Her bireyin sevdiği özellikleri de vardır sevmediği özellikleri de. Örneğin; özgüveni yüksek olan ve bununla gurur duyan bir birey, aşırı tez canlılığı yüzünden hata yapıyor ve bu özelliğinden hiç hoşlanmıyor olabilir. Kişi, sevdiği bu özelliğini dışa vururken hatalara sebep olan tezcanlılık özelliğini sevmiyor ve kabullenmiyor olabilir. Tam da bu noktada tezcanlılığın sebep olduğu o sabırsız ve aceleci davranışlar, sanki bir başkasında varmış gibi ortalığa saçması; yansıtma yani psikolojide projeksiyon olarak tanımlanır. Bu durum tamamen bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkar ve bu bireyler, sorunların kendinde değil kendi dışındaki nedenlere bağlı olduğuna inanırlar. Projeksiyonun Ortaya Çıkma Sebepleri Nelerdir? Kişide strese sebep olan, içinde bulunduğu durumdan uzaklaşmak istediği anlarda bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkan projeksiyon; aslında olumsuz durumlarda benlik bütünlüğünü sağlamak amacıyla oluşur. Kişi; suçlu, başarısız, hatalı veya eksik olduğunu hissettiği düşünce ve davranışları başkalarının üzerine atarak o düşünce veya davranışı sanki kendine ait değilmiş gibi varsayar. Örneğin; satış departmanında işe giren bir kişinin, birkaç ayda hedeflerini tutturamaması üzerine, performansını düşünmesi yerine ekonominin kötü olması ya da ülkenin iyi yönetilememesi gibi sorunları yansıtması; psikolojide projeksiyona iyi bir örnektir. Kişi, kötü bir satışçı olduğunu kabul etmeyerek bu durumu ülke ekonomisine yansıtmıştır. Bu durumda da psikolojik olarak kendini korumaya almıştır. Bir başka örnek olarak, karısını aldatan bir kişinin karısının davranışlarının kendisini bu duruma düşürdüğünü vurgulaması da, projeksiyona romantik ilişkiler çerçevesinde bir örnektir. Veya aldatma arzusunu bastırmakta zorlanan bir kişinin, partnerinin-eşinin kendisini aldattığı takıntısına kapılması da bir yansıtma örneğidir. Projeksiyonu narsisist kişilik bozukluğuna sahip kişiler de çok kullanmaktadır. Bu kişiler genellikle; empatiden uzak, küçümseyici, suçlayıcı davranışlar sergilerler. Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip kişilere bu davranışlara sahip olduğu dile getirildiğinde; genellikle esas suçun karşı tarafta olduğu, karşıda hata olduğu için bu davranışları sergilediklerini ifade ederler. Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerde bu düşünce ve davranışlar fazlaca görülür, kendilerini hep mükemmel olarak özümsedikleri için hata yapma ihtimalleri yoktur; ortada bir hata veya suç varsa kaynağı hep karşı taraf veya dış etmenlerdir. Eğer gündelik yaşamda sürekli olarak yansıtma yapıyorsanız ve bu durum hayatınızı ve ilişkilerinizi zedeliyorsa bir uzmandan destek alabilirsiniz. Bizimlewww.psikolojiantalya.com adresinden ya da +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Terapötik İlişki ve Önemi
İlişkiler, bireylerin bağlantı kurmasına yarayan en önemli unsurdur. Aynı zamanda ilişkiler, insan hayatına yön vererek hayatı kökünden değiştirebilecek güce sahiptir. Sosyal hayatımızda yer edinen ilişkilerimiz aynı zamanda profesyonel hayatımızda da önemli bir büyüklüğe sahiptir. İlişkilerin pek çok çeşidi vardır ve bunlardan biri arkadaşlarımız veya ailemiz ile kurduğumuz sosyal ilişkidir. Bu ilişki türü duygulara yöneliktir. Ancak ilişkiler yalnızca duygulara yönelik olmaz. Profesyonel hayatta bireylerin hayatına pozitif yönde etki etmek adına kurulan bir ilişki türü olan terapötik ilişki, bireylerin psikolojik problemlerinin çözümü doğrultusunda danışan ile danışman arasında kurulan özel bir ilişkidir. Bu özel ilişki, iki tarafın da birbirini tanıması, danışmanın danışanın sorunlarının çözümü için belirleyeceği en iyi yolları güven ve dayanışma içerisinde sürdürmesidir. Terapötik İlişki Nasıl Kurulmalıdır? Terapötik İlişkinin Kuralları Nelerdir? Terapötik ilişki için aynı zamanda kişinin sosyal hayatında kurduğu ilişkiden bağımsız olarak kurulan profesyonel bir ilişki türü denebilir. Danışman ile sağlıklı bir ilişki kurulması için kişinin kendini açık ve özgürce ifade etmesi çok önemlidir. Öte yandan terapötik ilişki, belirli etik kurallar etrafına çerçevelenmesi gereken, mahremiyetin önemli olduğu bir ilişkidir. İlişkinin kurulmasındaki amaç; danışmanın, danışan kişinin iç dünyasını keşfetmesi ve sorunlarına odaklanarak kişinin farkındalığını artırması yönündedir. Bu ilişkinin filizlenebilmesi için uyulması gerekli çok önemli unsurları içinde barındırır. Bunlardan bazıları şunlardır; -Terapist terapi süresince danışanın kendisi dışında ailesinden yakınlarından ya da arkadaşlarından kişilerle danışanın bilgisi ve izni olmadan görüşmez. -Terapist ile seans saatleri dışında acil durumlar dışında ilişki kurulmaz. -Terapist hediye kabul etmez. (Hediye verme gibi eylemler kendini gösterdiğinde bunlar terapi süreci çerçevesinde anlamlandırılmaya çalışılır.) – Terapist sosyal ortamlarda ve sosyal ilişkiler içinde danışan ile birlikte yer almaz. Hatta dış ortamlarda rastlanıldığında danışanın gizlilik kuralı çerçevesinde güvenliği uyarınca selamlaşma ve konuşma ortamından uzak kalmak terapistin eğilimi olacaktır. – Terapist terapisini yürüttüğü danışanın yakını olan birinin terapisinin sorumluluğunu üstlenmez. -Terapinin yapılacağı zaman diliminin önceden belirlenmiş olması, -Görüşmenin terapiye uygun ve dikkat dağıtmayacak bir oda içinde gerçekleşmesi gibi detaylar çok mühimdir. Terapötik ilişki içerisinde gizlilik çok önemlidir. Danışmanın sorunlara tarafsızca ve sonuç odaklı yaklaşması çok önemlidir. Terapötik ilişki; sosyal ilişkilerde olduğu gibi bir samimiyet içermez. Bu sebeple de özel hayatta görüşülen kişilerle danışman dahi olsa seans yapılmamalıdır. Tamamiyle profesyonel, sonuç odaklı, güven çerçevesi içerisinde ve yalnızca danışan ile danışman rollerinde olunmalıdır. Terapötik İlişkinin İletişim Teknikleri Nelerdir? -Yakından İlgilenme: Danışman; danışanının düşüncelerinin önemli olduğunu ona hissettirmelidir. Bu, yakından ilgilenme tekniği ile gerçekleştirilir. Danışanın kendine güveninin artması, daha özgürce konuşması için danışan ile yakından ilgilenmek çok önemlidir. -Konuşmaya Açık Davet: Danışmanın danışana açık uçlu sorular sormasıyla danışanının kendisine açılmasını ve konuları açıkça anlatmasını sağlamaya yarayan bir yöntemdir. Danışman ne kadar açık uçlu sorular sorarsa, danışanı da anlatmak istediği konuyu geniş perspektifte anlatabilir. Danışanın kaygılarını ve korkularını ortaya çıkartmak için bu teknik çok önemlidir. Danışmanın “Bu size nasıl hissettiriyor?” ya da “Bu düşünceler size neyi çağrıştırıyor?” gibi açık uçlu soruları sorması, danışanın verimli bir danışmanlık deneyimi geçirmesi için önemli parçalardır. -Asgari Düzeyde Teşvik: Danışmanın daha az konuşup, danışanın daha fazla konuştuğu tekniktir. Bu teknikte danışman, konuşmasını minimum derecede tutarak danışanı daha fazla konuşmaya teşvik etmeyi amaçlar. Arada anahtar kelimeler söyleyerek danışanın konuşmasını destekler. Bu şekilde danışan, anlattığı konularda daha açık ve detaylı olabilir. -İçeriğin Yansıtılması: Danışanın anlattığı olayların ona geri yansıtılması tekniğidir. Bu sayede danışan, danışmanının onu dinlediğini anlar ve düşüncelerini daha net ifade edebilir. -Sessizlik: Sessizlik; her ilişkide önemli olduğu gibi, terapötik ilişkide de önemlidir. Danışman bazen sessiz kalarak danışanının düşüncelerini toparlamasına, kendi iç dünyasında düşüncelerini daha belirgin hale getirmesine yardımcı olur. Terapötik ilişki, danışman ile danışan arasında; gizlilik, güven ve mahremiyet konuları çerçevesinde oluşan bir bağdır. Danışanın kendini güvende hissetmesi, özgürce konuşabilmesi ve kendi iç dünyasını yansıtabilmesi problemlerinin çözümü açısından çok önemlidir. Eğer siz de herhangi bir konuda profesyonel desteğe ihtiyaç duyuyorsanız profesyonel ekibimizle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
İlişkileri Öldüren Şey ‘Dinlenilmiyorum’
İnsan doğası gereği iletişim kurmak ve etkileşim yaratmak üzerine inşa edilmiştir. Bireyler arası kurulan iletişim ise, her kişi özelinde psikolojik ve fizyolojik açıdan olumlu ve olumsuz etkiler bırakır. Aile, eş, arkadaş, öğretmen, öğrenci, meslek gibi gündelik yaşamda kurulan her bir iletişim; kişiler üzerinde farklı izler bırakabilir. Annenin çocuğuna onu sevdiğini söylemesi, olumlu ve yapıcı yaklaşması; çocuk psikolojisi üzerinde olumlu etkiler bırakırken; sürekli bağıran, sevgi sözcükleri sarf etmeyen bir annenin çocuğu üzerindeki etkiler ise olumsuz yönde olacaktır. Etkili bir iletişim sohbet edebilmekten geçer. Etkili bir sohbet ise kendini açabilme, karşı tarafla da ilgilenilen ve her iki tarafın dinlenildiğini hissettiği, duygu ve düşünce alış verişlerinin yapıldığı konuşmadır. Eşlerin iletişiminin sıcak ve samimi olması, bir kahve eşliğinde bile güzel vakit geçirebiliyor olmaları; her iki tarafında bireysel ve çift olarak psikolojilerini olumlu yönde etkileyecektir. Ancak aksi şekilde yargılayan, baskılayan, eleştiren, kötü söz söylenen bir ilişkide; bireysel ve çift olarak psikolojilerine büyük zararlar ortaya çıkması kaçınılmazdır. Yolda yürürken dahi tesadüfen konuşmaya başladığınız ama sıcak ve samimi küçük bir diyalog bile güzel hisler bırakır. Aslında bunların tümü kabul görmekle ilgilidir. Yargısız, yansız ve yüksüz kabul görmek herkese çok iyi gelir. Herkesin üzüntü, dert, keder, mutluluk gibi onlarca duygu içeren pek çok yaşanmışlığı vardır. Tüm bu duygular, kabul görülen birileri tarafından dinlendiğinde kişi kendini açabildiği için rahatlamış hisseder. Sizi dinleyen birilerinin varlığı iyileştirir. Üstelik bu durumun psikolojik olumlu yanlarının yanı sıra; beyin sağlığı üzerindeki iyileştirici etkileri de yapılan araştırmalarla desteklenmiştir. Özellikle yetişkinlikteki etkileşimler; beynin yaşlanması ve Alzheimer hastalarının hastalık belirtilerini geciktirici olduğu öne sürülüyor. Dinlenilen bireylerin, dinlenmeyen bireylere oranla daha yüksek bilinç yaşı gösterdiği konusu da, bir diğer öne sürülen tezdir. Yani yargılanmadan, tam kabulle dinlenilmek; hem psikolojik sağlığımıza hem de fizyolojik sağlığımıza iyi gelir, bizi iyileştirir. Ancak bazen, bir uzman tarafından dinlenilmek ve desteklenmek; psikolojimize iyi gelir. Bu durumda www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Ruhumuzu Yaralayan Şiddet: Psikolojik Şiddet
Dünyaya gelen herkesin en doğal hakkı ve ihtiyacı; başkasının, onun alanına müdahale etmeden özgürce yaşamasıdır. Çocuktan ergene, kadından erkeğe istisnasız herkes; eşit haklara sahiptir. Bir başkasının haklarını ihlal etme veya başkasına zarar vermeye herhangi bir bireyin hakkı asla yoktur. Ancak geçmişten günümüze, insanoğlunun var olduğu ilk dönemlerden itibaren baktığımızda fiziksel ve psikolojik şiddet; çoğu kişinin hayatında yer alıyor. Fiziksel şiddet; eylem ile birlikte gerçekleştiğinden bariz bir şekilde fark edilebilir. Ancak psikolojik şiddet; tamamen duygulara yönelik bir şiddet türü olduğundan maruz kalan kişi tarafından anlaşılamayabilir. Psikolojik Şiddet Nedir? Psikolojik şiddet; çok çeşitlidir. Kendi çıkarları uğruna bir başka kişiye baskı uygulamak, manipüle etmek, aşağılamak, alay etmek, cezalandırmak, hakaret etmek, sevgiden mahrum bırakmak, yok saymak; şiddetin psikolojik yönleridir. Psikolojik şiddete herkes, herhangi bir yerde maruz kalabilir. Psikolojik şiddetin kim tarafından yapıldığı ve uygulanan şiddetin yoğunluğu değişkendir ve bu değişkenlik kişiler üzerinde de olumsuz etkiler bırakır. Bir bankada aşırı yoğunluk sırasında sıkılan bir müşterinin işini her zamanki gibi olağan şekilde yapan bankadaki bir görevliye; işini iyi yapmadığını, hızlı olması gerektiğini, işini savsakladığını söylemesi, banka çalışanına psikolojik şiddettir. Baskı uygulayan bu kişi, bankacının daha hızlı hareket etmesini sağlamaya yönelik bir davranış uygulamıştır. O an bankacı, müşteri memnuniyeti adına özür dileyebilir ve zaten hızlı ve olması gereken çalışmasına hız vererek devam edebilir. Bu o an olmuş olan bir psikolojik şiddettir ve devamlılığı yoktur. Ancak eş, ebeveyn, arkadaş gibi yakın çevreden gelen psikolojik şiddet; kişiyi derinden yaralar. Çünkü bu şiddet, yakınından geliyordur ve bu duruma sıklıkla maruz kalınıyordur. Psikolojik Şiddet Yaşandığı Nasıl Anlaşılır? Psikolojik şiddet; kişinin duygularını inciten, davranışlarını yönlendiren, kişinin kendini yetersiz hissetmesine sebep olan bir şiddet türüdür. Aşağıda psikolojik şiddetin bazı belirtileri yer alıyor; – Eşe, sevgiliye, çocuğa veya herhangi birine bağırmak. – Mahrum bırakmak. – Kıskançlık ve kıskançlık sebebiyle karşı tarafı kısıtlamak. – Hata ve kusurlarla alay etmek. – Haklı olunmasına karşın haksız duruma düşürülmeye çalışmak. – Sürekli kontrol altında tutmaya çalışmak. – Tehdit etmek. – Cezalandırmak. – Gereksiz yere olumsuz eleştirilerde bulunmak. – Varlığını yok saymak Tüm bu belirtiler, kişiyi inciten unsurlardır. Eğer bir adam; karısına sürekli olarak bağırıyorsa bir süre sonra kadın, kocasının bağırmaması için davranışlarına o şekilde yön verebilir. Sürekli ‘’bana acaba bağırır mı?’’ düşüncesi kişinin hem kendine güvenini zedeleyebilir hem de strese sebep olabilir ve bu stres de depresyon, anksiyete, panik atak gibi sorunlara yol açabilir. Eğer bir anne, çocuğunu sevgiden ve ilgiden mahrum bırakıyorsa; çocuk da dünyayı güvensiz olarak algılayabilir ve gelecek yıllarda da ciddi güven sorunları yaşayabilir. Bir sevgili, partnerine aşırı kıskançlık sonucu kısıtlama uyguladığında, kusurlarıyla alay ettiğinde, partneri haklıyken haksız duruma düşürmeye çalıştığında; partneri ile yaşayacağı muhtemel sorunların yanında bireysel sorunları da gün yüzüne çıkacaktır. Ebeveynleri tarafından sürekli olarak kontrol altında tutulan bir çocuk veya eşi tarafından sürekli kontrol edilen bir yetişkin de olsa, özgüveni ciddi anlamda zedelenebilir, kaygı ve güven problemleri yaşayabilir. Tüm bu örneklere baktığımızda psikolojik şiddetin bireyin özgürlüğünü ihlal ettiği gibi kişide derin yaralar açtığını da söyleyebiliriz. Psikolojik şiddetin yoğunluğu ve tekrarı, kişide açtığı yaranın derinliğini de belirler. Depresyon, anksiyete, özgüvensizlik, değersizlik, kaygı, panik atak gibi pek çok rahatsızlığa da yol açabilir. Psikolojik şiddet normalleştirilmemeli ve o an gelip geçti diye düşünülmemelidir. Mutlaka bir destek alınması, hem psikolojik şiddetin etkisinden kurtulmak hem de psikolojik şiddetle başa çıkmak ve psikolojik sağlamlığı oluşturmak için önemli bir adımdır. Eğer psikolojik şiddet konusunda desteğe ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Zihninizi Aşırı Meşgul Eden Düşünceleriniz Mi Var?
İşiniz gücünüz bittiğinde, arkadaş buluşmanızdan eve geldiğinizde, çocuklarınız uyuduktan sonra, yemek yaparken, uykuya dalarken, kısacası kendinizle baş başa kaldığınız her an; zihninizde bitmek bilmeyen düşüncelerle boğuşuyor olabilirsiniz. Bu durum, hayatınızın bazı yoğun dönemlerinde yaşandığında gayet olağandır. Ancak bu düşünceler kronik şekilde, bitmek bilmiyorsa overthinking yani aşırı düşünme sendromu yaşıyor olabilirsiniz. Aşırı Düşünme Sendromu (Overthinking) Nedir? Geçmişte yaşananlar, şimdi yaşanıyor olanlar, gelecekte yaşanacaklar… Keşkeler, nedenler, sorgulamalar ve mükemmeli elde etme çabaları… Yaşadığınız olayları irdelemek veya yaşanacak herhangi bir olayın ihtimallerini değerlendirmek ve kafanızda sürekli sorgulamalarla geçen bir hayatınız varsa, overthinking yani aşırı düşünme sendromu hayatınızda yer etmiş olabilir. Örneğin; üniversite öğrencisisiniz ve sunum yaparken fazla heyecanlanarak söylemeniz gerekenleri karıştırdınız, unuttunuz veya bocaladınız. Bu durumda birkaç kişi size güldü ve siz kendinizi yerin dibinde gibi hissettiniz. Bazı kişiler bu duruma aldırış etmeden normal karşılarken, bazı kişiler o anda takılı kalır ve o günden sonra sürekli olarak bu durumu düşünmeye başlar. Neden bu hatayı yaptım? Nerede eksik yaptım? Bu kişilerle bir daha nasıl yüz yüze geleceğim? Hoca benimle ilgili ne düşündü? Bundan sonraki sunumlarımda da ya gülünç duruma düşersem? Gelecekte profesyonel hayatta ben işlerin altından nasıl kalkacağım? Gibi sorular kişinin aklında sürekli döner durur. Bundan sonraki süreçte karşısına çıkabilecek tüm riskleri değerlendirir ve bunu sürekli her olay ve durum karşısında yapar. Bu durum, kişinin gün içindeki aktivitelerine, motivasyonuna yansıyorsa; ciddi bir problemle yani aşırı düşünme sendromu ile karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Aşırı Düşünme Sendromu (Overthinking) Nedenleri Nelerdir? Hayatta kalmak için hepimiz riskleri değerlendirir, karşımıza çıkan tehlikeli durumların olasılıklarını düşünür ve ona göre davranırız. Veya sorunlarla baş edebilmek için çok taraflı düşünerek çözümler geliştirmeye çalışırız. Hatalarımız olduğunda ders çıkarmaya çalışarak gelecekte tekrar yapmamaya çalışırız. Ancak bazı kişiler sürekli olanları veya olacakları düşünür. Bu düşünme şekli aşırı düşünme sendromunun bir sonucudur. Bizi bu sonuca götüren sebepler aşağıdaki şekilde sıralanabilir; Anksiyete (kaygı bozukluğu) problemine sahip kişiler, kaygıları sürekli olarak tetiklendiği için kendi içlerinde problemleri aşırı derecede düşünüp irdeleyerek rahatlama eğiliminde olabilirler. TSSB (travma sonrası stres bozukluğu) yaşayan kişiler, yaşanılan olumsuz anıda takılı kalarak o anı sürekli olarak düşünebilirler. Fobilere sahip kişilerde de bu sendrom yaygın olarak görülmekte ve kişi sahip olduğu fobiyi aklından çıkaramamaktadır. Kısacası aşırı düşünme sendromu altında pek çok sebep yatmaktadır. Hayat kalitesini düşürecek, gündelik yaşama etki edecek derecede düşünme eylemleri varsa altında yatan sorunlar araştırılmalı ve çözüme kavuşturulmalıdır. Bu noktada bir uzman desteği, süreç için çok önemlidir. Bireysel sorunlar çerçevesinde aşırı düşünme sendromu sizin de hayatınızda yer etmişse bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Davranışlarımız Duygularımızın Kontrolü Altında
Yaşamımızda sahip olduğumuz 7 temel duygu vardır. Bu duygular; sevinç, üzüntü, tiksinme, şaşırma, korku, öfke ve utançtır. Yaşamımız boyunca karşılaştığımız olaylar, duygularımızı etkiler, duygularımız da davranışlarımızı… Peki neden duygularımız davranışlarımızın kontrolü altında? Duygular Davranışları Nasıl Etkiliyor? Duygu, düşünce ve davranışlar birbirleriyle etkileşim halindedir. Düşüncelerimiz duygularımıza, duygularımız davranışlarımıza yön verir. Hatta duyguların etkisi öyle güçlüdür ki bir ortama girdiğimiz zaman, başka insanların duygularını da etkileyebiliriz. Ofise çok mutlu, pozitif giren ve herkesle pozitif ilişki kuran bir kişi; diğer kişilerin de duygularını mutlu olacak şekilde etkileyecektir. Aynı şekilde depresif, morali bozuk, kızgın veya üzgün şekilde sınıfa giren bir öğretmenin, sınıfa girişi ile beraber sınıfında bulunan öğrencilerin de modunun düştüğünü gözlemleyebiliriz. Duygulara kaynaklık eden düşüncelerimizi, yaşantıların beyinde oluşturduğu faaliyetler olarak tanımlayabiliriz. Öğrendiklerimiz beynimizde depolanır, anlamlandırılır ve gelecekteki yaşantılarımıza yön verir. Bir olay yaşadığımızda beynimizde anlamlandırdığımız düşüncelerin yönlendirdiği şekilde tepkiler veririz. Beynimizde anlamlandırdığımız bu tepkiler, o anda hissettiklerimize yani duygularımıza etki eder. O duygular da davranışlarımızı tetikler. Örneğin; araç kullanırken, önünüzde makas atarak giden farklı bir aracın bir anda önümüzde belirdiğini varsayalım. Öğrendiğimiz trafik kuralları, yaşamımızı güvence altına alan, bizi koruyan önemli kurallardır. Bu kurallara uymayan ve can güvenliğimizi riske atan bir durum yaşadığımızda korkabiliriz. Bu korku ve endişe; aslında bu durumun kazaya yol açabileceği, yaralanma veya ölüme sebep olabileceği düşüncesiyle oluşan bir duygudur. Bu korku duygusu, kişinin gerilmesine, araç kullanırken dikkatinin dağılmasına ve dikkatsiz araba sürmesine sebep olabilir. Aynı şekilde sürücüye karşı öfke de gelişebilir. Bu durumda da camı açarak sürücüye söylenecek olan sözler, bir tartışmaya yol açabilir. Bu tür durumların travmaya sebebiyet verebileceği de unutulmamalıdır. O an yaşanmış olan korku duygusunu kişi bir daha yaşamak istemez ve bu sebeple aklının bir köşesinde hep o an takılı kalır. Bu duygu, kişiyi hep tedbirli davranmaya iter. Hatta, kişinin bir daha araç kullanamamasına dahi sebep olabilir. Bir başka örnek olarak da yoğun çalışan ve çalışmaktan sıkılmış bir kişinin tatile gitmesine 1 hafta kala “işleri tatil dönemine kalmaması için” çok daha yoğun çalışmasını ele alabiliriz. Kişi, tatile gidecek olmasının heyecanı ve mutluluğu içerisinde yoğunluğu hiç problem olmaz hatta çok daha motive çalışarak çok daha kaliteli işler çıkarabilir. Davranışlarımızı Kontrol Altına Almak Mümkün Mü? Davranışlarımızı kontrol altına almamız için, duygularımızı doğru yönetmeyi öğrenmemiz gerekir. Duygularımızı yönetebilmemiz, yaşanılan olaylar karşısında duyguları işlevsel olarak kullanabilmemize ve doğru tepkiler geliştirerek davranışlarımızı düzenlememize yardımcı olur. Kızdığımız zaman karşımızdaki insana öfkeli davranışlar sergilemek yerine bu duyguyu yaşayıp anlık çıkışlar yapmayarak doğru zamanda doğru iletişim kurabiliriz. Duygularımızı Nasıl Yönetebilir ve Davranışlarımızı Nasıl Kontrol Altına Alabiliriz? Öncelikle duygularımızın farkına varmak, olaylar karşısında duygularımızı kabul etmek; duygu yönetimi için güzel bir başlangıç olabilir. Duyguların farkına varılması, davranışların da düşünce yoluyla doğru yönetilmesini sağlayacaktır. Bir önceki örnekte ele aldığımız trafikte makas atılması durumunu varsayacak olursak; kişinin aracı bir kenara çekmesi, evet şuan korktum ve öfkelendim diyebilmesi gerekir. Böylece bu duygularımın farkındayım, sakinleşene kadar burada bekleyeceğim diye düşünerek derin derin nefes alınıp verilebilir. Ancak bazı kişiler için duyguları kontrol etmek çok zordur. Özellikle ağır travma yaşamış kişiler, çocukluk ihtiyaçları tam anlamıyla karşılanmamış veya aşırı kaygılı kişiler tetiklendikleri anlarda bu duyguları kontrol etmek neredeyse imkansızdır. Çünkü burada düşünce ve davranış, duygudan doğmaktadır. Bu noktada mutlaka bir uzmandan destek alınmalıdır. Duygu odaklı terapi ile duyguların regüle edilmesi ve işlevsel şekilde kullanılması sağlanabilir. Duyguların doğru yönetilememesi konusunda travmalar veya çocukluk yaşantılarından gelen sorunlar varsa farklı psikoterapi yöntemleri ile de süreç desteklenebilir. Bu konuda profesyonel bir bakışa ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolog B. Su Yıldız
Yoğun ve Stresli Hayatın Olumsuz Getirisi: Tükenmişlik Sendromu
Günümüzde çoğu kişi, koşuşturma içerisinde ve günlük hayatın getirdiği olumsuzluklar sebebiyle ciddi zorlantı yaşıyor. Kimi sınava hazırlanıyor, kimi yoğun bir iş temposu içerisinde… Bu tempo içerisinde de sıklıkla çoğu kişi: ‘’Ah keşke deniz kenarında sakin bir balıkçı kasabasında yaşayabilsem, yeter artık çok daraldım alıp başımı gideceğim buralardan…’’ Gibi serzenişlerde bulunuyor. Maddi sıkıntı çeken, aşk acısı yaşayan hatta bu sorunların birden fazlası ile boğuşanlar; günlük yaşam rutini içerisinde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu hızlı temponun getirdiği pek çok olumsuzluk da kaçınılmaz oluyor. Bu etkinin doğal sonucu olan stres adı altındaki zorlantılar; fiziksel ve psikolojik olarak her bireyin en sık rastladığı sorunlardır. Büyükten küçüğe herkes strese maruz kalabilir. Küçük bir çocuk için oyuncağının kaybolması stres kaynağı olabiliyorken, yetişkin bir insan için iş hayatında yaşanılan olumsuzluklar stres sebebi olabilmektedir. Yaşanılan stresin şiddeti, kişi üzerindeki sonuçlarını da farkılılaştırabilmektedir. Bu durumu; çalışan bir anne üzerinden, annenin bir gün içerisinde olduğu üç farklı rol ile örnekleyebiliriz. Sabah işe giderken çocuğunu okula hazırlayan bir anne, işte geçirdiği zamanda iş sorumluluklarının üstesinden gelmeye çalışan bir iş kadını, eve geldiğinde ev işleri, yemek ve ailesi ile ilgilenen bir eş… Bu temponun üstesinden gelmeye çalışan annenin yoğun ve koşuşturmalı hayatında dinlenecek bir zaman dilimi bulamaması, kendisine ayıracak vakit yaratamaması gibi sebepler; stres dozunu oldukça artıracaktır. Uzun vadede stresli yaşantının getirdiği bu süreç, pek çok toplumda yaygın olarak görülen tükenmişlik sendromu adı verilen psikolojik rahatsızlığı karşımıza çıkarıyor. Tükenmişlik Sendromu Nedir? Tükenmişlik sendromu; ilk olarak 1974 yılında Herbert Freudenberger tarafından ortaya atılmıştır ve günümüzde Dünya Sağlık Örgütü tarafından uluslararası hastalık sınıfında yer almaktadır. En temelde birey, kendisinde içsel olarak bir tükenme hisseder. Bu hissin devamlılığında odaklanamama, yaptığı işte motivasyon düşüklüğüne bağlı başarısızlıklar yaşama dolayısıyla da mutsuzluk ve enerji düşüklüğü oluşur. Tükenmişlik sendromunu herkes yaşayabilir. Özellikle ünlü kişilerde çok yaygın olarak görülmektedir. Maddi olarak fazla kazanç elde edebilen bu kişiler; yoğun iş temposu sebebiyle dinlenememe, kendine yeterince ve kaliteli vakit ayıramama, toplumun kendisinden yüksek beklenti içinde olması gibi sebeplerden dolayı tükenmişlik sendromu yaşayabilmektedirler. Bununla birlikte zamanla yarışmak, bir şeyler yetiştirmeye çalışmak; kişiyi baskı altında hissettireceğinden stres düzeyini de artırmaktadır. Bu perspektiften baktığımızda hizmet sektöründe çalışan bireylerde de yoğun olarak tükenmişlik sendromu ortaya çıkmaktadır. Yoğun çalışma temposu haricinde mükemmelliyetçi ve kontrolcü kişilerde de bu rahatsızlık ortaya çıkabilmektedir. En ufak bir işi en ince ayrıntısıyla düşünerek mükemmeli yaratma isteği ve sıfır hatayı yakalayabilmek için tekrar tekrar kontrol etme arzusu tükenmişlik sendromuna davetiye çıkarmaktadır. Aynı zamanda hayır diyememe rahatsızlığı olarak bilinen kendini feda şeması da bu rahatsızlığı tetikleyebilmektedir. Tükenmişlik sendromunun pek çok semptomu mevcuttur. Tedavi edilmeyen tükenmişlik sendromu, bireyin günden güne kendini daha umutsuz ve mutsuz hissetmesine sebep olabilir. Tükenmişlik Sendromu Belirtileri Nelerdir? Tükenmişlik sendromunda en büyük karışıklık, günlük hayatta yaşanan stresin normalleştirilmesi ve bu rahatsızlığın kişiler tarafından göz ardı edilerek normal hayata devam edilmesidir. Tükenmişlik sendromunun temel belirtileri aşağıdaki gibidir; Bedensel yorgunluk ve tükenmişlik. Duygusal tükenmişlik. Her şeye ve herkese karşı olumsuz düşünceler taşımak. Karamsarlık. Basit işlerde dahi zorlanmak. Yapılan işten soğuma hissi. Değersizlik hissi. Uzun süreli unutkanlık ve dalgınlık. Uyku problemleri. Baş, sırt ve bacak gibi belirli bölgelerde ortaya çıkan ağrılar. Bu belirtilerden birkaçına uzun süreli sahip olmak, tükenmişlik sendromu yaşadığınıza dair bir işaret olabilir. Ortaya çıkan belirtiler zamanla artarak şiddetlenebilir. Aynı zamanda bu psikolojik rahatsızlık, kişiden kişiye göre değişen farklı belirtilerle de kendini gösterebilir. Tükenmişlik Sendromu Nasıl Tedavi Edilir? Tükenmişlik sendromu, bireylerin günlük hayatlarını ve kariyerlerini olumsuz yönde etkilemesine rağmen çözümsüz değildir. Rahatsızlığın şiddeti tedavi sürecine doğrudan etki etmektedir. Bu rahatsızlıkla baş etmek için profesyonel destek alınması önem taşımaktadır. Bir uzman, rahatsızlığın seviyesini belirleyerek, tedavi yöntemini netleştirecek ve süreci başlatacaktır. Belirtilerin çok yoğun olmadığı kişilerde belli başlı önlemler alınarak hızlı bir ilerleme kaydedilebilirken rahatsızlığın ileri seviyesindeki bireyler için daha uzun süreli bir tedavi programının uygulanması gerekebilir. Yapılan görüşme sonrasında bu rahatsızlığa sebep olan kaynaklar tespit edilir ve problemin kaynağına yönelik önlemler alınır. Tedavi devam ederken bireylerin hobi edinmesi, kendilerine vakit ayırmaları ve günün belirli bir zamanında stresten uzak kalacak aktivitelere yönelmeleri önemlidir. Eğer siz de günlük hayatınızda ve iş yaşamınızda kendinizi bitkin, yorgun ve tükenmiş hissediyorsanız www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolog B. Su Yıldız
Sınır Koymak Neden Önemlidir?
‘’Hiç istemiyorum ama arkadaşım kırılmasın diye onun dediğini yapıyorum, karşılığını almadığım halde müdürümden tepki görmemek adına çoğu gece mesaiye kalıyorum, annem sürekli özel hayatıma müdahale ediyor saygısızlık etmemek için sesimi çıkartmıyorum…’’ Bu ve bunun gibi pek çok cümle, birçok kişinin hayatında önemli role sahiptir. Tam da bu noktada sınır çizmek neden önemlidir konusu gündeme gelmektedir. Kişi; karşısındaki kişinin mutluluğu veya çıkarı uğruna kendinden fazlaca ödün veriyorsa, kendi istek ve beklentilerini geri planda tutuyor ve mutsuz oluyorsa; bireysel mutluluğu ve ilişkilerini sağlıklı yürütebilmesi için kendi sınırlarını çizmelidir. Sınır Koymak Ne Demektir? Sınır koymak ne demek? Nasıl davranırsam ilişkilerimi iyi yöneterek sınırlarımı çizerim gibi sorular sıklıkla sorulan sorulardır. Bazı kişiler sınırlarını çok sert ve katı şekilde çizerken karşı tarafı incitebilir ve bu da ilişkilere zarar verebilir. Bu noktada kişilerin çizdikleri sınırların davranışsal eğilimlerini ele almakta fayda vardır; Sert Sınırları Olan Kişiler: Bu kişilerin sağlıklı ilişkiler kurmaları oldukça zordur. Yardıma ihtiyaç duydukları anlarda dahi soğuk ve uzak durarak yardım istemezler. Yakın ilişkiler kurmamakla birlikte, reddedilmemek için daima kaçınırlar. Düşünce ve duygularını gerekli durumlarda dahi açıkça ifade etmezler. Geçirgen Sınırları Olan Kişiler: Sert sınırları olan kişilerin aksine bu kişiler, duygu ve düşüncelerini gereğinden fazla paylaşırlar. Etrafındaki insanların hayatlarına müdahale etmelerine izin verirler. Saygısızlık ve istismar yaşamaları ve bunların karşısında susmaları dahi olasıdır. Sağlıklı Sınırları Olan Kişiler: Kendi değerlerinden ödün vermeden başkalarından fikir alarak ve bu fikirleri uygularken kendi süzgecinden geçirerek yaşamlarını sürdürürler. Özel hayatlarıyla ilgili detayları yalnızca yakın çevreleriyle paylaşırlar. Başkalarına hayır demekte zorluk çekmezler. İhtiyaçlarını da duygu ve düşüncelerini de rahatlıkla paylaşabilirler. Sağlıklı ilişkiler için net olmak çok önemlidir. Sınırlarınızı net olarak belirleyerek düşüncelerinizi, fikirlerinizi sınırlarınıza uygun olarak ifade etmelisiniz. Gereğinden fazla sınır koymak ya da sınırları tamamen ortadan kaldırmak ve çizgiyi geçenlere sert tepkiler ortaya koymak, ilişkilerinize zarar vererek farklı tepkiler almanıza sebep olabilir. Hangi Konularda Sınır Koyulabilir? Tüm insan ilişkileri düşünüldüğünde, sınır koyulan konular da farklılık gösterir. İş hayatında koyulan bir sınır, arkadaşlık ilişkisinde kalkabilir. İş yerindeki arkadaşlarına sevgilisiyle ilgili bilgi vermekten kaçınan bir kişi, sosyal çevredeki arkadaşlarının yanında bu konuyu konuşabilir. Özel hayatına dair bilgilerin verilmesi profesyonel yaşamına olumsuz etki ettiği için bu sınır çizilmiş olabilir. Ancak samimi arkadaşlarıyla çizilen sınır, bu konuya dahil olmayabilir. Hangi konularda sınır koyulabilir? Fiziksel Sınırlar: Yeme, içme gibi tüm fiziksel ihtiyaçları kapsamaktadır. Bir insan aç olduğunuz halde sizi yemek yemekten alıkoyuyorsa, fiziksel sınırlarınızı ihlal ettiğini söylemek mümkündür. İş yerinde öğle yemeği saati olduğunu bile bile yöneticinin iş vermesi ve işin hızlıca yapılmasını istemesi, buna bir örnektir. Duygusal Sınırlar: Başkalarının duygularınıza saygı duymasını temel alan bu sınırlar, sizin de başkalarına ne kadar empati yapabildiğinizi gösterir. Hislerinizle ilgili sizi rahatsız eden sorular soruluyor ya da hisleriniz saygı görmüyorsa, duygusal sınırlarınız ihlal ediliyor olabilir. Zaman Sınırları: Biri size sürekli neyin önemli olduğunu ya da daha öncelikli olduğunu söylüyor ve siz de buna uyum sağlıyorsanız, zamanla ilgili sınırlarınız net olmayabilir. Maddi Sınırlar: Bütçenizi ve sahip olduklarınızı nasıl harcayacağınıza kendiniz karar vermiyorsanız, maddi sınırlarınızı gözden geçirmelisiniz. Başkaları size sürekli maddi konularla ilgili akıl veriyor ya da sizden talepleri oluyor siz de uyum sağlıyorsanız maddi sınırlarınız aşılmıştır. Entelektüel Sınırlar: Dil, din, ırk ayrımı yapan söylemler entelektüel sınırları aşmaktadır. Bu konular hakkında sürekli yorum yapan bir kimse, entelektüel sınırları aşıyordur. Cinsel Sınırlar: Partnerlerin dahi dikkat etmesi gereken sınırlardır. Mahremiyet ve rıza olmadan yapılan her hareket, cinsel sınırları ihlal eder. Sağlıklı ilişkiler kurmak için hem sınırlar belirlenip karşı tarafa doğru aktarılmalı hem de sınırları aşan kişilere uygun şekilde dur denilmelidir. Aynı zamanda karşı tarafın sınırlarına da saygı duyulmalı ve sınırlar çerçevesinde hareket edilmelidir. Bugüne kadar fazlaca sınır ihlali yaşamışsanız, hayır diyemiyorsanız ve sınırlarınızı karşı tarafa aktarma konusunda zorluk yaşıyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Mehmet Arseven
Psikolojik Manipülasyon Nedir?
Pekçok kişi, başkaları tarafından duygusal istismara maruz kalmakta ve zor kullanarak fikirleri, davranışları değiştirilmeye çalışılmaktadır. Psikolojik manipülasyon olarak adlandırdığımız bu davranışlarla amaç; karşı tarafın kontrolü kendi eline alarak birey üzerinden çıkar elde etmektir. Burada bir taraf için fayda söz konusuyken, diğer taraf zarara uğradığı gibi pek çok psikolojik sorunla da karşı karşıya kalabilmektedir. Psikolojik Manipülasyon Ne Demektir? Psikolojik manipülasyon ne demek sorusunun yanıtını en kısa haliyle; alınan bir kararda farklı kişilerin etki ve yönlendirmelerinin olması şeklinde tanımlayabiliriz. Bireylere psikolojik manipülasyon uygulamanın toplumda pek çok karşılığı bulunmaktadır. Manipülasyon arkadaşlık ve eş ilişkilerinde kullanılabildiği gibi, toplumları ve kurumları yönetmek için de kullanılabilmektedir. Manipüle edilen kişiler, aslında manipüle edildiklerinin farkında olmazlar ve kendi başlarına karar verdiklerini düşünürler. Karşı taraf, kontrolü öyle eline almıştır ki kişi; düşüncelerinin tamamen kendisinin olduğunu hisseder. Çoğu birey ortada olan konuyu kendi lehine çevirebilmek adına farkında olarak veya olmayarak karşısındaki kişiyi yönlendirebilir veya başkası tarafından yönlendirilebilir. Bu noktada farkındalık önem kazanır. Manipülasyon tekniklerini bilmek, maruz kalındığında farkına varabilmenin ilk adımıdır. Psikolojik Manipülasyon Teknikleri Nelerdir? Psikolojik manipülasyon teknikleri, birden fazla yöntemle ve farklı amaçlar için kullanılabilmektedir. En yaygın manipülasyon tekniği ise yalan söylemektir. Psikolojik manipülasyon için kullanılan teknikler aşağıda verilmiştir; Yalan Söylemek:Olaylar ve kişiler hakkında yalan söyleyerek karşı tarafın alacağı karar manipüle edilir. Birey, söylenen yalana inanıyorsa haksız tarafın lehine karar alabilir. Aşağılama ve Ötekileştirme: Manipüle etmek isteyen insanlar kendi düşüncelerine aykırı olan bireyleri dışlar, aşağılar ve ötekileştirir. Bu duruma katlanmak istemeyen kişiler ise istemeden manipüle edilir. Diversion: Bu yöntemin Türkçesi saptırmadır. Sorulan sorulara net cevaplar vermeyerek ve konuyu başka tarafa çekerek soru soran kişinin kafası karıştırılır. Böylece karşı taraf cevap alamaz ve kendisini başka bir konu hakkında konuşurken bulur. Kurban Rolünü Oynama: Manipüle etmek için kurban rolünü oynamak oldukça yaygındır. Kendisini acı çekerken gösteren manipülatöre inanan bireyler manipüle olarak karşı tarafı haklı görürler. Gaslight: Bu yöntemde manipülatörler karşı tarafı şüpheye düşürürler. Örneğin her zaman aynı yerde duran anahtarın yerini değiştirir ve sorulduğunda “bilmiyorum” cevabını verirler. Böylece bireyin kafası karışır ve kendinden şüphe eder. Bu teknik uzun süre belirli aralıklarla uygulandığında karşı tarafın düşüncelerinde kalıcı bir etki bırakabilir. Bu yöntemlerin bazıları bilinçli olarak kullanılırken bazıları bilinçsizce uygulanabilmektedir. Her birey biraz manipülatif davranabilir veya manipüle edilebilir. Önemli olan manipülasyonun boyutudur. Manipülasyona Maruz Kalındığında Neler Yapılmalı? Manipülasyona maruz kalındığından emin olmak için belirli süre gözlem yapmak gerekebilir. Karşı tarafın bilinçli olarak manipülasyon teknikleri uyguladığını ya da bilinçsizce bunu sık yaptığını düşünüyorsanız bazı önlemler almalısınız. Bu noktada kararlı bir tavırla kendi çizginizi çizerek karşı tarafın sizi ve düşüncelerinizi ele geçirmesini engellemelisiniz. Manipülatör kişiyle olan ilişkinizi gözden geçirmeniz almanız gereken bir diğer önemli önlemdir. Eğer manipülasyona uğradığınızı hissediyor ve süreçten olumsuz etkileniyorsanız profesyonel bir destek için www.psikolojiantalya.com adresinden ya da +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından bizimle iletişime geçebilir ve daha fazla bilgi alabilirsiniz. B. SU YILDIZ – PSİKOLOG
Online Çalışma Psikolojisi
Pandeminin ortaya çıkışı ve hızla yayılması ile birlikte çalışanlarını koruma adına riski minimize etmeye çalışan firmalar, aynı zamanda öngörülemez şekilde değişen ekonomi dinamiklerine de ayak uydurmaya çalıştı. Giderlerini yeniden gözden geçiren firmalar, günün şartlarına en uygun olarak ortaya çıkan online çalışma düzenine hızlı bir geçiş yaptılar. Online çalışma sistemi, ilk etapta çalışanları fazlası ile motive etti. Çalışan evde işini yürütecek, daha az yorulacak, istediği an dinlenecek hatta evde olan işlerini bile yapabilecekti. Tüm bunlar kulağa son derece hoş geliyordu. Ancak belli bir zaman sonra çalışan, online sistemin hayallerindeki gibi olmadığını anladı. Bu sefer ortaya online çalışma psikolojisi diye bir gerçek çıktı. Sabah işe gitmek için kişisel bakım rutininin yerini daha fazla uyumak aldı ve böylelikle kişisel bakım geri planda kaldı. İş arkadaşlarıyla vakit geçirerek sosyalleşmenin yerini online toplantılar ve online görüşmeler aldı ve çalışanlar yalnızlaştı. Öğle aralarının, çay molalarının yerini işler yetişsin diye ekstra mesailer aldı ve kişilerin kendilerine ayırdığı ufak zaman dilimleri de ortadan kalktı. Eve yetişme telaşı olmadığı için işin bitiş saatleri uzayabildi, tüm gün masa başından kalkmama durumu fiziksel olarak da kişilere negatif olarak yansıdı. Tüm bu olumsuzluklar ile kişiler sosyal, psikolojik ve fiziksel açıdan negatif etkilendi. Özellikle 7/24 aynı evde online çalışan çiftler için bu süreç çok zorlayıcı bir hal aldı. Aynı çatı altında hem işin genel stresi hem de online çalışmanın getirdiği ekstra yükümlülükler sebebiyle, çiftler arasında yeni problemler oluşmaya başladı, tahammül ve uyum sorunları arttı. Aynı şekilde çocuğu olan ebeveynler için, bu süreç olumsuz yönleriyle çocuğa da yansır hale geldi ve aile huzuru büyük oranda sarsılmaya başladı. Online Çalışmanın Psikolojik Negatif Etkileri Fiziki temastan uzak çalışma sonucu yalnızlaşmak Evde geçirilen sürenin artması ile çalışma motivasyonunun düşmesi Evdeki dikkat dağıtıcı unsurlar sebebiyle konsantre olamamanın yarattığı sıkıntı Ekip çalışmalarının koordinasyonunun zorlaşması, iş aksaması endişesi ile yaşanan gerginlik İşteki sıkıntıların anlık olarak eve yansıtılması, eş ve çocuklar arasında gerginlik yaratması Çift ve aile açısından oluşan pek çok problemin yanı sıra bireysel olarak baktığımızda kişide depresyon, içe kapanma, kaygı ve stres artışı, sosyalleşmede güçlük gibi problemler meydana gelebileceğini söylememiz mümkün. Bu süreçte kendimiz için neler yapabiliriz? Online çalışma hayatını kolaylaştırmak için dikkat dağıtıcı unsurları kaldırarak kendinize sakin bir çalışma ortamı yaratabilir, öğle aralarını es geçmeyip dışarıda yürüyüş yapabilir, çalışmaya başlamadan önce spor ve egzersiz hareketleriyle bedensel olarak daha sağlıklı ve motive hissedebilirsiniz. Ayrıca çalışma rutininizi aksatmadan keyifli molalar verebilir ve haftada bir defa iş arkadaşlarınızla sosyal mesafenizi koruyarak toplantılarınızı dışarıda yapmayı deneyebilirsiniz. Online çalışma sisteminin sizi yıprattığını, belirsizliklerin sizi kaygılandırdığını ve adaptasyonunuzun bozulduğunu düşünüyorsanız bir uzmandan destek almanız, sürecin sağlıklı şekilde devam etmesine yardımcı olacaktır. Bu süreçte zorunlu sebeplerden dolayı artan online psikoterapi desteği talepleri ve hizmetleri teknolojik imkanları kullanarak dezavantajları avantaja çevirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca size daha kolay ulaşmayı, yoğun ve stresli bir yaşam içinde kendinize ayırdığınız vakti değerli kılmayı ve size her nerede olursanız olun destek verebilme imkanını sağlamaktadır. Psikoloji Antalya, “profesyonel bakış açısı ve uzman kadrosuyla” verdiği hizmetlerini online olarak da dünyaya sunmakta, Türkçe ve İngilizce olarak destek vermektedir. Hepimizin yaşam koşullarının değiştiği bu dönemde online hayata uyum sürecini online seanslarla destek alarak sağlayabilmek ve yaşanan zorlukları aşabilmek için bizimle iletişime geçebilirsiniz.