Privacy Overview
Çerez | Süre | Açıklama |
---|---|---|
cookielawinfo-checkbox-analytics | 11 months | This cookie is set by GDPR Cookie Consent plugin. The cookie is used to store the user consent for the cookies in the category "Analytics". |
cookielawinfo-checkbox-functional | 11 months | The cookie is set by GDPR cookie consent to record the user consent for the cookies in the category "Functional". |
cookielawinfo-checkbox-necessary | 11 months | This cookie is set by GDPR Cookie Consent plugin. The cookies is used to store the user consent for the cookies in the category "Necessary". |
cookielawinfo-checkbox-others | 11 months | This cookie is set by GDPR Cookie Consent plugin. The cookie is used to store the user consent for the cookies in the category "Other. |
cookielawinfo-checkbox-performance | 11 months | This cookie is set by GDPR Cookie Consent plugin. The cookie is used to store the user consent for the cookies in the category "Performance". |
viewed_cookie_policy | 11 months | The cookie is set by the GDPR Cookie Consent plugin and is used to store whether or not user has consented to the use of cookies. It does not store any personal data. |
Sizlere ne kendi ülkesine geri dönebilen, ne de başka bir ülkeye gidebilen, belirsizlikler içinde yaşamaya çalışan bir adamın hikayesini ele alan bir film önerimiz var: Terminal.
Steven Spielberg’ün yönetmenliğini üstlendiği 2004 yapımı filmde Tom Hanks, Viktor Navorsk isimli bir karakteri canlandırıyor. Navorsk, Amerika’da bir havalimanındayken ülkesinde bir ayaklanma olduğunu öğrenir ve bu olay sonucu Amerika tarafından pasaportu geçersiz sayılır. Ülkesinde yaşanan bu olağanüstü durum nedeniyle Navorsk’un ne Amerika’ya girmesine izin verilir, ne de ülkesine dönmesine… Kendini bir anda dilini bile doğru düzgün bilmediği bir ülkenin havalimanında sıkışıp kalmış olarak bulan Navorsk, bir çok sorunla yüz yüze kalacaktır. Fakat kahramanımız zamanla duruma alışacak ve karşısına çıkan her zorlukla mücadele etmeyi başaracak hatta bir hostese aşık olacaktır.
Hiç bilmediği bir yerde, kendi vatandaşlığını dahi tanımayan yabancı bir ülkenin havalimanında bir süre yaşamak zorunda kalan bir karakterin, hayata tutunma gayreti ve içinde bulunduğu koşullara uyum sağlama becerisi ile zorlukların nasıl üstesinden geldiğini gösteren bu filmi izlemenizi öneririz.
Taxi Driver filmi; usta yönetmen Martin Scorsese’nin üstlendiği, başrolünde Robert De Niro’nun oynadığı 1976 yapımı bir karakter analizi filmidir.
Taksi Şoförü filmi; Vietnam’da savaşının izlerini henüz atamayan bir askerin geceleri taksi şoförlüğü yaparak gördüğü kirli ve adaletsiz dünyaya uyum sağlamayı reddetme hikayesini anlatıyor.Taksi şoförü Travis; sosyal hayatındaki başarısızlığını, savaşın beraberinde getirdiği psikolojik bunalımı ağır bir şekilde yaşayan bir kişidir. Devamlı bir aidiyet duygusu duymaya çalıştığı topluma bir türlü kabul edilmez. Toplum, onu psikolojik sıkıntılarından dolayı bir birey olarak görmez ve dışlar. Tamamiyle bir spirale düşen Travis, fark edilmenin tek yolunun şiddet ile birlikte olduğunu düşünür. Bu kırılma anından sonra bir silah alıp harekete geçmeye, sokakları “temizlemeye” karar verir. Fark edilmeyen ve göz ardı edilen milyonlarca kişinin toplum dışına itildiğinde neler yapabileceğini gösteren, travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireylerin topluma tekrar kazandırılması gerektiğini savunan, sert adam kimliğinin arkasına saklanan erkeklerin duygularıyla yaşadıkları zorlukları anlatan, çürümeye yüz tutmuş bir topluma karşı tutulan bir ayna niteliğindeki film, yönetmen Martin Scorsese’nin kariyerinin en önemli filmlerinden biri olarak kabul görür.
Bir savaş gazisinin topluma tekrar karıştığında yaşadığı zorlukları anlatan, “sert adam” kimliğinin bir süre sonra kişide nasıl psikolojik zararlar bıraktığını anlatan bu filmi izlemenizi öneririz.
Yes Man filmi; Peyton Reed’in yönetmenliğini üstlendiği, başrolünde Jim Carrey’nin oynadığı 2008 yapımı bir komedi filmidir.
Jim Carrey’nin canlandırdığı John Cothran Jr. Carl, iyi bir sosyal yaşantısı olmayan, eşinden yeni ayrılmış ve tüm hayatını evde tek başına film izleyerek geçirmekte olan bir karakterdir. Bir gün arkadaşlarının ısrarı ile terapiye gitmesi sonucu, terapisti Carl’a her şeye “evet” demesini söyler. Tuhaf bir biçimde, terapiden sonra Carl her “hayır” cevabı verdiğinde başına kötü olaylar gelmeye başlar. Carl’ın vermesi gereken tüm kararlara “evet” cevabını vermesi, başına gelecek türlü türlü komik ve eğlenceli olaylara kapı açar.
Sosyal yaşantımızda zaman zaman karşımıza çıkan “hayır” diyememe sorununa da eğlenceli bir atıfta bulunan bu filmi izlemenizi öneririz.
Çocuklukta yaşanan olumsuz deneyimler, travmalar ya da ebeveyn tutumları; bireyin hayatının her alanını şekillendiren etkenler olarak karşımıza çıkıyor. Kişilik özelliklerinden, kişiler arası iletişime birçok noktayı etkileyen bu deneyimler, kişinin ebeveynliğinde ve çocuklarını yetiştirirken gösterdiği davranışlarında da istemsizce tekrar ederek kendini belli edebiliyor. Kimi zaman ebeveynliğini iyileştirmek isteyenlerin önce kendi çocukluğunu iyileştirmesi gerekebiliyor.
Farklı farklı hikayelerden örnekler vererek çocukluk ile annelik arasındaki bağı net bir şekilde ifade eden “İyileşen Çocukluğum, İyileşen Anneliğim” kitabı çocukluk yaraları, eleştiri, hakaret, şiddet, kıyaslama, çocuğu yalnızlığa itme ve sevgisizlik gibi konuları ele alıyor ve ebeveynlere, çocukluk yıllarında yaşanılan ve çözüme kavuşmayan olumsuz deneyimleri kendi çocuklarınıza bir miras gibi aktarmayı bırakmalısınız mesajı veriyor.
Üslubu ile çocuk kitabı gibi görünen fakat herkesin kendine göre bir şeyler bulabileceği ve çeşitli dersler çıkarabileceği bu masalsı öykü, Sahra Çölü’ne düşen bir pilot ile karşılaşan Küçük Prens’in hikayesini ele alır.
Küçük Prens, tek başına yaşadığı boabap ağaçlarıyla kaplı küçük gezegeninde eşsiz güzellikte bir güle sahip olduğunu, gülüyle anlaşamayıp keşfetmeye çıktığı gezegenlerde karşılaştığı farklı insanları anlatır. Bu insanlar aslında hepimizin karşılaştığı, belki de kendimizden bir şeyler bulabileceği karakterlerdir. Her şeye hükmettiğini sanan bir kral, ilgi meraklısı bir palyaço, sürekli sayılarla ve yapması gerekenlerle uğraşan bir iş adamı, devamlı fenerini yakıp söndüren bir bekçi, sürekli içen bir sarhoş gibi çeşitli karakterler ile karşılaşan Küçük Prens, yetişkinlerin hayatlarındaki amaçsızlık, umutsuzluk, egoistlik gibi zarar verici özelliklerin varlığını görür. Yolculuğunun son durağında, karşılaştığı tilki ve onun verdiği sır sayesinde Küçük Prens, sahip olduklarını değerli kılan asıl şeyin onlara verdiği emek ve zaman olduğunun farkına vararak, evine; gülünün yanına döner.
Küçük Prens’in karşılaştığı karakterler aslında farklı insan tiplerinin ve zihniyetlerinin bir yansıması ve insanları körelten davranışların, çatışmaların ve yetişkinlerin monoton, bencil ve hayal gücünden yoksun hayatlarının eleştirisidir. Yetişkinlerin; sevgi, dostluk, yalnızlık, mutluluk, ben merkezcilik kavramları yeniden sorgulamasını sağlayan kitap, insanların duygularını nasıl geri plana attığını, düşünce boyutundan daha derinlere yani duygularına kulak vermekten nasıl korktuğunu bizlere gösterir.
Bugün sizlere başrollerini Robert De Niro, Bradley Cooper ve Jeniffer Lawrance’ın paylaştığı, bipolar bozukluk ve depresyon konularının işlendiği güzel bir 𝗿𝗼𝗺𝗮𝗻𝘁𝗶𝗸 𝗸𝗼𝗺𝗲𝗱𝗶 filmi öneriyoruz…
Filmimiz: Umut Işığı.
Pat, bir tarih öğretmenidir ve eşinin kendisini aldattığını öğrendikten sonra aylarca akıl hastanesinde tedavi görür.
Kişinin ruh halinde dönemsel olarak uç değişiklikler yaşanması ile bilinen bipolar bozukluğun pençesinde olan Pat için değişim vakti artık gelmiştir ancak O, terapisti ve ailesinin çabalarına rağmen eski karısı ile barışmaya kararlıdır. Spor yapıp sağlıklı bir hayat sürerken karşısına Tiffany adında eşini kazada kaybetmiş ve depresyonda olan bir kadın çıkar. Tiffany, eğer kendisi için büyük bir şey yaparsa Pat ile karısını birleştirmeye yardımcı olmak üzere Pat’i dans yarışmasında kedisine partner olmaya zorlar. Bu anlaşma sonucunda artık yeni bir umut ışığı doğmuş ve artık ikilinin hayatlarında güzel şeyler olmaya başlamıştır.
2010 yılında 12 dalda Oscar adayı olan ve en iyi film, en iyi yönetmen dalları başta olmak üzere 4 dalda ödül kazanan King’s Speech filmini izlediniz mi?
Colin Firth, Helena Bonham Carter ve Geoffrey Rush’ın başrollerini paylaştığı film; York Dükünün sosyal fobisi ve kekemeliği ile ilgili yaşadığı problemleri ve bu problemleri aşmak için çıkmış olduğu uzun bir süreci konu alıyor. Filmde York Albert’in kral olmaya giden yolda sosyal fobi kaynaklı kekemeliğinin üstesinden geliş hikayesi ve konuşma terapisti Lionel Logue ile tedavi süreci ele alınıyor.
Yaşlı İngiliz kralının tahtını bırakabileceği iki oğlu vardır: büyük oğlu Edward ve küçük oğlu Albert. Babasının ölümünden sonra tahta geçen Edward, yasak bir aşkın içinde olduğundan tahtı kardeşi Albert’e bırakacaktır. Küçükken yaşadığı travmatik olaylar sonucu kekeleyen Albert’ten, kraliyet sergisinde kapanış konuşması yapması istenir. Aşırı tedirgin ve kaygılı olan Albert, ağır bir şekilde kekeleyerek konuşmasını yapar. Albert’in yıllardır bu sorunu için başvurmadığı ünlü doktor kalmamıştır ancak; bir türlü sorunu çözülememiştir.
Eşi Elizabeth, ona yeni bir konuşma terapisti bulur. Terapist Lionel Logue’ın sıradışı yöntemleri vardır ve Albert bu yöntemleri garipser. Filmin ilerleyen bölümlerinde birlikte çalışmaya başlayan ikili arasındaki doktor- danışan ilişkisini ve daha sonra gelişecek arkadaşlığı görürüz. Bundan sonra kral, tüm konuşmalarında Logue’dan yardım alır.
Kralın en büyük sınavı, II. Dünya Savaşı arifesinde yapması gereken radyo konuşmasıdır ve Britanya’nın her ne pahasına olursa olsun Hitler’le savaşmak için yeterince kararlı, güçlü ve istekli olduğunu anlatması gerekmektedir. O an gelip çattığında, çalışmalarının karşılığını; eşi ile terapistinin desteği ile alan Kral VI. George, başlangıçta zorlansa da etkileyici bir konuşma yaparak büyük bir aşama kaydeder.
Duygusal Farkındalık & Duygu Odaklı Terapi Yaklaşımı Kitabı
Cem Gençoğlu ve Müge Yılmaz’ın kaleme aldığı Duygusal Farkındalık & Duygu Odaklı Terapi Yaklaşımı kitabı içerisinde birbirinden kıymetli eğitim programları bulunuyor. Geçmiş dönemlerde düşünce, akıl, mantık ve duygu kavramlarından birinin üzerine yoğunlaşılması gerektiği görüşü savunulmuş ve tartışma konusu olarak gündemde yer almıştır. Ancak bu kitap; geçmişten gelen bu tartışmalı konuya farklı bir bakış açısı getirerek bu kavramları bütüncül olarak ele alıyor, problem çözümlerinde her birinin önemli ve diğerinin tamamlayıcısı olduğunu aktarıyor. Yaşamış olduğumuz tüm duyguları pozitif veya negatif olarak etiketlemek yerine hayatın devamlılığı için önemli unsurlar olarak nitelendiriyor. İçinde bulunan eğitim programları ile okuyucuların duygularına geniş pespektiften bakmalarını sağlıyor ve bu duygularını sağlıklı bir şekilde yansıtıp dile getirmeleri noktasında farkındalık yaratıyor.
Duygularına farklı açılardan bakmak isteyenlerin, etkisi kanıtlanmış ve harika bir kılavuz niteliğinde olan bu kitabı okumalarını tavsiye ederiz.
Baş rollerini Antony Hopkins ve Emma Thompson’un paylaştığı şizoid kişilik bozukluk ve mükemmelliyetçiliğin işlendiği sürükleyici bir film önerimiz var: Günden Kalanlar.
Sürekli işiyle ilgilenen, donuk bir baş kahya olan Stevens; efendisi Lord Darlington’un hizmetinde çalışmaktadır. Film; uzun yıllar önce birlikte çalıştığı, aslında sevdiği ama bunu kendine bile itiraf edemediği Miss Kenton adındaki kahya kadından mektup alması üzerine II. Dünya Savaşı öncesi İngilitere’sinde gelişen hikayeleri konu alıyor.
Miss Kenton’ın odasına çiçek getirdiği etkileyici sahnede Stevens, hiç neşeli gözükmediği gibi çiçekleri dikkat dağıtıcı bulur. Miss Kenton’ın duygularını anlamasından korkar ve her defasında yalnız kalmak ister. Genel olarak da konuşmalar esnasında kişilere ilgi göstermemesi, duygularını gizlemeye çalışması; Stevens’ın şizoid kişilik bozukluğuna yani yakın ilişkiler kurmaktan çekinen, yalnız kalmayı yeğleyen ve sosyallikten kaçınan özelliklere sahip olduğunu görmekteyiz.
Stevens; sert, kuralcı ve onur konusunu her şeyin üzerinde tutan bir babaya sahiptir. Bu sebeple de Stevens; babasını hayal kırıklığına uğratmak istemez, onu her konuda gururlandırmaya çalışır. İşini her zaman en iyi şekilde yapmaya çalışması ve sürekli işiyle ilgilenmesi, Steven’ın aynı zamanda mükemmelliyetçi karakterini gözler önüne sermektedir. Hatta babasının ölüm haberini Miss Kenton’dan aldığında; ‘’Biraz meşgulüm birazdan geleceğim.’’ Cümlesini kurması; mükemmelliyetçi karakterini bir kez daha açığa çıkarmakta ve işini her şeyin üzerinde tuttuğunu göstermektedir. Babasının da ölene kadar çalışması, ölürken bile süpürgesine sıkı sıkı sarılması ve bırakmaması; Stevens’ın karakter özelliklerinde babasının rolünün ne derece önemli olduğunu vurgular niteliktedir.
Cumartesi akşamı bir planınız yoksa, psikolojik analizleri bulunan ve dram kategorisinde yer alan bu filmi izlemenizi öneririz.
Çözümü mümkün olmayan psikolojik bir rahatsızlık olarak bilinen sınır kişilik bozukluğu, şema terapi yaklaşımının uygulanmasıyla birlikte bu rahatsızlığa sahip kişilerin tedavisi için umut ışığı olmuştur. Çünkü yapılan araştırmalar, şema terapi ile tedaviye olumlu yanıt verme oranının oldukça başarılı olduğunu göstermektedir.
Bu sebeple; şema terapi yaklaşımını geliştiren Arnoud Arntz, Hannie van Genderen, klinisyenler için Sınır Kişilik Bozukluğu ve Şema Terapi kitabını kaleme aldı. Bu kitap; sınır kişilik bozukluğu vakalarında şema terapi yaklaşımının klinikte nasıl uygulandığını anlatan, çok değerli bir kitap.
Bu kitap içerisinde; şema terapinin terapi aşamaları, vaka örnekleri, kullanılan teknikler ve stratejiler gibi değerli bilgilerin yer alması yönüyle de klinisyenlerin baş ucundan ayırmayacağı niteliktedir.
Bu Pazar akşamı için Obsesif Kompülsif bozukluğu anlatan güzel bir film önerimiz var.
Filmimizin adı: Toc Toc
Bu filmde Federico, Otto, Emilio, Lili, Ana Maria ve Blanca adında 6 farklı takıntılı davranışa sahip kişi görüyoruz. Federico; istemsizce küfür etme, Emilio; eşya biriktirme, Blanca temizlik, Lili; babasını kaydettikten sonra edindiği ölüm korkusu dolayısıyla duyduğu kelime ve cümleleri tekrar etme, Ana Maria; evden çıkmadan ocak, kapı ve pencereyi defalara kontrol etme, Otto; simetri ve düzen takıntılarına sahip kişilerdir.
Takıntılı davranışları yüzünden hayatları çok zor olan bu kişiler, bir klinikten randevu alırlar. Kliniğe gittiklerinde 6 kişinin randevusu da aynı saattedir ve kişiler bunun şaşkınlığını yaşarlar. Bu sırada terapistin uçağının geciktiği bilgisi gelir. Bu kişiler terapistlerini beklerlerken bir süre sonra konuşmaya başlarlar ve birden grup terapisi ortamı oluşur. Birbirlerinin sorunlarını anlamaya, çözmeye ve birbirlerine destek vermeye çalışırlar. Bu sırada terapist hala gelmemiştir; çünkü aslında içlerinden biridir…
Black Swan filminde siyah ve beyaz kuğu karakterlerini canlandıran Natalie Portman, mükemmelliyetçi Nina karakteri ile başrolü oynuyor. En iyi kadın oyuncu Oscar ödülü dahil pek çok ödül alan Black Swan, psikolojik gerilim ve dram türünde bir filmdir.
Filmde Nina’nın annesi Erica; baskıcı, obsesif ve aşırı kontrolcü bir anne figürü olarak karşımıza çıkıyor. Annesinin psikolojik durumu, Nina’nın da hayatını şekillendiren en büyük faktördür. Nina’nın anne kontrolünden çıkıp saf ve temiz beyaz kuğu gibi olma özelliğini kaybedecek olması, Erica’nın en büyük korkusudur. Nina’nın hala çocuk odasına sahip olmasının nedeni (aslında) Erica’nın korkularının yansımasıdır. Tam da bu yüzden annesinin ona hala küçük bir kız olduğunu vurgulayan hitap şekli de Nina’nın yetişkin bir kadın gibi davranmasına izin vermez. Nina’nın mevcut mükemmelliyetçi karakteri ve çocuk kalmışlığı arasındaki ciddi çatışma olduğunu söylememiz mümkün.
Aşırı kontrolcü ve gelişimlere kapalı bir karakter olan Nina, kendindeki değişiklikleri meslektaşı Lily ile özdeşleştiriyor ki burada da çoklu kişilik bozukluğu yaşadığını söyleyebiliriz. Filmin sonunda Nina’nın yaşadığı tüm psikolojik süreçler, başarılı bir biçimde işlenmiştir.
Black Swan, psikolojik tahlil açıdan çok zengin bir film olmakla birlikte, uygunsuz sahnelerinin bulunduğunu hassas takipçilerimiz için hatırlatmak isteriz.
Çocukluk hikayesini anlamak isteyen herkes için çok aydınlatıcı bir kitap Yetenekli Çocuğun Dramı…
‘’Her insanın derininde kendinden az çok gizlediği, içinde çocukluk dramının aksesuarlarının bulunduğu bir arka odası vardır. Kimseyi sokmadığı bu gizli odasına mutlaka girecek olanlar yalnız kendi çocuklarıdır. İnsan çocuk sahibi olunca odaya hareket gelir, hazırlık başlar; çünkü dramın devamı için gerekli ortam sağlanmıştır. Fakat çocuk bu dramda oynayacağı rolü ve kullanacağı aksesuarları seçmekte özgür değildir; çünkü rolü zaten yaşama getirilirken belirlenmiştir ve yer aldığı ‘oyunla’ ilgili anılarını da yetişkinlik yaşamına taşıyacaktır. Rolünün ne olduğunu belki ancak daha sonra, terapide sorununa çare ararken öğrenebilir…’’
· Aşırı vicdan ve hayır diyememek yüzünden kendi ihtiyaçlarınıza sıra gelmiyor mu?
· Terk edilmekten korktuğunuz için ilişkilerde çok mu altta kalıyorsunuz?
· Sağlığınızı kaybetmek, aklınızı kaçırmak, parasız kalmak, uçağa binmek gibi korkularınız yaşam sevincinizi yok mu ediyor?
· Hayatınız, işlerinizi yetiştirmeye çalışmakla mı geçiyor?
Bugün yaşamınızda istemeseniz de var olan, temeli çocukluk ve ergenlik döneminizdeki olumsuz deneyimlere dayanan, işlevsiz ve çarpık şemaları fark etmenize ve bu şemaların iyileştirilmesine yardımcı olmaya yönelik harika bir kitap önerimiz var.
Kitabımızın adı: Hayatı Yeniden Keşfedin.
Şema terapinin öncüsü Jeffrey E. Young ile Janet S. Klosko’nun kaleme aldığı bu kitapta psikolojide yer alan 18 işlevsiz şemayı açıklamalar ve örneklerle bulabilirsiniz. Tüm bu işlevsiz şemaları tanıyarak siz de çocukluğunuzdan itibaren yaşadığınız olayları süzgeçten geçirebilir, böylece hayatınıza yepyeni bir yorumla yön verebilirsiniz.
Yazar Diane Zimberoff’un işlevsel olmayan aile olarak tanımladığı aile ilişkilerinde, kurban-kurtarıcı-zorba vardır. Bu üçgen çerçevesinde anlatılan kitapta, zaman zaman kendinizi zaman zaman çevrenizdeki kişileri bulacaksınız…
Ailede öfkeli bir zorba, öfkesini dışa vurduğu kurban ve kurbanı zorbadan kurtaran bir kurtarıcı vardır. Bazen zorba; kurtarıcıya zorbalık yapar, kurtarıcı kendini kurban pozisyonunda hisseder ve zorba, kurbana acıyarak onu kurtarma eyleminde bulunur. İşlevsel olmayan ailelerde bu roller sürekli değişerek kısır döngü halinde sürer gider…
Aslında bu üçgen durdurulabilir ve değiştirilebilir yapıdadır ancak iyi bir terapiye ihtiyaç vardır…
Sevgili ebeveynler; evet zaman zaman çok bunalıyorsunuz, bazı kriz anlarını yönetmek gerçekten çok zor bir hal alabiliyor ve durum karşısında nasıl davranmanız gerektiğini kestiremiyorsunuz. Katı ya da yumuşak eğitim modelleriniz çocuğunuzla iletişim kurmanız için yeterli olamayabiliyor ve kendinizi çıkmazda hissediyorsunuz.
Size bir kitap önerimiz var.
Bu kitabımızın adı: Çocuğunuza Sınır Koyma 2
Bu kitap, size inatçı ve ısrarcı çocuklarınızın eğitiminde yepyeni bir yöntem sunuyor. Kitabın sunduğu bu yeni yöntem; çocuklarınızın daha pozitif, daha saygılı ve daha iletişime açık birer birey olmasında etkin rol oynayacak.
“Geçmişi anlamak, bugünkü ilişkileri anlamaktır. İmkansızdan mümküne geçmektir” diyor psikiyatrist, psikoterapist Bahar Tezcan…Başlangıçta her şey toz pembeydi belki, zaman içinde siz de ne olduğunu anlayamadan bir şeylerin ters gittiğini, sevilmek için çaba harcadığınızı düşünür oldunuz. Geçmişten bugüne hayattaki en büyük korkunuzdu terk edilmek, bu yüzden çıkmaz sokaktaydınız aslında; geçmişte yaşadığınız acılar şekillendirmişti bu ilişkiyi. Peki, bu ilişki nasıl mümkün olacaktı?
Hayır diyemeyenler için bir de kitap önerimiz var. Hayatınızı kontrol altına almakta zorlanıyor musunuz? Kişisel sınırlarınızı belirlemediğiniz için insanların sizden faydalandığını mı düşünüyorsunuz? Yapmak istemediklerinizi sırf karşı taraf kırılmasın diye yapıyor ve sonunda kendinizi mutsuz ve değersiz mi hissediyorsunuz?Eğer yanıtlarınız evet ise bu kitap tam size göre…
Sınırlar kitabını okurken duygularınızı, ihtiyaçlarınızı, yapmak istediklerinizi ve istemediklerinizi mercek altına alarak kendinizi keşfedeceksiniz…
O’nunla birlikte olmak eziyet olmasına rağmen yokluğunda büyük bir boşluk hissediyorsanız; iyi adamlar sıkıcı ama sorunlu, karamsar, mesafeli erkekler çekicidir diyorsanız, ulaşılmaz gibi görünen, mutsuz olan ve mutsuz eden partnerinizi mükemmel bir partnere dönüştürme fikri size de harika geliyorsa, çektiğiniz aşkın ıstırabını aşırı sevmek ile özdeşleştiriyorsanız ‘’Aşırı Seven Kadınlar’’ kitabı tam da size göre…
Bu kitap; karşı cinste takıntı haline getirerek aşk diye adlandırdığınız ama aslında sizi içten içe çökerten bu döngünün sebebinin, çocukluğunuzda bir yerlerde yaşamış olduğunuz sağlıksız ilişki kalıplarından olduğunu anlatıyor ve sizi çocukluğunuzdaki anılarınızı sorgulamaya yöneltiyor.
Bu kitap ile aşırı sevdiğini zannederek kendine zarar veren bir kadından bu soruna dur diyebilmek için adım atan ve kendini sevebilen bir kadına dönüşebilirsiniz.
Çoğu iyi gitmeyen ilişki, problemlerinin çözümü için farklı yollar arar. Genelde iki taraf da yaralarının üstünü örtmeye, onları görmezden gelmeye çalışarak geçici çözümlerle kendini iyileştirmeye çalışır. Aslında sorunların çözümü terapi odasındadır. Yazar Bahar Tezcan ‘’Terapi Odasında İyileşen İlişkiler’’ kitabında bağlanma, aldatma-aldatılma, narsist bireylerle ilişki, evlilik, boşanma gibi konuları detaylarıyla ele alarak sizin de geçmişinizi anlamanızı ve güçlenerek pek çok sorunun yanıtıyla yüzleşmenizi sağlıyor.