla başlayan bu süreç, ancak partnerleriyle olan uyumlarıyla tamamlanabilir. Daha mutlu bir cinsel hayat için yapılabilecek şeyler sırasıyla şöyledir; Karşılıklı saygı ve güven duygusu mutlaka olmalıdır. Partnerler kişisel olarak kendini tanımalı ve kendileriyle barışık olmalıdır. Konuşmak ve açık bir iletişimde olmak önemlidir. Partnerlerin birbirini anlaması ancak böyle mümkün olabilir. Cinselliğin yaşanacağı ortamın ideal ve uygun olmasına dikkat edilmelidir. Gergin hissedilen ortamlar mutlu bir cinsellik için engel olabilir. Ön sevişmeye daha fazla özen gösterilmeli ve vakit ayrılmalıdır. Yeni cinsel fantezilere açık olunur ve erotik materyaller kullanılırsa, cinselliğin tutkusu ve hazzı artacaktır. Karşılıklı konuşarak her geçen gün yeni şeyler denemeyi ihmal etmemelisiniz. Zaman içerisinde seveceğiniz onlarca yeni fantezi keşfedebilirsiniz. Tüm bu adımlar oldukça basit gibi gözükse de cinsel mutluluğu olumlu yönde etkilemektedir. Çiftlerin bu konuda uyum sağlaması da her zaman çok kolay olmamaktadır. Eğer ilişkinizde cinsel hayatınızın sağlıklı olmadığını düşünüyor ve sorunlarınızı çözemiyorsanız bir uzman yardımından faydalanmanız gerekebilir. Özellikle sorunun ne olduğu bilinmiyorsa çözmek neredeyse imkansız hale gelebilir. Sorunların doğru şekilde tespit edilmesi ve doğru adımların atılabilmesi için çiftlerin terapi desteği alması önemlidir. Bazen çiftlere odaklanmaktan çok, bireyin sorunlarına da odaklanılabilmektedir. Siz de profesyonel bir yardımla cinsel mutluluğunuzu artırmak için bizimle www.psikolojiantalya.com  internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Seren Akman

Sınır Koymak Neden Önemlidir?

‘’Hiç istemiyorum ama arkadaşım kırılmasın diye onun dediğini yapıyorum, karşılığını almadığım halde müdürümden tepki görmemek adına çoğu gece mesaiye kalıyorum, annem sürekli özel hayatıma müdahale ediyor saygısızlık etmemek için sesimi çıkartmıyorum…’’ Bu ve bunun gibi pek çok cümle, birçok kişinin hayatında önemli role sahiptir. Tam da bu noktada sınır çizmek neden önemlidir konusu gündeme gelmektedir. Kişi; karşısındaki kişinin mutluluğu veya çıkarı uğruna kendinden fazlaca ödün veriyorsa, kendi istek ve beklentilerini geri planda tutuyor ve mutsuz oluyorsa; bireysel mutluluğu ve ilişkilerini sağlıklı yürütebilmesi için kendi sınırlarını çizmelidir. Sınır Koymak Ne Demektir? Sınır koymak ne demek? Nasıl davranırsam ilişkilerimi iyi yöneterek sınırlarımı çizerim gibi sorular sıklıkla sorulan sorulardır. Bazı kişiler sınırlarını çok sert ve katı şekilde çizerken karşı tarafı incitebilir ve bu da ilişkilere zarar verebilir. Bu noktada kişilerin çizdikleri sınırların davranışsal eğilimlerini ele almakta fayda vardır; Sert Sınırları Olan Kişiler: Bu kişilerin sağlıklı ilişkiler kurmaları oldukça zordur. Yardıma ihtiyaç duydukları anlarda dahi soğuk ve uzak durarak yardım istemezler. Yakın ilişkiler kurmamakla birlikte, reddedilmemek için daima kaçınırlar. Düşünce ve duygularını gerekli durumlarda dahi açıkça ifade etmezler. Geçirgen Sınırları Olan Kişiler: Sert sınırları olan kişilerin aksine bu kişiler, duygu ve düşüncelerini gereğinden fazla paylaşırlar. Etrafındaki insanların hayatlarına müdahale etmelerine izin verirler. Saygısızlık ve istismar yaşamaları ve bunların karşısında susmaları dahi olasıdır. Sağlıklı Sınırları Olan Kişiler: Kendi değerlerinden ödün vermeden başkalarından fikir alarak ve bu fikirleri uygularken kendi süzgecinden geçirerek yaşamlarını sürdürürler. Özel hayatlarıyla ilgili detayları yalnızca yakın çevreleriyle paylaşırlar. Başkalarına hayır demekte zorluk çekmezler. İhtiyaçlarını da duygu ve düşüncelerini de rahatlıkla paylaşabilirler. Sağlıklı ilişkiler için net olmak çok önemlidir. Sınırlarınızı net olarak belirleyerek düşüncelerinizi, fikirlerinizi sınırlarınıza uygun olarak ifade etmelisiniz. Gereğinden fazla sınır koymak ya da sınırları tamamen ortadan kaldırmak ve çizgiyi geçenlere sert tepkiler ortaya koymak, ilişkilerinize zarar vererek farklı tepkiler almanıza sebep olabilir. Hangi Konularda Sınır Koyulabilir? Tüm insan ilişkileri düşünüldüğünde, sınır koyulan konular da farklılık gösterir. İş hayatında koyulan bir sınır, arkadaşlık ilişkisinde kalkabilir. İş yerindeki arkadaşlarına sevgilisiyle ilgili bilgi vermekten kaçınan bir kişi, sosyal çevredeki arkadaşlarının yanında bu konuyu konuşabilir. Özel hayatına dair bilgilerin verilmesi profesyonel yaşamına olumsuz etki ettiği için bu sınır çizilmiş olabilir. Ancak samimi arkadaşlarıyla çizilen sınır, bu konuya dahil olmayabilir. Hangi konularda sınır koyulabilir? Fiziksel Sınırlar: Yeme, içme gibi tüm fiziksel ihtiyaçları kapsamaktadır. Bir insan aç olduğunuz halde sizi yemek yemekten alıkoyuyorsa, fiziksel sınırlarınızı ihlal ettiğini söylemek mümkündür. İş yerinde öğle yemeği saati olduğunu bile bile yöneticinin iş vermesi ve işin hızlıca yapılmasını istemesi, buna bir örnektir. Duygusal Sınırlar: Başkalarının duygularınıza saygı duymasını temel alan bu sınırlar, sizin de başkalarına ne kadar empati yapabildiğinizi gösterir. Hislerinizle ilgili sizi rahatsız eden sorular soruluyor ya da hisleriniz saygı görmüyorsa, duygusal sınırlarınız ihlal ediliyor olabilir. Zaman Sınırları: Biri size sürekli neyin önemli olduğunu ya da daha öncelikli olduğunu söylüyor ve siz de buna uyum sağlıyorsanız, zamanla ilgili sınırlarınız net olmayabilir. Maddi Sınırlar: Bütçenizi ve sahip olduklarınızı nasıl harcayacağınıza kendiniz karar vermiyorsanız, maddi sınırlarınızı gözden geçirmelisiniz. Başkaları size sürekli maddi konularla ilgili akıl veriyor ya da sizden talepleri oluyor siz de uyum sağlıyorsanız maddi sınırlarınız aşılmıştır. Entelektüel Sınırlar: Dil, din, ırk ayrımı yapan söylemler entelektüel sınırları aşmaktadır. Bu konular hakkında sürekli yorum yapan bir kimse, entelektüel sınırları aşıyordur. Cinsel Sınırlar: Partnerlerin dahi dikkat etmesi gereken sınırlardır. Mahremiyet ve rıza olmadan yapılan her hareket, cinsel sınırları ihlal eder. Sağlıklı ilişkiler kurmak için hem sınırlar belirlenip karşı tarafa doğru aktarılmalı hem de sınırları aşan kişilere uygun şekilde dur denilmelidir. Aynı zamanda karşı tarafın sınırlarına da saygı duyulmalı ve sınırlar çerçevesinde hareket edilmelidir. Bugüne kadar fazlaca sınır ihlali yaşamışsanız, hayır diyemiyorsanız ve sınırlarınızı karşı tarafa aktarma konusunda zorluk yaşıyorsanız bizimle  www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Mehmet Arseven