İlişkiler, bireylerin bağlantı kurmasına yarayan en önemli unsurdur. Aynı zamanda ilişkiler, insan hayatına yön vererek hayatı kökünden değiştirebilecek güce sahiptir. Sosyal hayatımızda yer edinen ilişkilerimiz aynı zamanda profesyonel hayatımızda da önemli bir büyüklüğe sahiptir. İlişkilerin pek çok çeşidi vardır ve bunlardan biri arkadaşlarımız veya ailemiz ile kurduğumuz sosyal ilişkidir. Bu ilişki türü duygulara yöneliktir. Ancak ilişkiler yalnızca duygulara yönelik olmaz. Profesyonel hayatta bireylerin hayatına pozitif yönde etki etmek adına kurulan bir ilişki türü olan terapötik ilişki, bireylerin psikolojik problemlerinin çözümü doğrultusunda danışan ile danışman arasında kurulan özel bir ilişkidir. Bu özel ilişki, iki tarafın da birbirini tanıması, danışmanın danışanın sorunlarının çözümü için belirleyeceği en iyi yolları güven ve dayanışma içerisinde sürdürmesidir. Terapötik İlişki Nasıl Kurulmalıdır? Terapötik İlişkinin Kuralları Nelerdir? Terapötik ilişki için aynı zamanda kişinin sosyal hayatında kurduğu ilişkiden bağımsız olarak kurulan profesyonel bir ilişki türü denebilir. Danışman ile sağlıklı bir ilişki kurulması için kişinin kendini açık ve özgürce ifade etmesi çok önemlidir. Öte yandan terapötik ilişki, belirli etik kurallar etrafına çerçevelenmesi gereken, mahremiyetin önemli olduğu bir ilişkidir. İlişkinin kurulmasındaki amaç; danışmanın, danışan kişinin iç dünyasını keşfetmesi ve sorunlarına odaklanarak kişinin farkındalığını artırması yönündedir. Bu ilişkinin filizlenebilmesi için uyulması gerekli çok önemli unsurları içinde barındırır. Bunlardan bazıları şunlardır; -Terapist terapi süresince danışanın kendisi dışında ailesinden yakınlarından ya da arkadaşlarından kişilerle danışanın bilgisi ve izni olmadan görüşmez. -Terapist ile seans saatleri dışında acil durumlar dışında ilişki kurulmaz. -Terapist hediye kabul etmez. (Hediye verme gibi eylemler kendini gösterdiğinde bunlar terapi süreci çerçevesinde anlamlandırılmaya çalışılır.) – Terapist sosyal ortamlarda ve sosyal ilişkiler içinde danışan ile birlikte yer almaz. Hatta dış ortamlarda rastlanıldığında danışanın gizlilik kuralı çerçevesinde güvenliği uyarınca selamlaşma ve konuşma ortamından uzak kalmak terapistin eğilimi olacaktır. – Terapist terapisini yürüttüğü danışanın yakını olan birinin terapisinin sorumluluğunu üstlenmez. -Terapinin yapılacağı zaman diliminin önceden belirlenmiş olması, -Görüşmenin terapiye uygun ve dikkat dağıtmayacak bir oda içinde gerçekleşmesi gibi detaylar çok mühimdir. Terapötik ilişki içerisinde gizlilik çok önemlidir. Danışmanın sorunlara tarafsızca ve sonuç odaklı yaklaşması çok önemlidir. Terapötik ilişki; sosyal ilişkilerde olduğu gibi bir samimiyet içermez. Bu sebeple de özel hayatta görüşülen kişilerle danışman dahi olsa seans yapılmamalıdır. Tamamiyle profesyonel, sonuç odaklı, güven çerçevesi içerisinde ve yalnızca danışan ile danışman rollerinde olunmalıdır. Terapötik İlişkinin İletişim Teknikleri Nelerdir? -Yakından İlgilenme: Danışman; danışanının düşüncelerinin önemli olduğunu ona hissettirmelidir. Bu, yakından ilgilenme tekniği ile gerçekleştirilir. Danışanın kendine güveninin artması, daha özgürce konuşması için danışan ile yakından ilgilenmek çok önemlidir. -Konuşmaya Açık Davet: Danışmanın danışana açık uçlu sorular sormasıyla danışanının kendisine açılmasını ve konuları açıkça anlatmasını sağlamaya yarayan bir yöntemdir. Danışman ne kadar açık uçlu sorular sorarsa, danışanı da anlatmak istediği konuyu geniş perspektifte anlatabilir. Danışanın kaygılarını ve korkularını ortaya çıkartmak için bu teknik çok önemlidir. Danışmanın “Bu size nasıl hissettiriyor?” ya da “Bu düşünceler size neyi çağrıştırıyor?” gibi açık uçlu soruları sorması, danışanın verimli bir danışmanlık deneyimi geçirmesi için önemli parçalardır. -Asgari Düzeyde Teşvik: Danışmanın daha az konuşup, danışanın daha fazla konuştuğu tekniktir. Bu teknikte danışman, konuşmasını minimum derecede tutarak danışanı daha fazla konuşmaya teşvik etmeyi amaçlar. Arada anahtar kelimeler söyleyerek danışanın konuşmasını destekler. Bu şekilde danışan, anlattığı konularda daha açık ve detaylı olabilir. -İçeriğin Yansıtılması: Danışanın anlattığı olayların ona geri yansıtılması tekniğidir. Bu sayede danışan, danışmanının onu dinlediğini anlar ve düşüncelerini daha net ifade edebilir. -Sessizlik: Sessizlik; her ilişkide önemli olduğu gibi, terapötik ilişkide de önemlidir. Danışman bazen sessiz kalarak danışanının düşüncelerini toparlamasına, kendi iç dünyasında düşüncelerini daha belirgin hale getirmesine yardımcı olur. Terapötik ilişki, danışman ile danışan arasında; gizlilik, güven ve mahremiyet konuları çerçevesinde oluşan bir bağdır. Danışanın kendini güvende hissetmesi, özgürce konuşabilmesi ve kendi iç dünyasını yansıtabilmesi problemlerinin çözümü açısından çok önemlidir. Eğer siz de herhangi bir konuda profesyonel desteğe ihtiyaç duyuyorsanız profesyonel ekibimizle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Erken Dönem Uyum Bozucu Şemalar
Erken dönem; bebeklik, çocukluk ve ergenlik yıllarını kapsayan; bireyin ilk deneyimlerini yaşadığı ve pekiştirdiği dönemdir. Bu dönemde öğrenilen veya deneyimlenen olumlu tecrübeler, bilişte olumlu olarak depolanır ve güvenli hatıralar olarak gelecek yıllara yansır. Ancak olumsuz yaşanmışlıklar, duygular, his ve düşünceler; erken dönem uyum bozucu şemaların oluşmasına ortam oluşturur. Erken yaşam döneminde başlayan bu şemalar birey büyüdükçe, hayatının her alanına etki eder. Okul yaşamından arkadaş seçimine, sosyal hayatından iş ve hatta özel hayatına kadar geniş yelpazede kişinin hayatına tesir eder. Erken Dönem Uyum Bozucu Şemaların Oluşma Sebepleri Erken dönemde bireyin hayatı; aile içi ve yakın çevresi ile sınırlıdır. Bu dönemde edinilen bilgiler ve deneyimler, önce anne-baba veya bakım veren kişilerden sonra yakın çevreden öğrenilir. Çocuğun stresle başa çıkma yöntemleri, durumlar karşısındaki davranışları, verdiği tepkiler; hep ebeveynlerinden öğrendiği, gözlemledikleri şekilde kendisine yansıyacaktır. Örneğin, hem çocuğuyla iletişiminde hem de etrafıyla ilişkilerinde tepkilerini hep kızarak ortaya koyan bir anneyi ele alalım. Benzer durumlarda çocuğun tepkilerinde bozulmalar olabilir. Çocuk bu durumlarda benzer şekilde kızgın tepkiler gösterebilir, duygularını yok sayabilir veya böyle bir duyguyu yaşamamak için benzer durumlardan kaçınma gayretine girebilir. Genetik faktörün de erken dönem uyum bozucu şemalar konusunda etkisi büyüktür. Aşırı kaygılı bir çocukta, tüm ebeveyn yaşantısı mercek altına alınıp aslında çocuğun bu kadar ağır kaygılı olacağı bir ortamda yaşamadığı gözlemlendiğinde uzman, aile üyelerinde böyle bir rahatsızlık olup olmadığını araştırır. Büyük olasılıkla da ailede böyle bir öykü olduğu ortaya çıkar. Erken Dönem Uyum Bozucu Şemalar Nelerdir? Şema terapinin kurucusu Jeffrey E. Young ve ekibi tarafından uzun klinik gözlemler sonucu 18 adet erken dönem uyum bozucu şema belirlenmiştir. Bu şemalar aşağıda sıralanmıştır; 1- Duygusal Yoksunluk : Her çocuğun ebeveynleri tarafından ilgiye ve bakıma ihtiyacı vardır. Hem fizyolojik hem de duygusal anlamda doyuma ulaşabilmesi, çocuğu mutlu ve sağlıklı kılar. Sarılma, öpme, şefkat gösterme, güzel cümleler söyleme, onu olduğu gibi kabul etme; çocuğun kendini değerli hissetmesini sağlar. Bu ilgi ve sevgi eksik olduğunda ise, çocuk yalnızlaşır. Aidiyet kavramından, empatiden uzaklaşır, büyüdüğü zaman da kendisini değersiz ve yalnız hisseder. Bu durum sosyal iletişimine, başarılarına, romantik ilişkilerinde sorunlara sebep olur. 2- Başarısızlık: Çocukluk; hep yeni bir serüvende yeni şeyler öğrenmek, keşfetmek ve denemektir. Çocuklar her şeyi denemek isterler, ancak bu denemeler karşısında ebeveynler ‘’Sen bunu yapamazsın, beceremezsin; senin yerine ben yapayım’’ gibi tavırlar sergilerlerse; çocukta ben başarısızım, işe yaramazım, ben bunu yapamam hiç denemeyeyim gibi özgüven zedeleyici bir tablo ortaya çıkabilir. Çocukluktan başlayan bu ben yapamam, beceremem düşüncesi, gelecek yıllarda da her yeni durumda kendini gösterir. Okul yaşamı, spor hayatı, ikili ilişkileri; hep ben yapamam başkaları yapabilirlerle dolu olur. Kişi bu şemada kendini hep eksik hisseder. 3- Karamsarlık : Çocukluktan itibaren hayat hiç kolay değildi. Bu yüzden bundan sonra da iyi hiçbir şey olmayacak inancı, kişinin gündelik hayatını hep karamsar olarak geçirmesine sebep olur. Hayatın olumlu yönlerini görmeme, hep kötü şeylerin var olacağına olan inancın kırılamaması, karamsarlık şemasının en belirgin özelliğidir. 4- Cezalandırıcılık : Dersinden kötü not aldığın için akşama kadar odanda oturacaksın, bunu kırdığın için bağırıyorum sana şuan, yaramazlık yaptığın için şimdi sopa geliyor… Yapılan her hata veya davranış çocuklukta ceza ile sonuçlanmışsa, kişi büyüdüğünde de hata yaptığı her durumda ağır yaptırımlarla karşılaşacağını düşünür. Bu yüzden asla hata yapmamalıdır. Bu şemada kişinin hayatı hep hata yapmamak ve ceza almamaya çalışmak üzerine geçen geçer. 5- Yüksek Standartlar: Çocukken yapılan, aslında çocuk için büyük bir başarı olan ama ebeveynleri tarafından hep eleştirilen, daha iyisi beklenen ve hep eleştiriye maruz kalınan bir şemadır. Çocuk büyüdüğünde de ne yaparsa yapsın kendisine bile yetmez, hep daha iyisini yapmaya çalışır. En iyisini yapsa bile daha iyisini zorlar. Bu şema mükemmelliyetçilik ve kaygı bozukluğunu da beraberinde getirebilir. 6- Onay ve Takdir Arama: ’’Küçükken sevildiğim, ilgi gördüğüm zamanlar hep ebeveynlerimin isteklerini yaptığım zamanlardı, onların bir dediklerini iki etmezdim ki beni takdir etsinler.’’ Bu sözleri sarf eden bir kişi, şuan başkalarının istek ve arzularını yerine getirerek takdir kazanmayı büyük ihtimalle yaşamının odak noktasına koymuştur. 7- Yetersiz Özdenetim: Sorumluluk almak, verilen bir işi tam anlamıyla yerine getirmek, bu şemaya ait kişiler için oldukça zordur. Bunun sebebi yine erken dönemde ihmal edilmiş, sorumluluk bilinci gelişmemiş çocuklarda yaşanan problemlerin yansımalarıdır. 8- Boyun Eğme: Hor görülmüş, aşağılanmış, ezilmiş çocuklar; yetişkin birey olduklarında da fikir beyan ettiklerinde veya göz önünde olacakları bir davranış sergilediklerinde ezileceği, alay edileceği düşüncesiyle geri planda dururlar. Bu kişiler, farklı kişilerin dediklerine katılarak göze batmamaya çalışırlar. Ancak bu durum sonrasında öfke patlamalarına, saldırganlığa dönüşebilir. 9- Duygusal Bastırma: Çocuk ve ergenlik çağlarında sevgiden uzak büyümüş çocuklar, büyüdüklerinde de kendi duygularını göstermekten kaçınırlar. Öyle ki duygularını göstermek kişiler için mahcubiyet sebebidir. Bu kişiler donuk veya soğuk kişiler olarak görünürler. 10- Zarar Görme ve Hastalıklara Karşı Dayanıksızlık: Bu şemada çocuk, ya ciddi hastalıklar geçirmiş ya da hasta olmaması için ebeveynleri ciddi titizlik göstermiş olabilir. Yetişkinlikte de bu kişilerin en büyük korkusu hasta olmak veya vücut bütünlüğüne zarar gelmesidir. Ya büyük bir hastalık başıma gelirse ne olur gibi düşünceler, kişiyi oldukça kaygılandırır. Bu kişilerde anksiyete yani kaygı bozukluğunun görülme sıklığı da hayli fazladır. 11- Kusurluluk ve Utanç: Bu kişilerin çocukluk yaşantılarında hep eksik olduğu noktalar vurgulanmıştır. Matematik dersinden kötü not aldığı için kusurlu bulunmuş, alay edilmiş bir çocuk;matematik derslerinde utangaç tavırlar sergileyebilir. Aslında bunun olabileceği, biraz daha çalışırsa yüksek not alabileceği anlatılmış olsa, bu dersten iyi notlar alabilecekken hayatı boyunca matematik konusunda kendini kusurlu hissedebilir. Boyunun kısa olmasıyla alay edilmesi, kişinin yolda yürürken bile kendinden utanç duymasına sebep olabilir. 12- Güvensizlik ve Kötüye Kullanım: Çocukluk travmaları, bu şemada etkili olan en büyük unsurdur. Çocuklukta ciddi değersizlik hissi, saygısızlık, yalan gibi konularla karşılaştıysa çocuk; büyüdüğünde de bu konular onun için en önemli sorunlardır. Kişi, kendini hiç güvende hissetmez. Çocukluk travmalarında cinsel veya fiziksel saldırı, tehdit, yaralanma gibi büyük olaylar yaşadıysa, sonrasında da kendini güvende hissetmeme durumunda hissedebilir ve bu şemaya sahip olabilir. 13- Sosyal İzolasyon ve Yabancılaşma: Ev ortamı dışında kendini iyi hissetmeyen, kendini farklı olarak nitelendiren ve sosyal ortamlar içerisinde bulunamayan kişi; yine çocukluk çağlarında ev ortamından fazla uzaklaşmamış, baskı altında büyümüş kişilerde görülebilir. Kişi, sosyalleşme konusunda kendini cesaretli hissetmez ve hep kendini kusurlu olarak görmesi dolasıyısla kusurluluk şemasına da sahiptir. 14- Bağımlılık ve Yetersizlik: Bu kişilerin çocukken tüm ihtiyaçları genellikle ebeveynleri tarafından karşılanmıştır. Yetişkin bir birey olduklarında da sorumluluk alamama, kendi başına bir işi bitirememe, hep yardım alma eğilimindelerdir. Bu kişiler kendini hep yetersiz
Duygusal Özgürleşme Psikoterapi ile Mümkün
Herkesin hayatında deneyimlediği olumlu veya olumsuz yaşantılar vardır. Bu yaşantılardan elde edilen deneyimler, olumlu olduğunda hayatımıza da olumlu etkileri olur. Ancak olumsuz olduğunda hayat boyu sürecek olumsuz etkileri devam eder. Olumsuz deneyimlerden oluşan havuz taşsa bile bunlar bedende hapsolur ve kişide hem fizyolojik hem de psikolojik açıdan zorlantılar meydana gelir. Tam da bu zorlantıların çözümü için EFT (Emotional Freedom Technique) yani Duygusal Özgürleşme Tekniği önemli bir psikoterapi ekolü olarak karşımıza çıkıyor. EFT Nedir? Nasıl Uygulanır? EFT Uygulayan Kişide Ne Gibi Değişimler Gözlemlenir? Kişinin içinde barındırdığı ve artık dışa vuran birçok psikolojik sorununun çözüme ulaşmasına yardım eden bir tekniktir EFT. Bize içimizde bulunan tüm fiziksel ve ruhsal problemlerin bedende birikmiş duygular olduğunu ve bedenin kayıt tuttuğunu savunur. Yaşam boyunca yapılmayan her hareket bile, kişinin bedeninde birikir. Genel olarak otoriteye karşı saklanan bu duygular, kişinin çocukluğundan beri karşısına çıkan otorite figürlerine karşı sakladığı tüm duygular bedende hapsolur. Tıpkı ağzına kadar dolan bir su bardağı gibi kişi bir süre sonra duygularını muhafaza edemez ve taşar. Kişinin içinde biriken kötü trajediler, bedenin normal enerji dengesini bozuntuya uğratır ve kişide fiziksel ve ruhsal sorunlara yol açar. EFT’nin amacı, bireyin içinde bulundurduğu ve enerji dengesini bozan bozuk enerjiyi bedenden dışarı atmaktır. EFT’nin uygulanma şekli çok kolaydır. Parmak uçları ile bedendeki bazı akupunktur noktalarını aktifleştirmek, EFT’nin gerektirdiği başlıca uygulamadır. Akupunktur noktaları parmak uçları ile uyarılırken bir yandan da zihindeki sorunlara odaklanılmalıdır. EFT’nin öne sürdüğü bozuk enerjiyi dışarı atma durumunda vücudunuzda bazı farklılıklar gözlemleyebilirsiniz. Örneğin; gözünüz yaşarabilir, esneyebilir, ağlayabilir veya vücudunuzun herhangi bir yerinde farklı hisler duyumsayabilirsiniz. Öfke, korku, üzüntü, suçluluk ve bunun gibi birçok duygu sonucu oluşan; fobi, travma, depresyon, panik atak, kayıp, kilo problemleri gibi pek çok psikolojik problemlerin çözümünde EFT tekniği kullanılabilir. EFT, birçok fizyolojik vücut sorunlarında şaşırtıcı sonuçlar alabileceğiniz bir tekniktir. EFT öncesinde kişi bilinciyle vücudu arasındaki bağı sağlam kurmalıdır. İçinizde biriken bu problemleri artık kontrol edemediğinizi düşünüyorsanız EFT tekniğini denemeniz işe yarayabilir. Dışarıdan kendinize karşı eleştirel bakabildiğinizi düşünseniz bile bilinçaltınızda böyle hissetmeyebilirsiniz. EFT tekniği ile ilgili detaylı bilgi ve randevu için www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Davranışlarımız Duygularımızın Kontrolü Altında
Yaşamımızda sahip olduğumuz 7 temel duygu vardır. Bu duygular; sevinç, üzüntü, tiksinme, şaşırma, korku, öfke ve utançtır. Yaşamımız boyunca karşılaştığımız olaylar, duygularımızı etkiler, duygularımız da davranışlarımızı… Peki neden duygularımız davranışlarımızın kontrolü altında? Duygular Davranışları Nasıl Etkiliyor? Duygu, düşünce ve davranışlar birbirleriyle etkileşim halindedir. Düşüncelerimiz duygularımıza, duygularımız davranışlarımıza yön verir. Hatta duyguların etkisi öyle güçlüdür ki bir ortama girdiğimiz zaman, başka insanların duygularını da etkileyebiliriz. Ofise çok mutlu, pozitif giren ve herkesle pozitif ilişki kuran bir kişi; diğer kişilerin de duygularını mutlu olacak şekilde etkileyecektir. Aynı şekilde depresif, morali bozuk, kızgın veya üzgün şekilde sınıfa giren bir öğretmenin, sınıfa girişi ile beraber sınıfında bulunan öğrencilerin de modunun düştüğünü gözlemleyebiliriz. Duygulara kaynaklık eden düşüncelerimizi, yaşantıların beyinde oluşturduğu faaliyetler olarak tanımlayabiliriz. Öğrendiklerimiz beynimizde depolanır, anlamlandırılır ve gelecekteki yaşantılarımıza yön verir. Bir olay yaşadığımızda beynimizde anlamlandırdığımız düşüncelerin yönlendirdiği şekilde tepkiler veririz. Beynimizde anlamlandırdığımız bu tepkiler, o anda hissettiklerimize yani duygularımıza etki eder. O duygular da davranışlarımızı tetikler. Örneğin; araç kullanırken, önünüzde makas atarak giden farklı bir aracın bir anda önümüzde belirdiğini varsayalım. Öğrendiğimiz trafik kuralları, yaşamımızı güvence altına alan, bizi koruyan önemli kurallardır. Bu kurallara uymayan ve can güvenliğimizi riske atan bir durum yaşadığımızda korkabiliriz. Bu korku ve endişe; aslında bu durumun kazaya yol açabileceği, yaralanma veya ölüme sebep olabileceği düşüncesiyle oluşan bir duygudur. Bu korku duygusu, kişinin gerilmesine, araç kullanırken dikkatinin dağılmasına ve dikkatsiz araba sürmesine sebep olabilir. Aynı şekilde sürücüye karşı öfke de gelişebilir. Bu durumda da camı açarak sürücüye söylenecek olan sözler, bir tartışmaya yol açabilir. Bu tür durumların travmaya sebebiyet verebileceği de unutulmamalıdır. O an yaşanmış olan korku duygusunu kişi bir daha yaşamak istemez ve bu sebeple aklının bir köşesinde hep o an takılı kalır. Bu duygu, kişiyi hep tedbirli davranmaya iter. Hatta, kişinin bir daha araç kullanamamasına dahi sebep olabilir. Bir başka örnek olarak da yoğun çalışan ve çalışmaktan sıkılmış bir kişinin tatile gitmesine 1 hafta kala “işleri tatil dönemine kalmaması için” çok daha yoğun çalışmasını ele alabiliriz. Kişi, tatile gidecek olmasının heyecanı ve mutluluğu içerisinde yoğunluğu hiç problem olmaz hatta çok daha motive çalışarak çok daha kaliteli işler çıkarabilir. Davranışlarımızı Kontrol Altına Almak Mümkün Mü? Davranışlarımızı kontrol altına almamız için, duygularımızı doğru yönetmeyi öğrenmemiz gerekir. Duygularımızı yönetebilmemiz, yaşanılan olaylar karşısında duyguları işlevsel olarak kullanabilmemize ve doğru tepkiler geliştirerek davranışlarımızı düzenlememize yardımcı olur. Kızdığımız zaman karşımızdaki insana öfkeli davranışlar sergilemek yerine bu duyguyu yaşayıp anlık çıkışlar yapmayarak doğru zamanda doğru iletişim kurabiliriz. Duygularımızı Nasıl Yönetebilir ve Davranışlarımızı Nasıl Kontrol Altına Alabiliriz? Öncelikle duygularımızın farkına varmak, olaylar karşısında duygularımızı kabul etmek; duygu yönetimi için güzel bir başlangıç olabilir. Duyguların farkına varılması, davranışların da düşünce yoluyla doğru yönetilmesini sağlayacaktır. Bir önceki örnekte ele aldığımız trafikte makas atılması durumunu varsayacak olursak; kişinin aracı bir kenara çekmesi, evet şuan korktum ve öfkelendim diyebilmesi gerekir. Böylece bu duygularımın farkındayım, sakinleşene kadar burada bekleyeceğim diye düşünerek derin derin nefes alınıp verilebilir. Ancak bazı kişiler için duyguları kontrol etmek çok zordur. Özellikle ağır travma yaşamış kişiler, çocukluk ihtiyaçları tam anlamıyla karşılanmamış veya aşırı kaygılı kişiler tetiklendikleri anlarda bu duyguları kontrol etmek neredeyse imkansızdır. Çünkü burada düşünce ve davranış, duygudan doğmaktadır. Bu noktada mutlaka bir uzmandan destek alınmalıdır. Duygu odaklı terapi ile duyguların regüle edilmesi ve işlevsel şekilde kullanılması sağlanabilir. Duyguların doğru yönetilememesi konusunda travmalar veya çocukluk yaşantılarından gelen sorunlar varsa farklı psikoterapi yöntemleri ile de süreç desteklenebilir. Bu konuda profesyonel bir bakışa ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolog B. Su Yıldız
Cinsel Sorunlar ve Cinsel Terapinin Önemi
Temelde neslin devamlılığını sağlayan üreme, doğumdan itibaren herkeste bulunan yaşamsal bir dürtüdür. Biz insanlar bu üreme dürtüsü ile cinsel hayatımızı şekillendiririz. Sevgi, aşk, karşı cinse olan çekim olarak adlandırdığımız unsurlar da bu dürtünün ortaya çıkardığı duygulardır. Kişiyi çeken karşı cins; aslında kişinin beğendiği, kendi neslini devam ettirmek ve genetik özelliklerini aktarmak üzere uygun bulduğu kişi olarak tanımlanabilir. Bu aslında tüm doğada da bu şekildedir. Karşı cinsi etkilemek için güç gösterisi yapan dağ keçileri, dişiyi etkilemek için tüylerini parlatan kuşlar; hep neslin devamlılığı için en iyisi, en sağlıklısı, en güçlüsü olduğunu kanıtlama ve yeni nesillere sağlıklı ve güzel genler aktarma üzerine kurulu bir düzen içerisindedirler. Tüm bu güzellik, güçlülük ve sağlıklı olma temelli karşı cinse olan yaklaşımlar; üreme yani cinsel birleşme için atılan adımlardır. Tüm canlılar için bu denli önemli olan cinsellik, romantik ilişkilerin sağlıklı ve mutlu sürmesi için de en önemli öğelerden biridir. Bu doğal dürtünün ihtiyaçlarının karşılanması; çiftlerin birbirine olan cinsel yaklaşımı ve cinsel mutluluğu, ilişkiyi de mutlu kılmaktadır. Ancak kadın ve erkek için bazen çeşitli cinsel sorunlar, cinsel birliktelik açısından da sorun meydana getirebilmektedir. Bu durum hem ilişkiyi olumsuz etkilemekte hem de kişiler üzerinde bireysel problemleri beraberinde getirebilmektedir. Cinsel Sorunların Psikolojik Sebepleri Nelerdir? Her bireyin yaşadığı hikayeler kendine özeldir. Cinsel sorunların psikolojik nedenlerini anlayabilmek adına önce bireylerin sorunlarının kaynağını bulmak büyük önem taşır. Sıklıkla karşılaşılan cinsel problemlerin altında yatan sebeplerden bazıları; Çocukluktan itibaren özellikle kız çocuklarına cinsellikle ilgili dayatılan geleneksel baskılar. Ebeveynlerin cinsellikle ilgili baskıcı ve yanlış tutumları. Geçmiş dönemde yaşanmış travmatik olaylar. Eşler arasındaki problemler. Geçmiş yaşantılar sonucu oluşan özgüven ve çekingenlik problemleri. Çiftlerin cinsel istek ve beklentileriyle ilgili konuşmamaları. Kendini feda şemasına sahip bireylerin kendi cinsel ihtiyaçlarından çok partnerinin ihtiyaçlarına yönelmesi vb… Cinsel sorunların bazı sebepleridir. Sebeplerin farlılığı gibi kadın ve erkeklerde görülen problemler de çeşitlilik göstermektedir. Kadınlarda En Yaygın Görülen Cinsel Problemler Nelerdir? Toplumumuzda özellikle kız çocukları cinsellik konusunda baskılandığı için, erkeklere oranla kadınlarda daha fazla cinsel problemler görülmektedir. Cinsellikle ilgili az ve yanlış bilgiler ve evlilik öncesinde cinsellik yaşanmaması konusunda olan geleneksel tutum karşısında kadınlar, evlilik gecesi ilk kez yaşayacağı birliktelikte kendilerini baskılayabilmekte ve ilişkiden korkabilmektedirler. Bu durum da kadının istemsiz olarak kasılması, ilişkiye girememesi, ilişkiden tiksinmesi gibi semptomlarla var olan vajinismus sorununu ortaya çıkarabilir. Vajinismus, hem kadın hem de çift için zorlayıcı bir durumdur. Kadınlarda yaygın olarak görülen bir diğer problem de orgazm bozukluğudur. Cinsel olarak uyarılmış bir kadının orgazm olamaması şeklinde tanımlanır. Yanlış cinsel bilgiler, kadının cinsellik konusundan uzak tutuluşu; kadının orgazm olmasını engeller. Erkeğin cinselliğinin daha önemli olduğu, erkek mutluysa kadının ikinci planda kaldığı düşünce kalıbı, orgazm bozukluğuna sebebiyet verebilir. Cinsel ilişkiden tiksinme, cinsel isteğin az olması, cinsel uyarılma güçlükleri, ağrılı cinsel birleşme (disparoni) gibi problemler de kadınlarda görülen cinsel problemlerdendir. Fizyolojik olarak bir sorun olmamasına rağmen var olan cinsel problemlerin altındaki neden psikolojik problemlerdir. Cinsel travmalar, ebeveynlerin kız çocuklarına karşı cinsellik konusundaki yanlış tutumları, gebelikten korkma, özgüven eksikliği, cinsel ilişki konusunda kendini baskılama, rahat olamama, eşim yanlış anlar gibi düşünceler; kadınların sıklıkla yaşadıkları problemlerin başında gelmektedir. Erkeklerde Görülen Cinsel Problemler Nelerdir? Erkeklerde en sık görülen cinsel problemlerden biri ereksiyon bozukluğudur. Ereksiyon olamama durumuna ereksiyon bozukluğu diyebilmek için, cinsel ilişki için hazır olan bir erkeğin uzun süren cinsel birleşme denemelerine rağmen ereksiyon olamaması yani; penisinin yeterince veya hiç sertleşmemesi gerekmektedir . Bu problemin fizyolojik hariç psikolojik sebeplerinde genelde özgüven sorunları, kişinin eşini tatmin edemeyeceği konusundaki şüpheleri, yoğun ve stresli hayat ve cinsel travmalar olduğunu söyleyebiliriz. Sık görülen cinsel problemlerden biri de erken boşalmadır. Bu problemde erkek, cinsel birliktelik sağlandıktan hemen sonra veya çok kısa bir süre sonra kontrolsüz olarak (isteğinin dışında) boşalır. Bu durum hem erkeğin orgazm hazzını hem de partnerin doyuma ulaşmasını engellediği için ilişkide problemlere sebep olabilir. Aynı şekilde geç boşalma da erkekler arasında görülen cinsel problemlerdendir. Bu problemde de erkeğin orgazma ulaşabilmesi için cinsel ilişkide çok uzun zamana ihtiyacı olmaktadır. Cinsel Terapinin Önemi Mutlu bir birliktelik için; mutlu ve tutkulu bir cinsel hayat olmazsa olmazdır. Bu sebeple, cinsellik konusunda yaşanan psikolojik problemler varsa, çözümü için cinsel terapi büyük önem taşımaktadır. En önemlisi tüm tabuları yıkmak ve var olan cinsel problemleri yokmuş gibi davranmaktan vazgeçmektir. Cinsel terapi, eğitimini tamamlamış ve alanında uzman bir psikolog veya psikiyatr eşliğinde gerçekleşir. Cinsel sorunun kaynağı bulunarak problemin kaynağı çözüme kavuşturulur, bu sebeple gerektiğinde bireysel danışmanlık önerilebilir. Cinsel terapi esnasında çiftlerle birlikte ve ayrı ayrı görüşmeler yapılabilir. Seans süreleri tamamen sorunun ne olduğuna bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Cinsel terapi de diğer tüm terapilerde olduğu gibi gizlilik ilkesine bağlı olarak gerçekleştirilmektedir. Cinsel sorunlarınızın olduğunu düşünüyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Demet Alkapar Balcı
Bipolar Bozukluk Mu, Borderline Kişilik Bozukluğu Mu?
Benzer semptomlara sahip olan bipolar bozukluk ve borderline kişilik bozukluğu, birlikte görülme sıklığının da fazla olması sebebiyle doğru tanı koymayı zaman zaman zorlaştırır. Benzer olması sebebiyle birbiriyle en sık karıştırılan iki temel semptom; mizaç dalgalanmaları yani ruh hali değişiklikleri ve dürtüselliktir. Fazla para harcama, artan cinsel aktivite, madde kullanımı, tehlikeli araba sürüşü, öfke kontrol sorunları, tahammülsüzlük, aşırı yeme, problemlerle başa çıkamama, kendini cezalandırma, intihar girişimleri bu semptomlara örneklerdir. Bipolar ve Borderline’ın Farklılaştığı Noktalar Nelerdir? Birbirine son derece benzeyen bu iki bozukluk arasındaki farklılıkları da şu şekilde sıralayabiliriz. Bipolar bozuklukta depresyon ve mani dediğimiz birbiri ile zıt iki dönem yer almaktadır. Kişi depresyona girdiğinde kendini çok kötü hissediyorken akabinde mani dönemine girdiğinde hissiyatı harikadır. Bipolar bozukluğun mani döneminde görülen coşku, yoğun öfke, dürtüsel ve kontrolsüz davranışlar ile depresif dönemde görülen intihar düşüncesi ve intihara teşebbüs gibi durumlar borderline ile karıştırılabilir. Danışanın “kendimi bazen öyle bazen böyle hissediyorum, bir iyiyim bir kötü, ruh halim çok değişken’’ gibi şikayetlerde bulunması; uzmanda bipolar bozukluk olduğu şüphesi doğurabilir ve bipolara dair başka sorular sormaya başlayabilir. ‘’O dönemde yaptığın gereksiz bir alışveriş veya fazla para harcama davranışları ile uykusuz olmana karşın kendini enerjik hissettin mi?’’ Gibi soruların yanıtı ‘’evet’’ olduğunda, uzmanın aklına bipoların mani dönemi gelebilir ve hızlıca bipolar tanısı koyabilir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta; bu iki psikolojik rahatsızlıkta görülen benzerliklerin; yoğunlukları ve görülme şekillerinin farklılık gösteriyor olmasıdır. Manik nöbet sadece bipolara özgüdür. Manideyken kişi; kendini çok zeki, her problemi çözebilir ve coşkulu hisseder. Mani, borderline’ın kendisini iyi hissetmesinden çok farklı bir haldir. Borderline biri kendimi çok iyi hissediyorum derken; “her şey yolunda, herkes tarafından seviliyorum, değerliyim, çok mutluyum” diyordur. Bu coşku ve mutluluk hali normal bir insanın coşkusundan çok fazla olur ancak bir mani kadar olmaz. Manide hastanın gerçeklik algısı bozulur. Yani gerçekte olmadığı şey olur. Peygamber olur, bir siyasi lider olur, ünlü bir futbolcu olur ya da işçi olarak çalıştığı şirket aslında ona aittir. Düşünceleri ve fikirleri hızlıdır. Büyük planlar yapar, riskler alır. Ancak borderline birindeki o güçlülük ve iyilik duygusu hiçbir zaman bu düzeye ulaşmaz. Borderline kişi, coşkulu konuşur; bipolar kişi mani döneminde ise aşırı hızlı konuşur. Borderline’da aşırı cinsel etkinlik hiçbir zaman manideki düzeye ulaşmaz. Borderline da bipolar gibi fazla alışveriş yapar, parasını gereksiz yere harcar, bonkörleşir ama bir bipolar gibi mantıksız iş projeleri için yüksek meblağlı krediler çekmez ya da şirketin kasasını patlatıp dünyayı kurtarmaya kalkmaz. Yani; manik nöbetle borderline’ın iyilik hali arasında çok fark vardır. Ayrıca bipolar kişinin manide ya da depresyonda olmadığı dönemleri vardır. Bu dönemde kişinin sağlıklı biri gibi kimlik bütünlüğü tamdır ve düşünsel ya da duygusal anlamda savrulması olmaz. Oysa borderline’ın kimlik bütünlüğü yoktur. Aldığı kötü bir haberle çok kötü hissederken yine aldığı başka güzel bir haberle aşırı mutlu olabilir. Bipolar’da ise kişinin ruh hali değişkenliği iç çatışmalarıyla ilgili değildir. Oluşum mekanizmasında; beyindeki kimyasal dengesizlikler, genetik aktarım ve tetikleyici faktörler yer almaktadır. Oysa borderline’da ruh hali, diğer kişilerle kurduğu ilişkinin durumuna göre şekil alır. Kötüye kullanılma, terk edilme, ihmal edilme, örselenme, aile hayatında dengesiz ilişkilere ve çatışmalara maruz kalma gibi olumsuz deneyimler sıklıkla görünür. Kısaca borderline olan birçok kişi, bipolar’dan farklı olarak çocukluk veya ergenlik dönemlerinde travmaya maruz kalmışlardır. Tüm bu sebeplerden en sıklıkla karşılaşılanları terk edilme kaygısı, terk edilmeye tahammül edememe ve yoğun boşluk duygusu olarak sıralanabilir. Bipolar ve borderline arasındaki benzer ya da farklılıklara bir örnek ile yaklaşalım. Sevgilisi tarafından terkedilmiş bir borderline; kendini değersiz, önemsiz, sevilmeyen, istenmeyen biri gibi hisseder. Sanki dünyanın sonu gelmiştir ve bu dönemde gerçekten depresyondaki bir bipolar gibi görünebilir. Hayat anlamını yitirir, hiçbir şey yapmak istemez, yemeden içmeden kesilir, hatta ölmek ister. Bu belirtilerle de bu dönem, aslında depresyon gibi de görünür. İşte tam bu anda bir uzman teşhis olarak bipolar bozukluğunu ifade edebilir. Ancak bu durumu takip eden anlarda, kişinin sevgilisi arasa ve birkaç güzel söz söylese, özür dilese; bütün tablo değişir. Depresyon belirtileri kaybolur ve yerine enerjik, neşeli, kıymetli, özgüvenli, çok mutlu ve aşık biri gelir. Bu iki tanının karıştığı durumlarda tanıyı netleştirmek için duygu durum hastalık döneminin geçmesini beklemek gerekir. Örneğin bipolar’da bu dönem aylar sürebilirken borderline’da sadece saatlik olabilir. Bunun için de klinik gözlem ve takip çok önemlidir. Ayrıca karıştırılabilir farklı durumların da çok iyi gözlemlenmesi şarttır. Bipolar’da depresyon ve mani ikilisinin neden sonuç ilişkisinin dikkatle değerlendirilmesi önemlidir. Sonuç olarak çok büyük benzerlikler taşıyan bipolar duygudurum bozukluğu ile borderline kişilik bozukluğu bir süre ayrıntılı incelendiği takdirde doğru tanı yönünde hareket edilebilir. Bipolar ve Borderline Tedavisinin Farklılaşan Noktaları Nelerdir? Bipolar bozuklukta ilaç tedavisi, borderline kişilik bozukluğunda ise psikoterapi önceliklidir. Dolayısıyla farmakolojik tedaviye yanıt da bu iki bozukluğun ayırıcı tanısında önemli yere sahiptir. Borderline kişilik bozukluğu, lityum tedavisine yanıt vermezken bipolar bozukluk tedavisinde kullanılan birincil destek lityumdur. Borderline kişilik bozukluğunda ilaç; depresyon, anksiyete ve dürtüsellik gibi semptomları yönetmeye yardımcı olur. Buna karşın bipolar bozukluktaki kullanılacak antidepresan ilaçlar kişiyi maniye sokabilir. İşte bu nedenle doğru tanı hayati önem taşımaktadır. Yanlış tedavi seçeneğini uyguluyor olmak hem kişiler hem de aileleri için yıkıcı sonuçlar doğurabilir, kişi ve yakınlarının tedaviye olan inancını köreltebilir. Bipolar bozuklukta destekleyici terapinin yanında hastaya ve ailesine psikoeğitim verilmesi yani hastalığın tüm özelliklerinin anlatılması ve hastaya nasıl davranılacağı ya da nasıl davranılmayacağının öğretilmesi de önem taşımaktadır. Borderline kişilik bozukluğu uzun süreli psikoterapiden fayda görür. Psikoterapiden birkaç ay içinde mucizevi bir iyileşme beklenmemelidir. Danışan, terapistiyle kurduğu bağ doğrultusunda hızlıca toparlayacaktır. Çünkü nesneyi iyi algıladığında iyi kendilik aktiftir, kendini iyi hisseder. Bunu kişinin yakınları “tamam terapiye gitti ve iyileşti” gibi yorumlayarak süreci ilk evrelerinde sonlandırabiliyor. Oysaki borderline kişilik bozukluğunun terapi süreci minimum 2 yıldır. Ayrıca her iki bozuklukta da bazen hastane yatışı gerektiren tedavilere de ihtiyaç duyulabilmektedir. Terapideki amaç ve hedef nedir? Terapi sürecinde kişiye, duygusal kırılganlığını azaltabilmesi ve duygusal dalgalanmalarını yatıştırabilmesi, dürtüselliğini denetim altına alabilmesi ve zorlanmaya katlanabilmesi ve ayrıca kişilerarası ilişkilerini geliştirebilmesi için birtakım donanımlar ve baş etme becerileri kazandırılır. Bipolar bozukluk ve borderline kişilik bozukluğu için doğru tanının konabilmesi için doktorunuzu değiştirmemeli, tedaviye sadık kalmalısınız. Çünkü bu iki bozukluk takip gerektirir. Klinik gözlem süreci içinde net tanı konabilir. Uygun tedavi yöntemlerini belirleyebilmek için de doğru tanı hayati önem taşımaktadır. Uzman Klinik Psikolog Sibel Dinç Çalışkan
Hücum Terapi
Yüzlerce psikoterapi tekniği ve kuramı vardır. Her bir teknik ve kuram, danışanlar üzerinde farklı etkiler yaratır. Hücum terapi oldukça yoğun ve derin çalışılan bir psikoterapi tekniğidir. Çünkü semptoma yani belirtilere değil, kaynağa yöneliktir. 10 gün gibi kısa bir sürede yoğun bir şekilde çalışılır. Bu terapi tekniğinde on günde 30 seans yapılır. Seanslar ses kaydı altında gerçekleştirilir. Bu kayıtlar danışanla veya üçüncü kişilerle kesinlikle paylaşılmaz. Terapiye ait tüm dökümanlar büyük bir titizlikle muhafaza edilir. Hücum Terapisi Nasıl Yapılır? Hücum terapisinde terapiye önce soy ağacından başlıyoruz. Çünkü psikolojik rahatsızlıkların önemli bir kısmına, içinden çıktığımız kök ailede yaşanmış sorunlar sebep olmaktadır. Aile içinde şiddet, intihar, cinayet, düşük, kayıp ve yas, ana baba rollerinde uygunsuzluk, aile üyelerinin ilişki ve iletişim biçimleri, aile üyelerinin kişilik örgütlenmelerindeki sağlıksız tutumlar gibi sebeplerden dolayı sistemde bir bozulma varsa; bu durumdan aile fertlerinin hepsi, hatta – etkisinin derinliği oranında – gelecek kuşaklar da etkilenmektedir. Aile faktörünün, bireyin psikolojik yapısı üzerine olan etkisi kaçınılmazdır. Bu etkileri ortaya çıkarmak için yaklaşık 10 seans ailenin öyküsü alınır ve formüle edilir. Sonraki 10-12 seansta ise danışanın doğumundan bugüne kadar olan yaşam öyküsü sansürsüz-detaylı bir şekilde- ele alınır. Kişinin yaşadığı olaylar, anılar, duygular, rüyalar terapist için son derece önemli ve değerli verilerdir. Bu veriler terapist için kan testi, tomografi, röntgen sonuçları gibidir. Terapist, hepsini analiz ve formüle ederek danışanın kendilik yapısını, kişilik örgütlenmesini, bilişsel şemalarını kısacası bir nevi ruhsal haritasını çıkarmaya başlar. Bunu büyük bir yap-boza da benzetebiliriz. Sabır ve sebatla her bir yap-boz parçasının yerini bulmaya ve bütünleştirmeye doğru ilerlemeye benzetebiliriz. Bu süreç terapist için olduğu kadar danışan için de zorlu ve yorucu bir süreçtir. Çünkü danışanın gerçekleştirdiği yoğun terapilerde, bastırmış olduğu pek çok duygu kısa sürede ortaya çıkar ve bu durum kişi için oldukça zor ve yorucudur. Ayrıca bu duyguların terapistle paylaşılarak çalışılması, ego güçlenmesi için oldukça önemlidir. Seanslar sonrasında ise çoğu danışan kendini oldukça yorgun, bitkin ve hatta bazı durumlarda agresif hissedebilmektedir. Son aşamada ise psiko-eğitim çalışılmaktadır. Bu bölümde danışan; ruhsal sisteminin haritasını, doğumundan bu yana ailesi ve sosyal ortamı içerisinde kendisini nasıl ve neden öyle konumlandırdığını, sorunlarıyla ilgili hangi baş etme mekanizmalarını kullandığını kişisel olarak fark etmeye, kendisini daha sağlıklı anlamaya ve anlamlandırmaya başlar. Terapist ruhsal aygıtın oluşumunu, savunma mekanizmalarını ve psiko-gelişim aşamalarını, danışanın hikayeleriyle örtüştürerek anlatır. Böylece hücum terapinin yoğun kısmı tamamlanmış olur ve bugüne gelinir. Haftada bir idame çalışmaları başlar, şimdi ve şu an çalışılır. Bu aşamada artık danışanda kendisi ve yaşadıklarıyla ilgili farkındalıklar oluşmaya başlamıştır. Bu farkındalığı kavrama, içselleştirme ve yaşamına uygulama aşamasına geçilmiştir. Şimdi ve şu an idamelerde önce haftada bir, sonra 15 günde bir ve ayda bir olmak üzere çalışılır. Bütün süreç genellikle 2-6 ay arasında tamamlanmaktadır. Ancak ağır durumlarda birkaç yıl sürebilmektedir. 30 seans sonrasında ya da idame esnasında terapist tarafından danışan yararına farklı bir psikoterapi ekolünün daha yararlı olacağı kanaati oluşursa, yönlendirme yapılabilir. Gelişmiş ülkelerde bir psikoterapi kültürü bulunduğundan bu konuda ciddi bir sorun yaşanmamaktadır. Çeşitli nedenlerle sekteye uğrayan terapi süreçlerinde, danışan ve terapist açısından hiçbir zorluk çekilmeden bir başka terapist veya kurumla devam edilebilmektedir. Terapide süreklilik devam etmektedir. Terapide bir noktaya kadar gelmiş olan danışan, bir başka terapistle veya bir başka ekolle başka bir noktaya ulaştırılabilir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde maalesef durum böyle değildir. Ülkemizde de psikoterapinin ne ya da nasıl olduğu tam olarak bilinmemektedir. Yaklaşık 15 yıldır hücum terapi çalışmaktayım. Tecrübelerime göre 25-45 yaş arası, entelektüel yapısı olan, anlama ve anlamlandırma arayışında kendisini sorgulamak, kendisini değiştirmek ve geliştirmek isteyen, kendisinin kaynağına inmek isteyen yapılarda Hücum terapi daha verimli ve işlevsel olmaktadır. Hücum terapi ile ilgili detaylı bilgi veya randevu almak için bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz. Psikoterapist / Süpervizör Demet Alkapar Balcı
Online Çalışma Psikolojisi
Pandeminin ortaya çıkışı ve hızla yayılması ile birlikte çalışanlarını koruma adına riski minimize etmeye çalışan firmalar, aynı zamanda öngörülemez şekilde değişen ekonomi dinamiklerine de ayak uydurmaya çalıştı. Giderlerini yeniden gözden geçiren firmalar, günün şartlarına en uygun olarak ortaya çıkan online çalışma düzenine hızlı bir geçiş yaptılar. Online çalışma sistemi, ilk etapta çalışanları fazlası ile motive etti. Çalışan evde işini yürütecek, daha az yorulacak, istediği an dinlenecek hatta evde olan işlerini bile yapabilecekti. Tüm bunlar kulağa son derece hoş geliyordu. Ancak belli bir zaman sonra çalışan, online sistemin hayallerindeki gibi olmadığını anladı. Bu sefer ortaya online çalışma psikolojisi diye bir gerçek çıktı. Sabah işe gitmek için kişisel bakım rutininin yerini daha fazla uyumak aldı ve böylelikle kişisel bakım geri planda kaldı. İş arkadaşlarıyla vakit geçirerek sosyalleşmenin yerini online toplantılar ve online görüşmeler aldı ve çalışanlar yalnızlaştı. Öğle aralarının, çay molalarının yerini işler yetişsin diye ekstra mesailer aldı ve kişilerin kendilerine ayırdığı ufak zaman dilimleri de ortadan kalktı. Eve yetişme telaşı olmadığı için işin bitiş saatleri uzayabildi, tüm gün masa başından kalkmama durumu fiziksel olarak da kişilere negatif olarak yansıdı. Tüm bu olumsuzluklar ile kişiler sosyal, psikolojik ve fiziksel açıdan negatif etkilendi. Özellikle 7/24 aynı evde online çalışan çiftler için bu süreç çok zorlayıcı bir hal aldı. Aynı çatı altında hem işin genel stresi hem de online çalışmanın getirdiği ekstra yükümlülükler sebebiyle, çiftler arasında yeni problemler oluşmaya başladı, tahammül ve uyum sorunları arttı. Aynı şekilde çocuğu olan ebeveynler için, bu süreç olumsuz yönleriyle çocuğa da yansır hale geldi ve aile huzuru büyük oranda sarsılmaya başladı. Online Çalışmanın Psikolojik Negatif Etkileri Fiziki temastan uzak çalışma sonucu yalnızlaşmak Evde geçirilen sürenin artması ile çalışma motivasyonunun düşmesi Evdeki dikkat dağıtıcı unsurlar sebebiyle konsantre olamamanın yarattığı sıkıntı Ekip çalışmalarının koordinasyonunun zorlaşması, iş aksaması endişesi ile yaşanan gerginlik İşteki sıkıntıların anlık olarak eve yansıtılması, eş ve çocuklar arasında gerginlik yaratması Çift ve aile açısından oluşan pek çok problemin yanı sıra bireysel olarak baktığımızda kişide depresyon, içe kapanma, kaygı ve stres artışı, sosyalleşmede güçlük gibi problemler meydana gelebileceğini söylememiz mümkün. Bu süreçte kendimiz için neler yapabiliriz? Online çalışma hayatını kolaylaştırmak için dikkat dağıtıcı unsurları kaldırarak kendinize sakin bir çalışma ortamı yaratabilir, öğle aralarını es geçmeyip dışarıda yürüyüş yapabilir, çalışmaya başlamadan önce spor ve egzersiz hareketleriyle bedensel olarak daha sağlıklı ve motive hissedebilirsiniz. Ayrıca çalışma rutininizi aksatmadan keyifli molalar verebilir ve haftada bir defa iş arkadaşlarınızla sosyal mesafenizi koruyarak toplantılarınızı dışarıda yapmayı deneyebilirsiniz. Online çalışma sisteminin sizi yıprattığını, belirsizliklerin sizi kaygılandırdığını ve adaptasyonunuzun bozulduğunu düşünüyorsanız bir uzmandan destek almanız, sürecin sağlıklı şekilde devam etmesine yardımcı olacaktır. Bu süreçte zorunlu sebeplerden dolayı artan online psikoterapi desteği talepleri ve hizmetleri teknolojik imkanları kullanarak dezavantajları avantaja çevirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca size daha kolay ulaşmayı, yoğun ve stresli bir yaşam içinde kendinize ayırdığınız vakti değerli kılmayı ve size her nerede olursanız olun destek verebilme imkanını sağlamaktadır. Psikoloji Antalya, “profesyonel bakış açısı ve uzman kadrosuyla” verdiği hizmetlerini online olarak da dünyaya sunmakta, Türkçe ve İngilizce olarak destek vermektedir. Hepimizin yaşam koşullarının değiştiği bu dönemde online hayata uyum sürecini online seanslarla destek alarak sağlayabilmek ve yaşanan zorlukları aşabilmek için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Hayır Demekte Zorlanıyorsanız…
Ya yanlış anlaşılırsam, bana bir daha güvenmezse, bir daha benimle konuşmak istemezse, ayıp olmasın, beni terslemesin, küçük düşersem, ya reddedilirsem… Bu düşünceler size de tanıdık geldi mi? Sizinle paylaşılan bir konu, aslında sizin hiç hoşunuza gitmiyor ve tamamen karşı çıkmanız gereken bir konu olmasına rağmen siz tam olarak o düşünceyi savunuyormuş gibi davranıyorsunuz. Hayır diyemiyorsunuz ve bir şeyler sizi hep engelliyor. Engellediği gibi bir de sanki öyle düşünüyormuşsunuz gibi davranıyorsunuz. Onaylanmak istiyorsunuz, kabul görmek istiyorsunuz, başkaldırıyor gibi görünmek istemiyorsunuz, karşıdaki insanın tepkisinden çekiniyorsunuz ve o yüzden kendinizi gizliyorsunuz. Sizinle ilgili hep olumlu düşünülsün, sizi herkes sevsin, fedakarlığınızı, çabanızı görsünler istiyorsunuz. Kendi sorunlarınızı bir yere kaldırıyor, başkalarının problemleriyle sanki kendiniz yaşıyormuşsunuz gibi ilgileniyorsunuz. Peki tüm bunları neden yapıyorsunuz, neden başkalarının mutluluğu sizin mutluluğunuzun önüne geçiyor? Bu sorunun yanıtını vermek için çocukluk ve ergenlik yaşantılarınıza bakmak gerekiyor. Belki çocuklukta ebeveynleriniz onların istedikleri gibi davranmadığınızda sizi tersledi, belki ergenlik döneminde arkadaş grubunda oyun oynarken çıkan bir tartışmada siz kendinizi ifade ederken arkadaşlarınız tarafından küçük düşürüldünüz, belki size çocukken “kimseye karşı gelme çok ayıp” dendi… Sizin çocukluk veya ergenlikte yaşadığınız işte bu tür olumsuz yaşantılar yüzünden bugün karşınızdaki insanlara kendinizi ifade edemiyor, hayır diyemiyorsunuz. Başkalarının mutluluğu ile bir yere kadar mutlu oluyorsunuz ancak; yıllardır pek çok konuda kendinizden feragat ettiğiniz için yoruldunuz. Kuşkusuz bu durum sizi üzüyor ve kendinizi bulmak istiyorsunuz… Hayır diyememek kendini feda şeması içinde yer alır ve 18 işlevsiz şemadan biridir. Bu işlevsiz şemalar; çocukluk ve ergenlik döneminde sevgi, saygı, haz, güvenlik gibi temel ihtiyaçların karşılanmadığı veya yetersiz karşılandığı durumlarda oluşur. Nasıl Hayır Diyebilirim? Elbette bu davranışı bir anda bıçak gibi kesmek pek mümkün olmuyor. Bu sebeple ilk etapta duygu ve düşüncelerinizi aktaracak farklı yollar seçerek karşı tarafa kendinizi ifade edebilirsiniz. Laf kalabalığı yerine daha yalın cümlelerle istemediğiniz durumları net şekilde aktarabilirsiniz. Örneğin; – Belki bir başka sefere… – Bana iyi bir seçenek gibi gelmedi. – Teşekkürler, almayayım. – Bana çok uygun olduğunu düşünmüyorum. – Bu iş için zamanım yok. Eğer deniyor ancak bu konuda başarılı olamıyorsanız mutlaka bir uzmandan destek almalısınız. Hayır diyememe sorunu şema terapi ile çözüme kavuşturularak tamamen sonlandırılabilir. Uzman Klinik Psikolog Sibel Dinç Çalışkan
Şema Terapi
Şema terapi, 1980’lerin ortalarına doğru Dr. Jeffrey Young tarafından geliştirilen bir terapi modelidir. Dr. Young, Pennsylvania Üniversitesi Kognitif Terapi Kliniği’nde Prof. Aaron Beck’in yanında deneysel araştırmalarda bulunduğu sıralarda özellikle belirli kişilerin standart terapiden yarar sağlama oranlarının daha düşük olduğunu fark etmiştir. Bu kişilerin kendilerine, hayata ve diğer insanlara yönelik hayat boyu kalıcı olan belirli inanç, düşünme, his ve davranış örüntülerinin olduğunu gözlemleyerek dikkatini, bu derin yerleşimli ve inatçı örüntüleri değiştirmeye yönelik bir terapi ekolü geliştirmeye vermiştir. Bu örüntülere de ‘Şema’ adını vererek böylelikle Şema Terapi oluşumunun doğmasını sağlamıştır. Şema Kavramı Üzerine Bilgiler Şema kavramı dediğimiz süreç, çocukken bakımımızı üstlenen yetişkinler tarafından belli başlı fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarımızın eksik bırakılması sonucunda oluşturduğumuz ve birbirine bağlı olan düşünce/davranış örüntüleridir. Çocukluk sürecinden itibaren ergenlik sürecinin erken safhalarında bilincimizin dışında oluşan şemalar bir ömür boyu bizlerle birlikte olarak yetişkinliğimizde de pek tabii etkin rol oynamaktadırlar. Fakat oluşturulan bu şemalardaki eksikliklerden dolayı kişiler hem davranışsal olarak hem de duygusal olarak sorunlu kişiler olurlar ve sorunlu davranışlar sağlayarak kişilerle aralarındaki ilişki bağını kopacak noktaya getirebilirler. Bu da hayatlarındaki işlevsellik boyutunu büyük oranda baltalayarak bu kişilerin belli psikolojik ve psikiyatrik sorunlarla karşılaşıp terapiye ihtiyaç duymasına neden olur. Bu kavram oluşturulurken toplam 18 şemanın bir araya getirildiği söylenebilir. Köken olarak 5 ayrı eksik bırakılmış çocukluk ihtiyacı üzerinden şekillenen şema kavramı, kişilerin bilinçaltında ister istemez kendilerinde var olan bu eksikliğe karşı da bir savunma mekanizması geliştirmesine de neden olmaktadır. Ancak kişilerin kendileri için koruma amaçlı geliştirdikleri bu inkar etme ve başa çıkma stratejileri de fayda sağlamayarak aksine sorunların içine daha çok çekilme halini meydana getirmektedir. Şema Terapinin Uygulama Yöntemleri Nelerdir? İmajinasyon: İmgeleme üzerine bir çalışma olan imajinasyon, kişinin güncel süreçte yaşamış olduğu duygusal problemini irdeleyebilmesi için bu konuyla bağlantılı olabilecek bir çocukluk anısını hatırlamasını sağlar. Böylelikle olumsuzluk yaratan şemanın kökeninin ne olduğu belirlenerek terapistle en temel sorun paylaşılarak çözüm oluşturulmaya çalışılır. Sandalye Çalışması: Uygulanan şema terapisi, bireylerin standardize olmuş normlara uyum sağlayamadığı noktalarla baş edebilme sürecini geliştirmesine ve bu tip durumlar karşısında modunu nasıl düzelterek geliştirebileceğini öğrenebilmesine yardımcı olur. Flaş Kartlar: Bireylerin sorun yaşadıkları alanlarla günlük hayatları içerisinde karşılaştıklarında, bu alandaki şemalarının daha sağlıklı bir şekilde düzeltilebilmesi ve iyi davranışlar sergilenebilmesi adına kişilere verilen not doldurma görevidir. Ev Ödevleri: Seansların dışında bireylerin kendileriyle kaldıkları bireysel hayatlarında, sorunlu davranış gösterdikleri örüntüleri ortadan kaldırmaya ve daha iyi fark etmeye yönelik egzersizler bütünüdür. Şema Terapi Sürecinin Farkı Nedir? Şema terapi süreci, özellik olarak diğer yaklaşımlardan daha kuvvetli yönleri bulunan bir terapi modeli olarak ele alınabilir. Çünkü bilişsel davranışçı terapi, psikanalitik terapi, Gestalt terapisi, bağlanma teoileri ve duygu teorileri gibi çokça örneklendirdiğimiz yaklaşımların hepsinin bir arada değerlendirilip en etkili yönlerinin sentezlenmesiyle oluşturulmuş bir psikoterapi alanı olarak var edilmiştir. Bu kadar etkili bir yöntem olarak değerlendirilmesinin de bu sentezlenme durumuyla yakından ilişkisi vardır. Aynı zamanda diğer yöntemlere nazaran daha esnek bir terapi yapısına sahip olan bu yöntemin, uygulamaya koyacak terapistin danışanının temel ihtiyaçlarına göre şekillendirmesi ihtimali de bulunmaktadır. Sorunlara en uygun olacak şekilde esnetilen terapi bu sayede çok daha yüksek sayılarda iyileşme vakası elde edilebilmesine de yardımcı olmaktadır. Şema Terapi Uygulama Hedefi Nedir? Yazımızın genelinde bahsettiğimiz şema terapi süreçleri, kendi içeriğindeki teknikler sayesinde kişilerin kendilerindeki eksiklikleri tamamlamasına yardımcı olarak psikanalitik süreçleri farkında olarak yaşamasına ve daha doğru bir davranış ve düşünce sisteminin içerisinde bulunabilmesine yönelik stratejileri bir hayat standardı haline getirmesini sağlamaktadır. Özetle; şema terapi çeşidi uygulamasının kişilerin hayatlarına dair hissel, inançsal ve davranışsal yönelimlerini düzeltmelerini ve bu düzeltme süreçlerinin yaşanılan farkındalıklarla daha kısa sürede, daha huzurlu ve kalıcı bir şekilde atlatılmasına katkı sağladığını söylemek mümkündür Psikolog Aynur Aktürk Sıkça Sorulan Sorular Şema Terapi Nedir? Şema terapi; kişinin genellikle çocukluk ve ergenlik döneminde güvenlik, bağlanma, sevgi, saygı gibi temel ihtiyaçlarının giderilmemesinden kaynaklanan ve kişinin gelecek yaşantısında bu giderilemeyen ihtiyaçlar yüzünden oluşan işlevsiz şemaları sebebiyle yaşadığı psikolojik rahatsızlıkları ortadan kaldırmak için gerçekleştirilen güçlü bir psikoterapi modelidir. Şema Terapi Yapıyor Musunuz? Psikoloji Antalya olarak alanında uzman ekibimizle şema terapi yapıyoruz.