Her bireyin sevdiği özellikleri de vardır sevmediği özellikleri de. Örneğin; özgüveni yüksek olan ve bununla gurur duyan bir birey, aşırı tez canlılığı yüzünden hata yapıyor ve bu özelliğinden hiç hoşlanmıyor olabilir. Kişi, sevdiği bu özelliğini dışa vururken hatalara sebep olan tezcanlılık özelliğini sevmiyor ve kabullenmiyor olabilir. Tam da bu noktada tezcanlılığın sebep olduğu o sabırsız ve aceleci davranışlar, sanki bir başkasında varmış gibi ortalığa saçması; yansıtma yani psikolojide projeksiyon olarak tanımlanır. Bu durum tamamen bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkar ve bu bireyler, sorunların kendinde değil kendi dışındaki nedenlere bağlı olduğuna inanırlar. Projeksiyonun Ortaya Çıkma Sebepleri Nelerdir? Kişide strese sebep olan, içinde bulunduğu durumdan uzaklaşmak istediği anlarda bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkan projeksiyon; aslında olumsuz durumlarda benlik bütünlüğünü sağlamak amacıyla oluşur. Kişi; suçlu, başarısız, hatalı veya eksik olduğunu hissettiği düşünce ve davranışları başkalarının üzerine atarak o düşünce veya davranışı sanki kendine ait değilmiş gibi varsayar. Örneğin; satış departmanında işe giren bir kişinin, birkaç ayda hedeflerini tutturamaması üzerine, performansını düşünmesi yerine ekonominin kötü olması ya da ülkenin iyi yönetilememesi gibi sorunları yansıtması; psikolojide projeksiyona iyi bir örnektir. Kişi, kötü bir satışçı olduğunu kabul etmeyerek bu durumu ülke ekonomisine yansıtmıştır. Bu durumda da psikolojik olarak kendini korumaya almıştır. Bir başka örnek olarak, karısını aldatan bir kişinin karısının davranışlarının kendisini bu duruma düşürdüğünü vurgulaması da, projeksiyona romantik ilişkiler çerçevesinde bir örnektir. Veya aldatma arzusunu bastırmakta zorlanan bir kişinin, partnerinin-eşinin kendisini aldattığı takıntısına kapılması da bir yansıtma örneğidir. Projeksiyonu narsisist kişilik bozukluğuna sahip kişiler de çok kullanmaktadır. Bu kişiler genellikle; empatiden uzak, küçümseyici, suçlayıcı davranışlar sergilerler. Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip kişilere bu davranışlara sahip olduğu dile getirildiğinde; genellikle esas suçun karşı tarafta olduğu, karşıda hata olduğu için bu davranışları sergilediklerini ifade ederler. Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerde bu düşünce ve davranışlar fazlaca görülür, kendilerini hep mükemmel olarak özümsedikleri için hata yapma ihtimalleri yoktur; ortada bir hata veya suç varsa kaynağı hep karşı taraf veya dış etmenlerdir. Eğer gündelik yaşamda sürekli olarak yansıtma yapıyorsanız ve bu durum hayatınızı ve ilişkilerinizi zedeliyorsa bir uzmandan destek alabilirsiniz. Bizimlewww.psikolojiantalya.com adresinden ya da +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Travma Kuşaklar Arası Aktarılır Mı?
Hayatta yaşanmış olan bazı olaylar kişiye öyle ağır gelir ki, kişinin bu olaylarla başa çıkması oldukça zordur. Başa çıkmakta zorluk yaşadığımız, hayatımızı derinden etkileyen, her an hatırımızda bulunan olayları psikolojide travma olarak adlandırmaktayız. Travmalar öyle sarsıcıdır ki her an sanki travma anını yaşıyormuşuz gibi kendimizi tehlikede hissederiz. Yaşam, o an üzerinden devam eder, yaşanan olay sürekli zihni meşgul eder ve sanki nefes alamıyor gibi hissederiz. Ancak bazen, ‘’bunu ben değil anneannem yaşamıştı, neden sanki ben yaşamışım gibi hissediyorum.’’ Gibi cümleler aklımızı karıştırır. Tam da bu noktada travma kuşaklar arası aktarılır mı? Sorusu gün yüzüne çıkar. Kuşaklar Arası Travma Nasıl Aktarılır? Çocukluk dönemi; hayatı öğrendiğimiz dönemdir. Bu dönemde ebeveyn ve bakım verenlerin hayatı çocuğa anlatma biçimi; çocuğun hayata bakışı, düşünce ve davranışlarına da büyük ölçüde yön verir. Ebeveyn veya bakım veren kişilerin yaşamış olduğu bir travma varsa, travmayı çağrıştıran bir durumda verdiği tepkileri çocuk da sosyal öğrenme yolu ile öğrenecek ve travmayı birebir yaşamasa bile sanki yaşamış gibi tepkiler verecektir. Örneğin; çocukluk veya ergenlik dönemlerinde cinsel travma yaşamış bir anne, ileriki dönemde kız çocuğu olduğunda kızını korumak için karşı cinsle olan arkadaşlıklarını kısıtlama eğiliminde olabilir, cinsellik konusunda baskı uygulayabilir. Baskılanan kız çocuğunda da tıpkı annesinde olduğu gibi vajinismus problemi yaşanabilir. Bir diğer örnek ise; bir trafik kazasında yakınını kaybetmiş olan bir bireyin, trafikte veya karşıya geçerken verdiği aşırı tepkiler çocuğunda da görülebilir. Genel olarak da ağır travma yaşamış olan bir birey travmanın etkisi altında; daha stresli, gergin, tahammülsüz olabilir, ani çıkışlar yapabilir. Böyle bir durumda, çocuğu da kendini sebepsiz yere stresli ve gergin hissedebilir, durumlara tıpkı ebeveyni gibi fevri davranışlarda bulunarak tepkiler verebilir. Bu ortamda büyümüş ve yetişkinliğe erişmiş olan bir bireyin de davranışları büyük oranda ebeveynlerininki gibi olacak ve onun çocukları da travma yaşamasalar dahi yaşamış gibi tepki vereceklerdir. Böylelikle kuşaklar arası travma aktarımı gerçekleşecektir. Ayrıca travmalar epigenetik olarak da kuşaktan kuşağa aktarılabilmektedir. DNA ların üzerinde birer şapka gibi duran epigenetik yapılar. Uygun ortam ve durumlarda aktifleşebilmektedirler. Epigenetik değişiklikler, değişemeyecek yapıda olan DNA’larımızın çevresel faktörlere, dinamik ve değişebilen yanıtlar vermesini sağlıyorlar. Ayrıca travmalara bağlı oluşan negatif yöndeki değişikliklerin pozitif bir şekilde de değiştirilebileceğini de gösteriyorlar. Travmanın kuşaklar arası aktarımını durdurmak mümkündür. Eğer yaşamış olduğunuz bir travmanız varsa veya hiç yaşamamış olmanıza karşın aktarım yoluyla travma yaşamış gibi tepkiler veriyorsanız, bir uzmana danışarak travmanın veya vermiş olduğunuz tepkilerin kökenini bulabilir ve çözüme kavuşturarak aktarımı da durdurabilirsiniz. Uzman görüş ve desteği için bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz.
Dissosiyatif Çoklu Kişilik Bozukluğu
Dissosiyatif çoklu kişilik bozukluğu olarak adlandırılan psikolojik rahatsızlık; bireyin öz kişiliği dışında farklı kişiliklerinin var olması ve her bir kişilik özelinde farklı bir birey gibi davranışlar göstermesi problemidir. Çoklu kişilik bozukluğuna sahip kişilerin geçmiş yaşantılarında yaşamış olduğu travma veya olumsuz yaşantılar, zihnin bölünmesine sebep olur. Bu sebeple de alter adı verilen diğer kişilikler meydana çıkar. Çoklu kişilik bozukluğunda; her bir kişiliğin farklı karakterleri dolayısıyla farklı davranışları, farklı yaşantıları hatta farklı yetenekleri vardır. Bir alter kişiliği çok iyi dans edebilirken diğer bir alter kişiliği çok iyi resim yapabilir. Bu psikolojik rahatsızlığı bazı kişiler hafif yaşarken bazı kişiler çok ciddi boyutlarda yaşayabilir. Dissosiyatif Çoklu Kişilik Bozukluğu Nedenleri Nelerdir? Çoklu kişilik bozukluğunun sebepleri genellikle ciddi ve tekrarlayan travmatik olaylardır. Aşağıda bu sebeplerden bazıları yer almaktadır. – Çocuklukta yaşanan fiziksel, cinsel veya duygusal istismar – Aile içi şiddet, ağır kazalar, savaş gibi travmatik deneyimler – Çocuklukta yoğun olarak şiddete maruz kalmak – Uzun süreli yoğun stres, ciddi kayıplar, sürekli zorlayıcı yaşam koşulları – Şahit olunan veya yaşanan fiziksel, psikolojik büyük travmatik olaylar – Genetik yatkınlık ve ailede görülen bir ruh sağlığı sorunu Genel olarak baktığımızda çocukluktaki olumsuz yaşantıların bu duruma sebep olduğunu söylemek mümkündür. Bu kişilik bozukluğunun görülme sıklığı, erkeklere oranla kadınlarda daha fazladır. Dissosiyatif Çoklu Kişilik Bozukluğunun Belirtileri Nelerdir? Dissosiyatif çoklu kişilik bozukluğunda, alter adı verilen diğer kişilikler devreye girdiğinde kişi çoğu zaman bu durumun farkında bile olmayabilir. Belirtileri aşağıdaki şekildedir; – Farklı kişiliklere ani ve belirgin bir şekilde geçiş yapabilir, bu durum kişinin kontrolünde değildir. Bu kişilikler farklı yaş, cinsiyet, kültürel özellikler veya becerilerde olabilir, davranışlarda farklılık gösterebilirler. – Dikkat dağınıklığı, anda kalamama. – Aşırı unutkanlık, ne yaşadığını hatırlamama. – Davranışlarda, sözlerde tutarsızlık. – Kişinin yaşamında kafa karışıklığı ve günlük işlevselliğinde sorunlar yaşamak. – Anksiyete ve kendine zarar verme davranışları görülebilir. – Sürekli uyuma isteği. – Öfke kontrol bozukluğu. – İç seslerle sürekli olarak konuşmak. Dissosiyatif çoklu kişilik bozukluğunun tedavisinde, psikoterapi ve semptomları kontrol etmeye yardımcı ilaçlar kullanılabilir. Travmaya neden olan anılarla ve mevcutta olan davranış ve duygu durum bozuklukları üzerinde çalışılır. Ancak, her bir kişinin yaşadığı durumun yoğunluğu veya belirtileri değişkenlik gösterir. Bu sebeple bir uzman değerlendirmesi sonucu izlenecek yol netlik kazanmaktadır. Dissosiyatif çoklu kişilik bozukluğuna sahip kişilerin öz farkındalıkları genellikle zayıftır. Bu sebeple, uzman desteği için çevresindeki kişilerin farkındalığı ve yönlendirmesi çok önemlidir. Bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz.
Ruhumuzu Yaralayan Şiddet: Psikolojik Şiddet
Dünyaya gelen herkesin en doğal hakkı ve ihtiyacı; başkasının, onun alanına müdahale etmeden özgürce yaşamasıdır. Çocuktan ergene, kadından erkeğe istisnasız herkes; eşit haklara sahiptir. Bir başkasının haklarını ihlal etme veya başkasına zarar vermeye herhangi bir bireyin hakkı asla yoktur. Ancak geçmişten günümüze, insanoğlunun var olduğu ilk dönemlerden itibaren baktığımızda fiziksel ve psikolojik şiddet; çoğu kişinin hayatında yer alıyor. Fiziksel şiddet; eylem ile birlikte gerçekleştiğinden bariz bir şekilde fark edilebilir. Ancak psikolojik şiddet; tamamen duygulara yönelik bir şiddet türü olduğundan maruz kalan kişi tarafından anlaşılamayabilir. Psikolojik Şiddet Nedir? Psikolojik şiddet; çok çeşitlidir. Kendi çıkarları uğruna bir başka kişiye baskı uygulamak, manipüle etmek, aşağılamak, alay etmek, cezalandırmak, hakaret etmek, sevgiden mahrum bırakmak, yok saymak; şiddetin psikolojik yönleridir. Psikolojik şiddete herkes, herhangi bir yerde maruz kalabilir. Psikolojik şiddetin kim tarafından yapıldığı ve uygulanan şiddetin yoğunluğu değişkendir ve bu değişkenlik kişiler üzerinde de olumsuz etkiler bırakır. Bir bankada aşırı yoğunluk sırasında sıkılan bir müşterinin işini her zamanki gibi olağan şekilde yapan bankadaki bir görevliye; işini iyi yapmadığını, hızlı olması gerektiğini, işini savsakladığını söylemesi, banka çalışanına psikolojik şiddettir. Baskı uygulayan bu kişi, bankacının daha hızlı hareket etmesini sağlamaya yönelik bir davranış uygulamıştır. O an bankacı, müşteri memnuniyeti adına özür dileyebilir ve zaten hızlı ve olması gereken çalışmasına hız vererek devam edebilir. Bu o an olmuş olan bir psikolojik şiddettir ve devamlılığı yoktur. Ancak eş, ebeveyn, arkadaş gibi yakın çevreden gelen psikolojik şiddet; kişiyi derinden yaralar. Çünkü bu şiddet, yakınından geliyordur ve bu duruma sıklıkla maruz kalınıyordur. Psikolojik Şiddet Yaşandığı Nasıl Anlaşılır? Psikolojik şiddet; kişinin duygularını inciten, davranışlarını yönlendiren, kişinin kendini yetersiz hissetmesine sebep olan bir şiddet türüdür. Aşağıda psikolojik şiddetin bazı belirtileri yer alıyor; – Eşe, sevgiliye, çocuğa veya herhangi birine bağırmak. – Mahrum bırakmak. – Kıskançlık ve kıskançlık sebebiyle karşı tarafı kısıtlamak. – Hata ve kusurlarla alay etmek. – Haklı olunmasına karşın haksız duruma düşürülmeye çalışmak. – Sürekli kontrol altında tutmaya çalışmak. – Tehdit etmek. – Cezalandırmak. – Gereksiz yere olumsuz eleştirilerde bulunmak. – Varlığını yok saymak Tüm bu belirtiler, kişiyi inciten unsurlardır. Eğer bir adam; karısına sürekli olarak bağırıyorsa bir süre sonra kadın, kocasının bağırmaması için davranışlarına o şekilde yön verebilir. Sürekli ‘’bana acaba bağırır mı?’’ düşüncesi kişinin hem kendine güvenini zedeleyebilir hem de strese sebep olabilir ve bu stres de depresyon, anksiyete, panik atak gibi sorunlara yol açabilir. Eğer bir anne, çocuğunu sevgiden ve ilgiden mahrum bırakıyorsa; çocuk da dünyayı güvensiz olarak algılayabilir ve gelecek yıllarda da ciddi güven sorunları yaşayabilir. Bir sevgili, partnerine aşırı kıskançlık sonucu kısıtlama uyguladığında, kusurlarıyla alay ettiğinde, partneri haklıyken haksız duruma düşürmeye çalıştığında; partneri ile yaşayacağı muhtemel sorunların yanında bireysel sorunları da gün yüzüne çıkacaktır. Ebeveynleri tarafından sürekli olarak kontrol altında tutulan bir çocuk veya eşi tarafından sürekli kontrol edilen bir yetişkin de olsa, özgüveni ciddi anlamda zedelenebilir, kaygı ve güven problemleri yaşayabilir. Tüm bu örneklere baktığımızda psikolojik şiddetin bireyin özgürlüğünü ihlal ettiği gibi kişide derin yaralar açtığını da söyleyebiliriz. Psikolojik şiddetin yoğunluğu ve tekrarı, kişide açtığı yaranın derinliğini de belirler. Depresyon, anksiyete, özgüvensizlik, değersizlik, kaygı, panik atak gibi pek çok rahatsızlığa da yol açabilir. Psikolojik şiddet normalleştirilmemeli ve o an gelip geçti diye düşünülmemelidir. Mutlaka bir destek alınması, hem psikolojik şiddetin etkisinden kurtulmak hem de psikolojik şiddetle başa çıkmak ve psikolojik sağlamlığı oluşturmak için önemli bir adımdır. Eğer psikolojik şiddet konusunda desteğe ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Erken Dönem Uyum Bozucu Şemalar
Erken dönem; bebeklik, çocukluk ve ergenlik yıllarını kapsayan; bireyin ilk deneyimlerini yaşadığı ve pekiştirdiği dönemdir. Bu dönemde öğrenilen veya deneyimlenen olumlu tecrübeler, bilişte olumlu olarak depolanır ve güvenli hatıralar olarak gelecek yıllara yansır. Ancak olumsuz yaşanmışlıklar, duygular, his ve düşünceler; erken dönem uyum bozucu şemaların oluşmasına ortam oluşturur. Erken yaşam döneminde başlayan bu şemalar birey büyüdükçe, hayatının her alanına etki eder. Okul yaşamından arkadaş seçimine, sosyal hayatından iş ve hatta özel hayatına kadar geniş yelpazede kişinin hayatına tesir eder. Erken Dönem Uyum Bozucu Şemaların Oluşma Sebepleri Erken dönemde bireyin hayatı; aile içi ve yakın çevresi ile sınırlıdır. Bu dönemde edinilen bilgiler ve deneyimler, önce anne-baba veya bakım veren kişilerden sonra yakın çevreden öğrenilir. Çocuğun stresle başa çıkma yöntemleri, durumlar karşısındaki davranışları, verdiği tepkiler; hep ebeveynlerinden öğrendiği, gözlemledikleri şekilde kendisine yansıyacaktır. Örneğin, hem çocuğuyla iletişiminde hem de etrafıyla ilişkilerinde tepkilerini hep kızarak ortaya koyan bir anneyi ele alalım. Benzer durumlarda çocuğun tepkilerinde bozulmalar olabilir. Çocuk bu durumlarda benzer şekilde kızgın tepkiler gösterebilir, duygularını yok sayabilir veya böyle bir duyguyu yaşamamak için benzer durumlardan kaçınma gayretine girebilir. Genetik faktörün de erken dönem uyum bozucu şemalar konusunda etkisi büyüktür. Aşırı kaygılı bir çocukta, tüm ebeveyn yaşantısı mercek altına alınıp aslında çocuğun bu kadar ağır kaygılı olacağı bir ortamda yaşamadığı gözlemlendiğinde uzman, aile üyelerinde böyle bir rahatsızlık olup olmadığını araştırır. Büyük olasılıkla da ailede böyle bir öykü olduğu ortaya çıkar. Erken Dönem Uyum Bozucu Şemalar Nelerdir? Şema terapinin kurucusu Jeffrey E. Young ve ekibi tarafından uzun klinik gözlemler sonucu 18 adet erken dönem uyum bozucu şema belirlenmiştir. Bu şemalar aşağıda sıralanmıştır; 1- Duygusal Yoksunluk : Her çocuğun ebeveynleri tarafından ilgiye ve bakıma ihtiyacı vardır. Hem fizyolojik hem de duygusal anlamda doyuma ulaşabilmesi, çocuğu mutlu ve sağlıklı kılar. Sarılma, öpme, şefkat gösterme, güzel cümleler söyleme, onu olduğu gibi kabul etme; çocuğun kendini değerli hissetmesini sağlar. Bu ilgi ve sevgi eksik olduğunda ise, çocuk yalnızlaşır. Aidiyet kavramından, empatiden uzaklaşır, büyüdüğü zaman da kendisini değersiz ve yalnız hisseder. Bu durum sosyal iletişimine, başarılarına, romantik ilişkilerinde sorunlara sebep olur. 2- Başarısızlık: Çocukluk; hep yeni bir serüvende yeni şeyler öğrenmek, keşfetmek ve denemektir. Çocuklar her şeyi denemek isterler, ancak bu denemeler karşısında ebeveynler ‘’Sen bunu yapamazsın, beceremezsin; senin yerine ben yapayım’’ gibi tavırlar sergilerlerse; çocukta ben başarısızım, işe yaramazım, ben bunu yapamam hiç denemeyeyim gibi özgüven zedeleyici bir tablo ortaya çıkabilir. Çocukluktan başlayan bu ben yapamam, beceremem düşüncesi, gelecek yıllarda da her yeni durumda kendini gösterir. Okul yaşamı, spor hayatı, ikili ilişkileri; hep ben yapamam başkaları yapabilirlerle dolu olur. Kişi bu şemada kendini hep eksik hisseder. 3- Karamsarlık : Çocukluktan itibaren hayat hiç kolay değildi. Bu yüzden bundan sonra da iyi hiçbir şey olmayacak inancı, kişinin gündelik hayatını hep karamsar olarak geçirmesine sebep olur. Hayatın olumlu yönlerini görmeme, hep kötü şeylerin var olacağına olan inancın kırılamaması, karamsarlık şemasının en belirgin özelliğidir. 4- Cezalandırıcılık : Dersinden kötü not aldığın için akşama kadar odanda oturacaksın, bunu kırdığın için bağırıyorum sana şuan, yaramazlık yaptığın için şimdi sopa geliyor… Yapılan her hata veya davranış çocuklukta ceza ile sonuçlanmışsa, kişi büyüdüğünde de hata yaptığı her durumda ağır yaptırımlarla karşılaşacağını düşünür. Bu yüzden asla hata yapmamalıdır. Bu şemada kişinin hayatı hep hata yapmamak ve ceza almamaya çalışmak üzerine geçen geçer. 5- Yüksek Standartlar: Çocukken yapılan, aslında çocuk için büyük bir başarı olan ama ebeveynleri tarafından hep eleştirilen, daha iyisi beklenen ve hep eleştiriye maruz kalınan bir şemadır. Çocuk büyüdüğünde de ne yaparsa yapsın kendisine bile yetmez, hep daha iyisini yapmaya çalışır. En iyisini yapsa bile daha iyisini zorlar. Bu şema mükemmelliyetçilik ve kaygı bozukluğunu da beraberinde getirebilir. 6- Onay ve Takdir Arama: ’’Küçükken sevildiğim, ilgi gördüğüm zamanlar hep ebeveynlerimin isteklerini yaptığım zamanlardı, onların bir dediklerini iki etmezdim ki beni takdir etsinler.’’ Bu sözleri sarf eden bir kişi, şuan başkalarının istek ve arzularını yerine getirerek takdir kazanmayı büyük ihtimalle yaşamının odak noktasına koymuştur. 7- Yetersiz Özdenetim: Sorumluluk almak, verilen bir işi tam anlamıyla yerine getirmek, bu şemaya ait kişiler için oldukça zordur. Bunun sebebi yine erken dönemde ihmal edilmiş, sorumluluk bilinci gelişmemiş çocuklarda yaşanan problemlerin yansımalarıdır. 8- Boyun Eğme: Hor görülmüş, aşağılanmış, ezilmiş çocuklar; yetişkin birey olduklarında da fikir beyan ettiklerinde veya göz önünde olacakları bir davranış sergilediklerinde ezileceği, alay edileceği düşüncesiyle geri planda dururlar. Bu kişiler, farklı kişilerin dediklerine katılarak göze batmamaya çalışırlar. Ancak bu durum sonrasında öfke patlamalarına, saldırganlığa dönüşebilir. 9- Duygusal Bastırma: Çocuk ve ergenlik çağlarında sevgiden uzak büyümüş çocuklar, büyüdüklerinde de kendi duygularını göstermekten kaçınırlar. Öyle ki duygularını göstermek kişiler için mahcubiyet sebebidir. Bu kişiler donuk veya soğuk kişiler olarak görünürler. 10- Zarar Görme ve Hastalıklara Karşı Dayanıksızlık: Bu şemada çocuk, ya ciddi hastalıklar geçirmiş ya da hasta olmaması için ebeveynleri ciddi titizlik göstermiş olabilir. Yetişkinlikte de bu kişilerin en büyük korkusu hasta olmak veya vücut bütünlüğüne zarar gelmesidir. Ya büyük bir hastalık başıma gelirse ne olur gibi düşünceler, kişiyi oldukça kaygılandırır. Bu kişilerde anksiyete yani kaygı bozukluğunun görülme sıklığı da hayli fazladır. 11- Kusurluluk ve Utanç: Bu kişilerin çocukluk yaşantılarında hep eksik olduğu noktalar vurgulanmıştır. Matematik dersinden kötü not aldığı için kusurlu bulunmuş, alay edilmiş bir çocuk;matematik derslerinde utangaç tavırlar sergileyebilir. Aslında bunun olabileceği, biraz daha çalışırsa yüksek not alabileceği anlatılmış olsa, bu dersten iyi notlar alabilecekken hayatı boyunca matematik konusunda kendini kusurlu hissedebilir. Boyunun kısa olmasıyla alay edilmesi, kişinin yolda yürürken bile kendinden utanç duymasına sebep olabilir. 12- Güvensizlik ve Kötüye Kullanım: Çocukluk travmaları, bu şemada etkili olan en büyük unsurdur. Çocuklukta ciddi değersizlik hissi, saygısızlık, yalan gibi konularla karşılaştıysa çocuk; büyüdüğünde de bu konular onun için en önemli sorunlardır. Kişi, kendini hiç güvende hissetmez. Çocukluk travmalarında cinsel veya fiziksel saldırı, tehdit, yaralanma gibi büyük olaylar yaşadıysa, sonrasında da kendini güvende hissetmeme durumunda hissedebilir ve bu şemaya sahip olabilir. 13- Sosyal İzolasyon ve Yabancılaşma: Ev ortamı dışında kendini iyi hissetmeyen, kendini farklı olarak nitelendiren ve sosyal ortamlar içerisinde bulunamayan kişi; yine çocukluk çağlarında ev ortamından fazla uzaklaşmamış, baskı altında büyümüş kişilerde görülebilir. Kişi, sosyalleşme konusunda kendini cesaretli hissetmez ve hep kendini kusurlu olarak görmesi dolasıyısla kusurluluk şemasına da sahiptir. 14- Bağımlılık ve Yetersizlik: Bu kişilerin çocukken tüm ihtiyaçları genellikle ebeveynleri tarafından karşılanmıştır. Yetişkin bir birey olduklarında da sorumluluk alamama, kendi başına bir işi bitirememe, hep yardım alma eğilimindelerdir. Bu kişiler kendini hep yetersiz
Hastalığım Fizyolojik Mi Psikolojik Mi?
‘’Doktor doktor geziyorum ama ağrılarıma çare olacak bir uzman, bir tedavi bulamadım.’’ Şiddetli ve geçmeyen baş, omuz, sırt ve kas ağrıları, genel olarak vücutta yorgunluk, sık hastalanma gibi problemler yaşayan kişiler; nöroloji, dahiliye gibi birimler aracılığı ile sorunlarına çözüm ararlar. Bu birimler hastanın fizyolojik öyküsünü dinleyerek ilgili tahlilleri yaptırmalarını isterler. Kişiler, tahlilleri yaptırdıktan sonra herhangi fizyolojik bir problem olmadığı söylendiğinde genellikle sorunun doktor kaynaklı olduğunu düşünüp doğru teşhisi bulacak farklı doktor arayışına yönelirler. Oysa bazı psikolojik hastalıkların fiziksel belirtileri, kişileri bu anlamda yanıltabilir. Psikolojik Hastalıkların Fiziksel Belirtileri Nelerdir? Çok sıklıkla karşılaşılan psikolojik problemler, zaman zaman duygu durumun olumsuzluğundan ziyade fiziksel tepkimelerin farkındalığı ile keşfedilir. Bunun sebebi, gündelik hayatın zorluğu ve yıpratıcılığına alışılmışlık veya kötü hissiyatın hayatı tehdit etmediği düşünceleri olabilir. Ancak işin içine fiziksel rahatsızlıklar girince, kişiler hayatını tehdit altında hissedebilir ve eğer bir hastalığım varsa çözüme kavuşturayım diye düşünebilir. Tam da bu noktada kişi, psikolojik problemlerinin varlığıyla tanışabilir. Psikolojik hastalıkların fiziksel belirtileri ile ilgili olarak bazı örnekler aşağıdadır. Kişide aşırı karamsarlık, sürekli kendini sıkıntıda hissetmesi, yaşamdan hiç keyif almaması, değersizlik, suçluluk duyguları yaşanması gibi semptomlar sonrasında kişi depresyon belirtileri gösteriyor diyebiliriz. Ancak depresyonun aynı zamanda kol ve bacaklarda uyuşma hissi, aşırı uyku veya uyanıklık hali, iştah artışı, enerji kaybı, göğüs ağrısı, kas ve sırt ağrıları gibi fizyolojik semptomları da olabilir. Kronik kas ağrıları, yorgunluk, uykusuzluk, karıncalanma, nefes darlığı, çarpıntı gibi belirtiler gösteren fibromiyaljinin kaynağı da genellikle psikolojik sebeplere dayanmaktadır. Kaygı bozukluğu olarak adlandırılan anksiyete bozukluğu da kalp çarpıntısı, baş dönmesi, nefes almada zorluk gibi fizyolojik rahatsızlıklarla birlikte görülen psikolojik bir rahatsızlıktır. Hastalıkların Fiziksel Mi Psikolojik Mi Olduğunu Nasıl Anlarım? Bazı hastalıkların kökeni psikolojiktir ve fizyolojik semptomlar, esas rahatsızlığa eşlik eder. Bazı hastalıklar ise fizyolojiktir ve hastalık sebebiyle psikolojik sorunlar meydana gelmiş olabilir. Örneğin depresyonda olan bir kişi depresyon sebebiyle fizyolojik sorunlar yaşayabilir. Farklı olarak kanser hastası olduğunu öğrenen bir kişi, bu hastalık sebebiyle de depresyon yaşayabilir. Beden ve ruh sağlığımız tam anlamıyla bir bütündür. Birindeki rahatsızlık, diğerini de mutlaka etkileyecektir. Bu sebeple; hem fizyolojik hem psikolojik olarak destek almak, fiziksel sağlığımız için yaptırdığımız check-up gibi psikolojik sağlamlığımızı test etmek, bir sorunumuz varsa beklemeden mutlaka danışmanlık almak bu hayatı daha mutlu yaşamamızı sağlayacaktır. Siz de fizyolojik muayene ve tedavilerle sorunlarınızın çözümlerini bulamıyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden ya da +90 555 101 51 15 ve +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve psikolojik anlamda destek alabilirsiniz.
Erkeklerde Sertleşme Sorunu Nedir? Sebepleri Nelerdir? Çözüme Nasıl Kavuşturulur?
İlişkilerde saygı, sevgi, hoşgörü, birlikte iyi vakit geçirmek kadar önemli bir unsur varsa; o da cinselliktir. Eşlerin cinsel açıdan birbirlerini tatmin edebilmesi, ilişkiyi güçlendirir ve çiftlerin mutluluğuna mutluluk katar. Ancak; bazı sebeplerden dolayı kadın ve erkeklerde cinsel sorunlar görülebilir. Kadınlarda görülen cinsel sorunlar, toplumun kadın ve erkek üzerinde belirlediği normlar çerçevesinde olağan olarak karşılanabilir ancak erkekte cinsel sorunlar olduğunda, yine bu normlar çerçevesinde erkek için gerçek anlamda sorun haline gelir ve bazen üzeri örtülmeye çalışılır. Ancak her iki durum da kesinlikle normalleştirilmemeli veya üzeri örtülmemelidir. Erkeklerde cinsel sorunların başında sertleşme sorunu yer alır. Cinsel hayatı olumsuz etkileyen bu problem, beraberinde pek çok sorunu da getirebilir. Erkeklerde Sertleşme Sorunu Nedir? Sebepleri Nelerdir? Erektil disfonksiyon olarak adlandırılan erkeklerde sertleşme sorunu; penetrasyon (cinsel birleşme) sırasında yeterli sertleşmenin sağlanamaması veya sürdürülememesi anlamına gelir. Bu durum; sağlıklı cinsel hayata sahip olan bireylerde de stres veya kaygı gibi durumlara bağlı olarak nadiren görülebilir. Ancak süreklilik arz ediyorsa sertleşme sorunu, hem kadın hem de erkek için sorun haline gelebilir. Erkek için oluşabilecek çift problemlerinin yanı sıra; kaygı, özgüven, depresyon gibi sorunlar da beraberinde gelebilir. Sertleşme sorununun nedenlerinden bazıları aşağıdaki gibidir; Erektil disfonksiyon bozukluğunun fizyolojik ve psikolojik olarak pek çok sebebi olabilir. Fizyolojik olarak kalp ve damar problemleri; sertleşme sorununa sebep olabildiği gibi, diyabet, obezite, kolestrol, alkol ve tütün kullanımı gibi sebepler de bu soruna sebep olabilir. Erkeklerde sertleşme sorununun psikolojik sebeplerinden bazıları da aşağıdadır; Partnerini memnun edememe kaygısı. Daha önce yaşanmış olan olumsuz cinsel deneyimler. Toplumda erkek cinselliği çerçevesinde erkeğe dayatılmış olan kimlik. Yoğun ve stresli yaşam. Cinsel anlamda çekici bulmadığı bir partner ile ilişki. Bu sebepler her ne olursa olsun, bireyin partneriyle arasında sorunlar oluşturabilir. Kişiyi, partnerini memnun edememe veya kendinde eksiklik olduğunu düşünmeye sevk edebilir. Sertleşme Sorunu Nasıl Çözüme Kavuşur? Uzun zamandır sertleşme sorunu ile karşı karşıya olan bir birey, öncelikle nedeninin fizyolojik bir sebepten kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için bir uzmana başvurmalıdır. Eğer fizyolojik bir durum yoksa, konu büyük olasılıkla psikolojiktir. Performans kaygısı, cinselliğin keyfini kaçıran bir durumdur. Cinsellik yalnızca birleşme anını kapsamaz. Ön sevişme süreci, kadın ve erkeğin hazır olduğunda birleşmesini sağlar. Çiftler; ön sevişmeye önem vermeli ve o büyülü anın akışına, duygusuna kendilerini bırakmalıdır. Çiftlerin cinsel içerikli konuları konuşabilmesi; karşılıklı olarak nelerden hoşlandıklarını anlamalarını sağlayacağından ve ilişkisi sırasındaki davranışlarını yönlendireceğinden, partneri mutlu edememe konusundaki kaygıyı azaltacaktır. Her şeyden önce kişinin kendine olan güvenini kaybetmemesi ve bu durumun düzelecek olduğunu düşünmeye odaklanması sürece olumlu yönde etki edecektir. Ancak bu durum kişinin partneriyle arasında sorunlara yol açıyor ve kendisine olan saygıyı zedeliyorsa; bir uzman tarafından değerlendirilmek ve sorunun kaynağını keşfetmek, sürece olumlu etki sağlayacaktır. Uzman; sorunun kaynağını tespit edebilir, kişiye partneriyle birlikte uygulayacağı yöntemler hakkında detaylı bilgiler verebilir ve sertleşme sorununun çözümüne büyük katkı sağlayabilir. Eğer sertleşme problemi konusunda psikolojik desteğe ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Platonik Misiniz Yoksa Saplantılı Mı?
Sevmek ve sevilmek, tüm insanların tattığı dünyanın en güzel duygularındandır. Sevginin karşılıklı olması, yolda birlikte yürünmesi ve hayatın tatlı acı her yanının birlikte kucaklanması; büyük bir şanstır. Ancak bu şans her defasında karşılıklı olamayabiliyor. Sevgi karşılıklı olmadığında genellikle diğer taraf kabulleniyor ve bir süre sonra ilişki ortamından uzaklaşarak farklı bir ilişki yaşayabiliyor. Ancak bazen, karşı tarafın ilgisi olmadığında bile, kişi sevgisinde ısrar ediyor olabilir. Platonik aşk olarak adlandırdığımız bu durum karşı taraftan herhangi bir beklenti olmadığı durumdur. Cinsellik geri plandadır. Sadece koşulsuz şartsız, karşılıksız sevgi söz konusudur ve hatta bazen bu sevgi öyle bir boyuta gelir ki saplantı halini alır. Kişi, günlük hayattan öyle kopuktur ki, yalnızca kişiye odaklı yaşar. Platonik ve Saplantılı Aşkın Belirtileri Nelerdir? Platonik aşkın en büyük belirtisi karşılığı olmamasını bilmesine rağmen beklenti içerisinde olmadan sürekli aklını kurcalayan bir kişinin varlığıdır. Diğer belirtileri aşağıdaki şekildedir; Karşı tarafın hiçbir ilgisi olmadığı halde sürekli olarak o kişiyi düşünmek. Aşık olduğu kişiyi sosyal medyada yakından takip etmek. Gündelik işlerine odaklanamamak. Başkasıyla birlikteliğini kabullenememek. Sürekli yakın çevresine o kişiyi anlatmak. İştah ve uyku problemleri yaşamak. Platonik aşk, saplantı halini aldığında ise işin içerisine beklenti girer. O kişiyi hayatına dahil etme hırsı, bu saplantının başlangıç noktasıdır. Akabinde bu amaca yönelik aksiyonlar başlar. Kişiyi etkilemeye çalışmak için konuşmaya çabası, bulunduğu ortamlara girmek, mesaj göndermek, takip etmek gibi davranışlarda bulunur. Elde edemediği her an aşka öfke de dahil olur. Bu noktada platonik aşk, saplantı halini almıştır. Saplantı halini almış platonik aşkın kökeninde çoğu zaman çocukluk hatta bebeklik dönemleri yatmaktadır. Bebeklik ve çocukluk döneminde bağlanma sorunları, platonik ve saplantılı aşkın en önemli nedenlerinden biridir. Bebeklik döneminde ebeveynleri veya bakım verenleri tarafından güvensiz ya da aşırı bağlanan bir birey, gelecekteki dönemde de birine karşılıksız yoğun duygular besleyebilir ve hatta bu durum takıntı halini alabilir. Bebeklik döneminde sevgi, ilgi ve öz bakım ihtiyaçları yeterince karşılanmamış bireyler, karşılıksız sevgi hissine alışkın yetişebiliyorlar. Bu durumun tam tersinde bebeklik ve çocukluk dönemlerinde ebeveynlerine aşırı bağlanmış bireylerlerde de; anne veya bakım veren kişiden kopamama, yanında olmadığında kendini güvende hissetmeme gibi duygular yaşadığından ileriki yıllarda da birine saplantılı olarak aşık olma ihtimali ortaya çıkmaktadır. Platonik veya saplantılı aşık olmak; hayatı zorlaştıran, gündelik yaşamı olumsuz yönde etkileyen zor bir süreçtir. Ancak bir uzman desteği ile bu süreçten kurtulmak mümkündür. Öncelikle geçmiş yaşantılarda olan esas problem çözünmeye başlanır. Sonrasında kişinin yaşantıları çerçevesinde platonik veya saplantılı aşktan özgürleşmeye yardımcı olunur. Eğer platonik veya saplantılı aşk, gündelik hayatınızı zorluyorsa profesyonel destek için www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Duygusal Özgürleşme Psikoterapi ile Mümkün
Herkesin hayatında deneyimlediği olumlu veya olumsuz yaşantılar vardır. Bu yaşantılardan elde edilen deneyimler, olumlu olduğunda hayatımıza da olumlu etkileri olur. Ancak olumsuz olduğunda hayat boyu sürecek olumsuz etkileri devam eder. Olumsuz deneyimlerden oluşan havuz taşsa bile bunlar bedende hapsolur ve kişide hem fizyolojik hem de psikolojik açıdan zorlantılar meydana gelir. Tam da bu zorlantıların çözümü için EFT (Emotional Freedom Technique) yani Duygusal Özgürleşme Tekniği önemli bir psikoterapi ekolü olarak karşımıza çıkıyor. EFT Nedir? Nasıl Uygulanır? EFT Uygulayan Kişide Ne Gibi Değişimler Gözlemlenir? Kişinin içinde barındırdığı ve artık dışa vuran birçok psikolojik sorununun çözüme ulaşmasına yardım eden bir tekniktir EFT. Bize içimizde bulunan tüm fiziksel ve ruhsal problemlerin bedende birikmiş duygular olduğunu ve bedenin kayıt tuttuğunu savunur. Yaşam boyunca yapılmayan her hareket bile, kişinin bedeninde birikir. Genel olarak otoriteye karşı saklanan bu duygular, kişinin çocukluğundan beri karşısına çıkan otorite figürlerine karşı sakladığı tüm duygular bedende hapsolur. Tıpkı ağzına kadar dolan bir su bardağı gibi kişi bir süre sonra duygularını muhafaza edemez ve taşar. Kişinin içinde biriken kötü trajediler, bedenin normal enerji dengesini bozuntuya uğratır ve kişide fiziksel ve ruhsal sorunlara yol açar. EFT’nin amacı, bireyin içinde bulundurduğu ve enerji dengesini bozan bozuk enerjiyi bedenden dışarı atmaktır. EFT’nin uygulanma şekli çok kolaydır. Parmak uçları ile bedendeki bazı akupunktur noktalarını aktifleştirmek, EFT’nin gerektirdiği başlıca uygulamadır. Akupunktur noktaları parmak uçları ile uyarılırken bir yandan da zihindeki sorunlara odaklanılmalıdır. EFT’nin öne sürdüğü bozuk enerjiyi dışarı atma durumunda vücudunuzda bazı farklılıklar gözlemleyebilirsiniz. Örneğin; gözünüz yaşarabilir, esneyebilir, ağlayabilir veya vücudunuzun herhangi bir yerinde farklı hisler duyumsayabilirsiniz. Öfke, korku, üzüntü, suçluluk ve bunun gibi birçok duygu sonucu oluşan; fobi, travma, depresyon, panik atak, kayıp, kilo problemleri gibi pek çok psikolojik problemlerin çözümünde EFT tekniği kullanılabilir. EFT, birçok fizyolojik vücut sorunlarında şaşırtıcı sonuçlar alabileceğiniz bir tekniktir. EFT öncesinde kişi bilinciyle vücudu arasındaki bağı sağlam kurmalıdır. İçinizde biriken bu problemleri artık kontrol edemediğinizi düşünüyorsanız EFT tekniğini denemeniz işe yarayabilir. Dışarıdan kendinize karşı eleştirel bakabildiğinizi düşünseniz bile bilinçaltınızda böyle hissetmeyebilirsiniz. EFT tekniği ile ilgili detaylı bilgi ve randevu için www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Zihninizi Aşırı Meşgul Eden Düşünceleriniz Mi Var?
İşiniz gücünüz bittiğinde, arkadaş buluşmanızdan eve geldiğinizde, çocuklarınız uyuduktan sonra, yemek yaparken, uykuya dalarken, kısacası kendinizle baş başa kaldığınız her an; zihninizde bitmek bilmeyen düşüncelerle boğuşuyor olabilirsiniz. Bu durum, hayatınızın bazı yoğun dönemlerinde yaşandığında gayet olağandır. Ancak bu düşünceler kronik şekilde, bitmek bilmiyorsa overthinking yani aşırı düşünme sendromu yaşıyor olabilirsiniz. Aşırı Düşünme Sendromu (Overthinking) Nedir? Geçmişte yaşananlar, şimdi yaşanıyor olanlar, gelecekte yaşanacaklar… Keşkeler, nedenler, sorgulamalar ve mükemmeli elde etme çabaları… Yaşadığınız olayları irdelemek veya yaşanacak herhangi bir olayın ihtimallerini değerlendirmek ve kafanızda sürekli sorgulamalarla geçen bir hayatınız varsa, overthinking yani aşırı düşünme sendromu hayatınızda yer etmiş olabilir. Örneğin; üniversite öğrencisisiniz ve sunum yaparken fazla heyecanlanarak söylemeniz gerekenleri karıştırdınız, unuttunuz veya bocaladınız. Bu durumda birkaç kişi size güldü ve siz kendinizi yerin dibinde gibi hissettiniz. Bazı kişiler bu duruma aldırış etmeden normal karşılarken, bazı kişiler o anda takılı kalır ve o günden sonra sürekli olarak bu durumu düşünmeye başlar. Neden bu hatayı yaptım? Nerede eksik yaptım? Bu kişilerle bir daha nasıl yüz yüze geleceğim? Hoca benimle ilgili ne düşündü? Bundan sonraki sunumlarımda da ya gülünç duruma düşersem? Gelecekte profesyonel hayatta ben işlerin altından nasıl kalkacağım? Gibi sorular kişinin aklında sürekli döner durur. Bundan sonraki süreçte karşısına çıkabilecek tüm riskleri değerlendirir ve bunu sürekli her olay ve durum karşısında yapar. Bu durum, kişinin gün içindeki aktivitelerine, motivasyonuna yansıyorsa; ciddi bir problemle yani aşırı düşünme sendromu ile karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Aşırı Düşünme Sendromu (Overthinking) Nedenleri Nelerdir? Hayatta kalmak için hepimiz riskleri değerlendirir, karşımıza çıkan tehlikeli durumların olasılıklarını düşünür ve ona göre davranırız. Veya sorunlarla baş edebilmek için çok taraflı düşünerek çözümler geliştirmeye çalışırız. Hatalarımız olduğunda ders çıkarmaya çalışarak gelecekte tekrar yapmamaya çalışırız. Ancak bazı kişiler sürekli olanları veya olacakları düşünür. Bu düşünme şekli aşırı düşünme sendromunun bir sonucudur. Bizi bu sonuca götüren sebepler aşağıdaki şekilde sıralanabilir; Anksiyete (kaygı bozukluğu) problemine sahip kişiler, kaygıları sürekli olarak tetiklendiği için kendi içlerinde problemleri aşırı derecede düşünüp irdeleyerek rahatlama eğiliminde olabilirler. TSSB (travma sonrası stres bozukluğu) yaşayan kişiler, yaşanılan olumsuz anıda takılı kalarak o anı sürekli olarak düşünebilirler. Fobilere sahip kişilerde de bu sendrom yaygın olarak görülmekte ve kişi sahip olduğu fobiyi aklından çıkaramamaktadır. Kısacası aşırı düşünme sendromu altında pek çok sebep yatmaktadır. Hayat kalitesini düşürecek, gündelik yaşama etki edecek derecede düşünme eylemleri varsa altında yatan sorunlar araştırılmalı ve çözüme kavuşturulmalıdır. Bu noktada bir uzman desteği, süreç için çok önemlidir. Bireysel sorunlar çerçevesinde aşırı düşünme sendromu sizin de hayatınızda yer etmişse bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak bizimle iletişime geçebilirsiniz. Uzman Psikolojik Danışman Kemal Erbay Evci