Okula gitmek istemeyen çocuklar, birçok ebeveynin karşılaştığı bir durumdur. Bu, genellikle geçici bir döneme denk gelse de, çocuğunuzun okula gitmek istememesi ebeveynler için zorlayıcı olabilir. Peki, çocuğunuzun okul fobisi ya da kaygısı ile başa çıkarken nasıl bir yaklaşım benimsemelisiniz? İşte, çocuğunuza empatik ve etkili bir şekilde nasıl yaklaşabileceğinizi anlatan birkaç öneri: 1. Çocuğunuzun Duygularını Anlayın Çocuğunuzun okula gitmek istememesinin ardında birçok farklı sebep olabilir: öğretmenle ilgili bir problem, arkadaşlık sorunları, sınıf ortamı ya da derslerde yaşadığı zorlanmalar gibi. Bu yüzden, çocuğunuzun hislerini ve düşüncelerini anlamaya çalışmak çok önemlidir. Sorunlarını dinleyin: “Okula gitmek istememenin özel bir nedeni var mı?” gibi açık uçlu sorularla çocuğunuzun duygularını keşfedin. Empati kurun: Onun yaşadığı kaygıyı ya da korkuyu anlamaya çalışın. “Okula gitmek bazen zor olabilir, ama bunun nedenini anlamamız çok önemli,” gibi cümlelerle empatik bir yaklaşım sergileyin. Çocuğunuzun söylediklerini ciddiye almak, ona değer verdiğinizi ve duygularını önemsediğinizi gösterir. 2. Çözüm Odaklı Bir Yaklaşım Benimseyin Çocuğunuzun okula gitmek istememesinin arkasındaki nedeni öğrendikten sonra, çözüm üretmeye başlayabilirsiniz. Çocuğunuzun korkularına karşı güven oluşturmak, onların kaygılarını hafifletebilir. Pozitif bir konuşma yapın: Çocuğunuza okulda eğlenceli ve ilgi çekici olan şeylerden bahsedin. Belki yeni arkadaşlar edinebilir veya yeni şeyler öğrenebilir. Rutin oluşturun: Okul sabahları için bir rutin belirleyin. Çocuğunuz sabahları ne bekleyeceğini bilirse, belirsizlikten kaynaklanan kaygısı azalabilir. Ebeveyn olarak sabırlı olmalı ve çocuğunuzun kaygılarını anlamaya çalışmalısınız. Bu süreç zaman alabilir, ancak çözüm odaklı bir yaklaşım, çocuğunuzun okula karşı tutumunu iyileştirebilir. 3. Okulun Sosyal Yönüne Odaklanın Birçok çocuk, okulda yalnız kalmak, arkadaşsız olmak ya da sosyal zorluklarla karşılaşmak gibi sebeplerle okula gitmek istemeyebilir. Çocuğunuzun arkadaşlık ilişkilerine ve sosyal yaşantısına dair endişeleri varsa, bunları açıkça konuşmak önemlidir. Arkadaş ilişkilerini değerlendirin: Çocuğunuzun okuldaki arkadaşlarıyla ilişkisini gözlemleyin. Onlara okuldaki sosyal ortamı sormak ve olumlu sosyal deneyimlere vurgu yapmak, kaygıyı azaltabilir. Destek grupları oluşturun: Çocuğunuzun arkadaşlarıyla okul dışında vakit geçirmesine olanak sağlayın. Birlikte oynayarak, güvenli bir sosyal ortam oluşturabilirsiniz. 4. Güvenli Bir Alışma Süreci Oluşturun Okul, çocuğunuz için büyük bir değişiklik anlamına gelebilir ve bu değişiklik, özellikle okul korkusu yaşayan çocuklar için zorlayıcı olabilir. Yavaş yavaş okul ortamına alışmasını sağlamak, kaygıyı azaltabilir. Okul öncesi ziyaretler: Okulun tanıtılması, çocuğunuzun ortamla daha rahat bir ilişki kurmasını sağlayabilir. Okuldan önce sınıfı görmek, öğretmeniyle tanışmak çocuğunuzun rahatlamasına yardımcı olabilir. Kısa süreli denemeler: İlk başta okula kısa süreli gitmek, çocuğunuzun okula alışmasını kolaylaştırabilir. Başlangıçta yalnızca birkaç saat kalmak, ilerleyen zamanlarda tam gün okula gitmesine yardımcı olabilir. 5. Bir Uzmandan Yardım Almayı Düşünün Çocuğunuzun okul fobisi ciddi bir boyuta ulaşmışsa ve çözüm bulmakta zorluk yaşıyorsanız, bir uzman desteği almak faydalı olabilir. Çocuk psikologları, okula gitmek istemeyen çocukların kaygılarını anlamak ve doğru müdahaleyi yapmak konusunda deneyimlidir. Çocuğunuzun kaygılarının altında başka psikolojik sebepler olup olmadığını belirlemek için bir profesyonel yardımı, süreci hızlandırabilir. 6. Sabırlı ve İstikrarlı Olun Okula gitmek istemeyen bir çocukla başa çıkmak, zaman ve sabır gerektiren bir süreçtir. Bu durumda ebeveynlerin tutarlı olması çok önemlidir. Çocuğunuzun kaygılarının zamanla azalacağına inanarak, cesaretlendirici ve motive edici bir tutum sergileyin. Olumlu geri bildirim verin: Çocuğunuz okula gitmek için bir adım attığında, onun çabasını takdir edin. Küçük başarıları kutlamak, çocuğunuzun özgüvenini artırabilir. Fazla baskı yapmaktan kaçının: Eğer çocuğunuz okula gitme konusunda direnç gösteriyorsa, onu zorlamamak ve onu anlayışla karşılamak önemlidir. Zorla bir şey yapmaya çalışmak, kaygıyı artırabilir. Sonuç olarak, okula gitmek istemeyen bir çocukla başa çıkmak, empati, sabır ve anlayış gerektiren bir süreçtir. Çocuğunuzun kaygılarını dinlemek, ona güven vermek ve çözüm odaklı hareket etmek, okul korkusunun üstesinden gelmesine yardımcı olabilir. Unutmayın, her çocuk farklıdır ve her çocuğun okula alışma süreci de farklı olabilir. Önemli olan, çocuğunuzun duygusal ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmak ve ona destek olmaktır.
Akran Zorbalığı Nedir?
Akran zorbalığı, çocuklar ve gençler arasında sıkça görülen, bir bireyin diğerine fiziksel, duygusal veya sosyal olarak zarar vermesi durumudur. Bu tür zorbalık, mağdurların psikolojik ve sosyal gelişimini olumsuz etkileyebilir. Fiziksel yaralanmaların yanı sıra, duygusal ve psikolojik sorunlar da ortaya çıkabilir. Depresyon, anksiyete, düşük öz saygı ve akademik başarıda düşüş gibi sorunlar, akran zorbalığının yaygın sonuçlarıdır. Ayrıca, zorbalığa maruz kalan bireyler, sosyal ilişkilerde zorluk çekebilir ve kendilerini izole edilmiş hissedebilirler. Akran Zorbalığının Türleri Fiziksel Zorbalık Fiziksel zorbalık, mağdura fiziksel zarar verme veya tehdit etme şeklinde ortaya çıkar. Bu tür zorbalıkta, itme, vurma, tekmeleme gibi eylemler yaygındır. Fiziksel zorbalık, en görünür zorbalık türlerinden biridir ve genellikle en fazla dikkati çeker. Duygusal Zorbalık Duygusal zorbalık, mağdurun kendini kötü hissetmesine neden olma amacı taşır. Bu tür zorbalıkta, alay etme, küçük düşürme, dışlama ve tehdit etme gibi davranışlar öne çıkar. Duygusal zorbalık, mağdurun öz saygısını ciddi şekilde zedeleyebilir ve uzun vadede depresyon ve anksiyete gibi psikolojik sorunlara yol açabilir. Sosyal Zorbalık Sosyal zorbalık, mağdurun sosyal çevresini ve ilişkilerini hedef alır. Bu tür zorbalıkta, dedikodu yayma, arkadaş grubundan dışlama, sosyal medya üzerinden aşağılayıcı mesajlar gönderme gibi davranışlar görülür. Sosyal zorbalık, mağdurun sosyal ilişkilerini ve topluluk içindeki yerini ciddi şekilde etkiler. Siber Zorbalık Siber zorbalık, dijital platformlar üzerinden gerçekleştirilen zorbalık türüdür. Sosyal medya, mesajlaşma uygulamaları ve çevrim içi oyunlar, siber zorbalığın yaygın olduğu alanlardır. Bu tür zorbalık, anonimlik avantajı nedeniyle mağduru daha savunmasız hale getirebilir ve geniş bir kitleye hızla yayılabilir. Akran Zorbalığına Karşı Alınabilecek Önlemler Akran zorbalığına karşı alınabilecek önlemler şunlardır: Eğitim ve Farkındalık: Okullar, öğretmenler ve ebeveynler, çocuklara zorbalığın ne olduğunu, neden zarar verici olduğunu ve zorbalıkla nasıl başa çıkabileceklerini öğretmelidir. Bu eğitimler, sınıf içi etkinlikler, seminerler ve bilinçlendirme kampanyaları şeklinde düzenlenebilir. Pozitif Sosyal Ortamlar: Okul ve topluluklar, pozitif ve kapsayıcı sosyal ortamlar yaratabilir. Öğrencilerin birlikte çalışabileceği ve sosyal becerilerini geliştirebileceği etkinlikler düzenlemek, öğrencilerin zorbalık durumlarında başvurabileceği danışmanlar bulundurmak gibi adımlar atılabilir. Teknoloji Kullanımı: Dijital platformlarda siber zorbalığı önlemek için güvenlik önlemleri alınmalıdır. Öğrenciler siber zorbalığa karşı bilinçlendirilebilir ve güvenli internet kullanımı hakkında eğitimler verilebilir. Akran zorbalığı, çocuklar ve gençler üzerinde derin ve kalıcı etkiler bırakan ciddi bir sorundur. Fiziksel, duygusal, sosyal ve siber zorbalık türleri, mağdurların hayatını olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle, akran zorbalığına karşı bilinçlenmek ve gerekli önlemleri almak son derece önemlidir. Eğer çocuğunuz akran zorbalığına maruz kalıyorsa bir uzmana başvurabilirsiniz. Bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Zihninizi Aşırı Meşgul Eden Düşünceleriniz Mi Var?
İşiniz gücünüz bittiğinde, arkadaş buluşmanızdan eve geldiğinizde, çocuklarınız uyuduktan sonra, yemek yaparken, uykuya dalarken, kısacası kendinizle baş başa kaldığınız her an; zihninizde bitmek bilmeyen düşüncelerle boğuşuyor olabilirsiniz. Bu durum, hayatınızın bazı yoğun dönemlerinde yaşandığında gayet olağandır. Ancak bu düşünceler kronik şekilde, bitmek bilmiyorsa overthinking yani aşırı düşünme sendromu yaşıyor olabilirsiniz. Aşırı Düşünme Sendromu (Overthinking) Nedir? Geçmişte yaşananlar, şimdi yaşanıyor olanlar, gelecekte yaşanacaklar… Keşkeler, nedenler, sorgulamalar ve mükemmeli elde etme çabaları… Yaşadığınız olayları irdelemek veya yaşanacak herhangi bir olayın ihtimallerini değerlendirmek ve kafanızda sürekli sorgulamalarla geçen bir hayatınız varsa, overthinking yani aşırı düşünme sendromu hayatınızda yer etmiş olabilir. Örneğin; üniversite öğrencisisiniz ve sunum yaparken fazla heyecanlanarak söylemeniz gerekenleri karıştırdınız, unuttunuz veya bocaladınız. Bu durumda birkaç kişi size güldü ve siz kendinizi yerin dibinde gibi hissettiniz. Bazı kişiler bu duruma aldırış etmeden normal karşılarken, bazı kişiler o anda takılı kalır ve o günden sonra sürekli olarak bu durumu düşünmeye başlar. Neden bu hatayı yaptım? Nerede eksik yaptım? Bu kişilerle bir daha nasıl yüz yüze geleceğim? Hoca benimle ilgili ne düşündü? Bundan sonraki sunumlarımda da ya gülünç duruma düşersem? Gelecekte profesyonel hayatta ben işlerin altından nasıl kalkacağım? Gibi sorular kişinin aklında sürekli döner durur. Bundan sonraki süreçte karşısına çıkabilecek tüm riskleri değerlendirir ve bunu sürekli her olay ve durum karşısında yapar. Bu durum, kişinin gün içindeki aktivitelerine, motivasyonuna yansıyorsa; ciddi bir problemle yani aşırı düşünme sendromu ile karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Aşırı Düşünme Sendromu (Overthinking) Nedenleri Nelerdir? Hayatta kalmak için hepimiz riskleri değerlendirir, karşımıza çıkan tehlikeli durumların olasılıklarını düşünür ve ona göre davranırız. Veya sorunlarla baş edebilmek için çok taraflı düşünerek çözümler geliştirmeye çalışırız. Hatalarımız olduğunda ders çıkarmaya çalışarak gelecekte tekrar yapmamaya çalışırız. Ancak bazı kişiler sürekli olanları veya olacakları düşünür. Bu düşünme şekli aşırı düşünme sendromunun bir sonucudur. Bizi bu sonuca götüren sebepler aşağıdaki şekilde sıralanabilir; Anksiyete (kaygı bozukluğu) problemine sahip kişiler, kaygıları sürekli olarak tetiklendiği için kendi içlerinde problemleri aşırı derecede düşünüp irdeleyerek rahatlama eğiliminde olabilirler. TSSB (travma sonrası stres bozukluğu) yaşayan kişiler, yaşanılan olumsuz anıda takılı kalarak o anı sürekli olarak düşünebilirler. Fobilere sahip kişilerde de bu sendrom yaygın olarak görülmekte ve kişi sahip olduğu fobiyi aklından çıkaramamaktadır. Kısacası aşırı düşünme sendromu altında pek çok sebep yatmaktadır. Hayat kalitesini düşürecek, gündelik yaşama etki edecek derecede düşünme eylemleri varsa altında yatan sorunlar araştırılmalı ve çözüme kavuşturulmalıdır. Bu noktada bir uzman desteği, süreç için çok önemlidir. Bireysel sorunlar çerçevesinde aşırı düşünme sendromu sizin de hayatınızda yer etmişse bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak bizimle iletişime geçebilirsiniz. Uzman Psikolojik Danışman Kemal Erbay Evci
Göç ve Göçmenlik Psikolojisi
Hepimiz; doğduğumuz, büyüdüğümüz toplumun kültürel normlarını benimser ve kendimizi oraya ait hissederiz. Öyle ki büyüdüğümüz veya çok uzun zaman geçirdiğimiz bir mahalleden çok uzak olmayan farklı bir mahalleye taşındığımızda bile yeni yere uyum sağlamak ve orayı kendimize ait hissetmek için alışma süreci geçiririz. Şehir değiştirdiğimizde bu süreç, biraz daha zorlu geçmeye kuvvetli bir adaydır. Kişi bu değişikliğe rağmen hala aynı ülkede, aynı dili konuştuğu insanlarla birliktedir. Kültürel farklar olsa dahi, aidiyet kendini hissettirmeye devam eder. Bu durum ülkeler arasında gerçekleştiğinde ise göç ve göçmen olarak adlandırılan bu kavram, kişide çok ciddi etkiler bırakan özel bir konuya evrilerek farklılaşmaktadır. Göç Psikolojisi Nedir? Günümüzde kişiler; çeşitli sebeplerle ülke değiştirerek yepyeni, bambaşka bir toplumda yaşamaya başlamaktadırlar. Kimileri evlenip gelin ya da damat olarak farklı bir ülkeye gider, kimi okumak için, kimi yeni iş fırsatları için gider… Her ne sebeple olursa olsun göç, kişi için çeşitli zorlukları da beraberinde getirir. Kişinin bireysel özellikleri, göç ettiği yere aşinalığı, neden göç ettiği gibi konular; kişinin zorluklarla baş edebilme düzeyini belirler. İçine kapanık, sosyal açıdan zayıf, gelişime ve yeniliğe açık olmayan bireyler bu süreci çok zorlu geçirirken; sosyal, dışa dönük, yeniliğe açık kişiler için bu uyum süreci daha kolaydır. Göçmenlerin Yaşadığı En Büyük Sorunlar; Etnik ayrımcılık Lisan problemleri Kültürel yalnızlık Ekonomik sorunlar Yeni yaşam biçimine ayak uydurmaya çalışma olarak özetlenebilir. Örneğin; gelin olarak göç eden bir kadın, yıllarca beraber yaşadığı ve sevdiği ailesinden çok uzakta, hiç tanımadığı bir kültürde, hiç bilmediği dili konuşan insanlar arasında kendini yapayalnız hissedebilir. Elbette sosyal açıdan zayıf karakterler bu hissi çok daha derin ve uzun süreli yaşayabilirler. Markete gittiğinde ne alacağını ifade edemeyen, sosyal açıdan yalnız, arkadaşsız dünyasında ne yapacağını ve nereye gideceğini bilmeden geçirdiği günler; kişiyi hayli zorlayacaktır. Yaşadığı bu yalnızlık, bilinmezlik ve yabancılık hissi, kişi için psikolojik olarak da olumsuz etkileneceği bir süreç olacaktır. Tüm bu içsel süreç yanında, yaşadığı toplum tarafından göçmen etiketi ile damgalanması, farklı bir dine sahip olduğu için yaşadığı dışlanmışlık ve zorbalık gibi süreçlerde sesini çıkaramaması, kendisini ifade edememesi de kişiyi psikolojik olarak zorlayan önemli etkenlerdendir. Aşağıda ise göçmenlerin yaşayabildiği 5 farklı evre bulunmaktadır; Göç ve göçmenlik psikolojisinde yaşanan ilk evre balayı evresidir. Bu aşamada bireyler umut doludur ve her şeyin iyi olacağına inanırlar. İkinci evre ise reddetmedir. Bu evrede kişiler büyük umutlarla geldikleri ülkenin ya da şehrin eksiklerini görmeye başlarlar. Aynı zamanda kendi ülkesinde yapabileceği şeyleri başka bir ülkede yapamadıklarını fark ediş evresidir. Geri çekilme evresi ise üçüncü evredir ve kişiler geldiklerini pişman olmuş hissedebilirler. Bununla birlikte başarısızlık ve umutsuzluk gibi olumsuz duygular hissedilir. Dördüncü evrede bireyler kabullenmeye başlar ve yeni yerleşim yerinin şartlarına adapte olurlar. Tersine şok ise son evredir ve bu evrede artık kendi ülkeleri ya da şehirleri göçmenlere ilginç gelmektedir. Tüm bu evrelerin her birinde bireyler farklı duygular hissederler ancak; bunlar travmatik olmak zorunda değildir. Sosyo-kültürel farklardan dolayı kişilerin zaman zaman başarısız, umutsuz ya da pişman hissetmesi normaldir. Önemli olan sonraki evreye geçilip geçilemediğidir. Göçmenlerin Yaşadığı Sorunlar Nelerdir? Göçmenlerin yaşadığı sorunlar, hangi ülkeye ya da şehre göç ettiklerine göre değişiklik gösterir ancak hissettikleri ve psikolojik sorunları ortaktır. Örneğin her göçmen, kültürleşme stresini yaşamaktadır. Çok benzer kültürler arasında yapılan göçlerde dahi ufak farklılıklar göçmenleri strese sokabilir. Kendi kültürüne çok alışmış bireylerde stres düzeyi daha fazla olabilmektedir. Öyle ki, çok farklı bir kültüre yapılan göçlerin sonucunda sadece psikolojik değil, yemek düzenine ve alışkanlıklarına bağlı olarak bedensel problemler de ortaya çıkabilmektedir. Göçün tüm bu olumsuz etkileri kişide; ağlama krizleri, sürekli uyku, yorgunluk, hayattan keyif alamama gibi ciddi depresyon ve anksiyeteye sebebiyet verebilir. Sosyal ortamlara girdiğinde kendini kötü hissetme, terleme, konuşamama gibi belirtiler gösteren sosyal fobiye de neden olabilir. Aynı zamanda tüm olumsuz süreçler eve yansıyarak eşler arasında sorunlar ortaya çıkabilir. Yetişkinler, çocuklara oranla durumlara çok daha kolay adapte olurken yaşlı bireylerde depresif hallerin daha fazla olduğu görülmektedir. Göç ve göçmenlik, özellikle çocuklar üzerinde yıkıcı etkiler bırakabilir. İlkokula başlayacak bir çocuk; dilini hiç anlamadığı, kimseyle iletişim kuramadığı, belki herkesten farklı olduğu için dışlandığı ve arkadaş gruplarına dahil edilmediği bir okul ortamında; ciddi oranda yalnız kalacaktır. Kendini iyi hissetmediği, hiçbir şey anlamadığı okulda, tek başına bir gün geçirmek, onun için kelimenin tam anlamıyla kabus olacaktır. Henüz gelişim evresinde yaşadığı bu yalnızlık ve mutsuzlukla kaygı düzeyi artacak; depresyon, anksiyete, öfke kontrol sorunları ve ağlama krizleri gibi psikolojik rahatsızlıklar yaşayarak veya ev içerisinde saldırgan tavırlar sergileyerek bu zorlu durumla başa çıkmaya çalışıyor olacaktır. Aynı zamanda bu dışlanmışlık ve yalnızlık büyüyerek ciddi bir durum halini alabilir ve gelecek yaşantılarına da etki edebilir. Gelecek yaşantısında da sosyal izolasyon, içe kapanıklık, kaygı problemleri, panik atak gibi sorunlar yaşayabilir. Göçün Olumsuz Etkileriyle Nasıl Başa Çıkabiliriz? Göç edilecek yere yerleşmeden önce ziyaretler, yere aşina olmanıza olanak sağlar. Kültür ve yaşayış biçimi ile ilgili önden bilgi sahibi olmak ve kişinin kendini bu yaşam tarzına hazırlaması; kişinin karşılaşacağı zorluklarla baş edebilme gücünü artıracaktır. Kişinin dil ile ilgili önden bilgi sahibi olması, en azından gündelik yaşamda kullanılacak cümleleri ve yanıtları öğrenmesi; süreci daha da kolaylaştıracaktır. Özellikle çocuklar göçe önceden çok iyi hazırlanmalıdır. Tüm süreç öncesinde alınacak danışmanlık desteği, hem çocuk hem de ebeveyni için faydalı olacaktır. Aynı zamanda göçten sonra desteğin devamlılığı, oluşabilecek psikolojik pek çok sorunun önüne geçecektir. Zorlu göç sürecinden önce veya göç sonrasında desteğe ihtiyacınız varsa bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Ceren Fırıncı
Davranışlarımız Duygularımızın Kontrolü Altında
Yaşamımızda sahip olduğumuz 7 temel duygu vardır. Bu duygular; sevinç, üzüntü, tiksinme, şaşırma, korku, öfke ve utançtır. Yaşamımız boyunca karşılaştığımız olaylar, duygularımızı etkiler, duygularımız da davranışlarımızı… Peki neden duygularımız davranışlarımızın kontrolü altında? Duygular Davranışları Nasıl Etkiliyor? Duygu, düşünce ve davranışlar birbirleriyle etkileşim halindedir. Düşüncelerimiz duygularımıza, duygularımız davranışlarımıza yön verir. Hatta duyguların etkisi öyle güçlüdür ki bir ortama girdiğimiz zaman, başka insanların duygularını da etkileyebiliriz. Ofise çok mutlu, pozitif giren ve herkesle pozitif ilişki kuran bir kişi; diğer kişilerin de duygularını mutlu olacak şekilde etkileyecektir. Aynı şekilde depresif, morali bozuk, kızgın veya üzgün şekilde sınıfa giren bir öğretmenin, sınıfa girişi ile beraber sınıfında bulunan öğrencilerin de modunun düştüğünü gözlemleyebiliriz. Duygulara kaynaklık eden düşüncelerimizi, yaşantıların beyinde oluşturduğu faaliyetler olarak tanımlayabiliriz. Öğrendiklerimiz beynimizde depolanır, anlamlandırılır ve gelecekteki yaşantılarımıza yön verir. Bir olay yaşadığımızda beynimizde anlamlandırdığımız düşüncelerin yönlendirdiği şekilde tepkiler veririz. Beynimizde anlamlandırdığımız bu tepkiler, o anda hissettiklerimize yani duygularımıza etki eder. O duygular da davranışlarımızı tetikler. Örneğin; araç kullanırken, önünüzde makas atarak giden farklı bir aracın bir anda önümüzde belirdiğini varsayalım. Öğrendiğimiz trafik kuralları, yaşamımızı güvence altına alan, bizi koruyan önemli kurallardır. Bu kurallara uymayan ve can güvenliğimizi riske atan bir durum yaşadığımızda korkabiliriz. Bu korku ve endişe; aslında bu durumun kazaya yol açabileceği, yaralanma veya ölüme sebep olabileceği düşüncesiyle oluşan bir duygudur. Bu korku duygusu, kişinin gerilmesine, araç kullanırken dikkatinin dağılmasına ve dikkatsiz araba sürmesine sebep olabilir. Aynı şekilde sürücüye karşı öfke de gelişebilir. Bu durumda da camı açarak sürücüye söylenecek olan sözler, bir tartışmaya yol açabilir. Bu tür durumların travmaya sebebiyet verebileceği de unutulmamalıdır. O an yaşanmış olan korku duygusunu kişi bir daha yaşamak istemez ve bu sebeple aklının bir köşesinde hep o an takılı kalır. Bu duygu, kişiyi hep tedbirli davranmaya iter. Hatta, kişinin bir daha araç kullanamamasına dahi sebep olabilir. Bir başka örnek olarak da yoğun çalışan ve çalışmaktan sıkılmış bir kişinin tatile gitmesine 1 hafta kala “işleri tatil dönemine kalmaması için” çok daha yoğun çalışmasını ele alabiliriz. Kişi, tatile gidecek olmasının heyecanı ve mutluluğu içerisinde yoğunluğu hiç problem olmaz hatta çok daha motive çalışarak çok daha kaliteli işler çıkarabilir. Davranışlarımızı Kontrol Altına Almak Mümkün Mü? Davranışlarımızı kontrol altına almamız için, duygularımızı doğru yönetmeyi öğrenmemiz gerekir. Duygularımızı yönetebilmemiz, yaşanılan olaylar karşısında duyguları işlevsel olarak kullanabilmemize ve doğru tepkiler geliştirerek davranışlarımızı düzenlememize yardımcı olur. Kızdığımız zaman karşımızdaki insana öfkeli davranışlar sergilemek yerine bu duyguyu yaşayıp anlık çıkışlar yapmayarak doğru zamanda doğru iletişim kurabiliriz. Duygularımızı Nasıl Yönetebilir ve Davranışlarımızı Nasıl Kontrol Altına Alabiliriz? Öncelikle duygularımızın farkına varmak, olaylar karşısında duygularımızı kabul etmek; duygu yönetimi için güzel bir başlangıç olabilir. Duyguların farkına varılması, davranışların da düşünce yoluyla doğru yönetilmesini sağlayacaktır. Bir önceki örnekte ele aldığımız trafikte makas atılması durumunu varsayacak olursak; kişinin aracı bir kenara çekmesi, evet şuan korktum ve öfkelendim diyebilmesi gerekir. Böylece bu duygularımın farkındayım, sakinleşene kadar burada bekleyeceğim diye düşünerek derin derin nefes alınıp verilebilir. Ancak bazı kişiler için duyguları kontrol etmek çok zordur. Özellikle ağır travma yaşamış kişiler, çocukluk ihtiyaçları tam anlamıyla karşılanmamış veya aşırı kaygılı kişiler tetiklendikleri anlarda bu duyguları kontrol etmek neredeyse imkansızdır. Çünkü burada düşünce ve davranış, duygudan doğmaktadır. Bu noktada mutlaka bir uzmandan destek alınmalıdır. Duygu odaklı terapi ile duyguların regüle edilmesi ve işlevsel şekilde kullanılması sağlanabilir. Duyguların doğru yönetilememesi konusunda travmalar veya çocukluk yaşantılarından gelen sorunlar varsa farklı psikoterapi yöntemleri ile de süreç desteklenebilir. Bu konuda profesyonel bir bakışa ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolog B. Su Yıldız
Bağımlılık Sebepleri & Bağımlılıklardan Nasıl Kurtuluruz?
Bağımlılık; herhangi bir unsurun, maddenin, davranışın kişiye fizyolojik veya psikolojik olarak zarar veriyor olmasına rağmen ondan vazgeçememesi, sürekli olarak onunla yaşama isteğinde bulunması ve eksikliği durumunda kriz halinde olmasıdır. Aslında beynimizin kontrolünde “kimyasal çalkantılar” yoluyla gerçekleşen bir durumdur bağımlılık. Sigara, alkol, uyuşturucu gibi madde bağımlılıkları, olmadığında kişilerin kendilerini huzursuz hissettikleri obje bağımlılığı, bir kişiye bağımlılık veya internet, alışveriş, seks gibi davranışsal bağımlılıklar; sıklıkla görülen bağımlılık türleridir. Bağımlı kişiler, bağımlılıkları için yaşarlar. Çünkü kişi için yaşamın ağır yükleriyle mücadele etmek, kişinin içindeki boşluğu doldurmak ancak bağımlılıklarla mümkün olabilir. Tüm bağımlılık türleri verdiklerinden çok daha fazlasını götürür. Bu sebeple kişilerin bağımlılık sebepleri mutlaka detaylıca araştırılmalıdır. Bağımlılık Sebepleri Nelerdir? Her bağımlılığın bir sebebi vardır. Bu sebeplerin en başında da yaşanmışlıklarla başa çıkmak için mücadele etme eylemi vardır. Özellikle travmalar, bağımlılıklar üzerinde önemli rol oynarlar. Ailesini gözleri önünde kaybetmiş bir kişide oluşmuş ağır travma sonucu birey; o ana tekrar geri dönmemek, travmayı hatırlamamak için uyuşturucu veya alkol bağımlısı olmuş olabilir. Duygusal boşluk, değersizlik hissi veya kişinin hep kendinde olmasını istemesi; alışveriş bağımlılığına yol açıyor olabilir. Yaşanmış olan cinsel bir travma; bu durumla başa çıkabilmek ya da kendini cezalandırabilmek adına seks bağımlılığına sebep olabilir. Annesi ile arasında aşırı güvensiz bağlanma yaşamış olan bir çocuk, dış dünyayı tehlikeli bularak annesine bağımlı olabilir. Toksik bir ilişki içerisinde olan ve ilişki içinde sürekli işe yaramaz ve değersiz hisseden bir partner, farklı bir seçiminin olmadığını düşünerek sevgilisine bağımlı olabilir ve kendini sürekli olarak sevdirmeye çalışabilir. Sosyal fobisi olan bir ergen, sosyal sıkıntıdan kaçınmak için, internetin sahte sosyalliği ile internet bağımlısı olabilir. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, her bağımlılığın sebebi kendine özeldir ve bu sebeplerin kaynağına inmek gerekir. Bağımlılıklardan Nasıl Kurtulabiliriz? Bağımlılıklardan kurtulmak, neden ona bağımlı olduğunu, bağımlı olduğu maddenin ya da davranışın kişi için neye hizmet ettiğini keşfetmek ile ilgilidir. Örneğin; sigara bağımlıları genellikle gündelik hayatlarının stresli geçtiğinden yakınırlar; rahatlamayı, keyfi sigarada buldukları için sigarayı bırakamadıklarını ifade ederler. Ancak sigaranın stresi azaltmaktan çok arttırdığı araştırmalarca kanıtlanmıştır. Ancak sigara yerine hoşa giden bir aktivite yapmak, stres kaynaklarını keşfederek hobiler geliştirmek; bu bağımlılıktan kurtulmak için bir yol olabilir. Fark etmek ve adım atmak, bağımlılıklardan kurtulmanın en büyük adımıdır. Bağımlılığın kaynağına inmek ve çözümlemek için uzman desteği, sürecin hızlı ve sağlıklı ilerlemesini sağlar. Siz de bağımlılıklarla mücadele etmek istiyor ve profesyonel yardıma ihtiyaç duyuyorsanız www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. Uzman Psikolojik Danışman Kemal Erbay Evci
Ergen Birey Kendine Zarar Veriyorsa
Ergen bireyler için arkadaş çevresinde gerçekleştirilen davranışlar çoğu zaman normal olan ve taklit davranışlardır. Bunun yanı sıra, aykırı olmak ve dikkat çekmek de ergen bireylerin davranışlarının yönünü belirleyen bir faktördür. Kendine zarar verme davranışı da ergenler arasında, arkadaş çevresinde normalleştirilerek ya da ilgi çekmek uğruna yapılması yaygın olarak görülebilir. Özellikle belirli bir arkadaş grubu içerisinde kendini kesme, duvara yumruk atma, üzerinde izmarit söndürme gibi davranışların sık yapılması, durumu normalleştirmektedir. Fakat genellikle arkadaş grubunda kabul görmek veya farklılığını göstermek amacıyla yapılan kendine zarar verme davranışı uzun süreli bir alışkanlık haline gelmez. Ancak çocuğunuzun kendine zarar verme davranışının tekrarlandığı bir tablodan bahsediyorsak altında çok daha derin duygusal zorlantılar görülür. Bu yüzden “bu davranışı sadece taklit veya ilgi çekmek için yapıyor; bizi üzmek için yapıyor” gibi söylemler çocuğunuzla aranıza öfkeden duvarlar örmenin yanısıra çocuğunuzun altta yatan psikolojik ihtiyaçlarını da azımsamak dışında çok fazla etkili olmaz. Bu yüzden gelin bu davranışı daha derinlemesine ele alalım. Aileler için son derece can sıkıcı olabilen bu davranışlar nelerdir? Ergen birey kendine zarar veriyorsa nasıl bir yol izlenebilir? Ergen Bireyler Kendilerine Neden Zarar Verir? Dış çevre tarafından çok fazla anlam verilemese de kendine zarar verme davranışı gerçekleştiren ergen bireylerin mantıklı açıklamaları vardır. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak kendine zarar vermek, ilgi çekmenin yanı sıra bir rahatlama yöntemi olarak da kullanılabilir. Genel olarak ergen bireylerin kendilerine zarar verme sebepleri aşağıdaki gibidir; Duygusal acılarla baş edememek Boşluk hissi karşısında ne yapacağını bilememek Öfke kontrolünde yaşanan güçlükler İstek ve problemlerin yeterince açık şekilde ifade edilememesi Anlaşılmadığını düşünmek Kendine ya da başkalarına bu yöntemle ceza vermek, kendini cezalandırmak. Ergen bireyler, duygusal acılarla baş edemedikleri zaman kendilerine zarar vererek kısa süreli rahatlamalar yaşayabilirler. Bu rahatlamayı fark ettikten sonra da davranış alışkanlık haline dönüşebilir. Her ne kadar belirli bir süre sonra pişmanlık duyulsa da alışkanlık süreklilik kazanmış olabilir. Bazı ergenler yalnızca deneyim için kendine zarar verir ve alışkanlık haline getirmez. Kendine Zarar Verme Davranışını Tetikleyen Diğer Faktörler Nelerdir? Kendine zarar vermek, yalnızca ergenlik dönemiyle ortaya çıkmaz. Ergen bireyin bu davranışa olan yatkınlığı da tetikleyici olabilir. Örneğin ailede ya da yakın arkadaş çevresinde bu tarz hareketleri olan bireylerin var olması örnek teşkil eder. Aynı zamanda antisosyal ve borderline gibi kişilik bozukluklarının belirleyici özellikleri arasındadır. Ergen bireyin kendine zarar verme davranışı yalnızca ergenliğine bağlı olmayabilir. Bu sebeple detaylı bir inceleme gerekmektedir. Ergenlerin Zarar Verme Davranışını Engellemek İçin Ne Yapılabilir? Ergenlerin duygu durumları çok sık değişir ve kendilerini regüle etmekte zorlanabilirler. Yaşadıkları duygular çoğu zaman uç noktalardadır ve baş etmesi zordur. Tam da bu sebeple öncelikle duygulara yönelmek gerekir. Böyle bir durumla karşılaşıldığında yapılması gerekenler aşağıdadır; Bireyin duyguları tanınmalı ve yok sayılmamalıdır. Çocuklar kendi duygularını ancak böyle tanır ve düzenleme becerisi kazanırlar. Özellikle olumsuz duygular göz ardı edilmemeli, üzerine konuşulmalıdır. Benlik saygısı bu dönemde her anlamda önemlidir. Ebeveyn olarak çocuğunuzun doğru ve başarılı davranışlarını takdir etmeli ve ona kendini sevmeyi öğretmelisiniz. Ebeveynlerin öfke karşısında nasıl tepki verdikleri çocuklar için çok önemlidir. Çocuğunuz öfke kontrolünü sağlayamıyorsa ona bu duyguyla nasıl başa çıkabileceğini uygulamalı olarak göstermeli ve örnek olmalısınız. Kendine zarar verme davranışı karşısında büyük ve ani tepkiler vermemelisiniz. Sakin bir şekilde konuyu ele almalı ve çocuğunuzla konuşmalısınız. Ebeveyn davranışları çok önemli olduğu için genel anlamda aşırı tepkilerden kaçınmalısınız. Kavga ve gürültü, böyle bir dönemde sağlıklı olmayacaktır. Oldukça hassas olunan böyle bir konu için, mutlaka profesyonel yardım almanız, sorunun sağlıklı şekilde çözülmesine yardımcı olacaktır. Eğer siz de çocuğunuz için endişeleniyor ve kendine zarar verme davranışının bir alışkanlık haline geldiğini düşünüyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek, +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Ceren Fırıncı
Ergenlerde Dürtü Kontrol Bozukluğu
Dürtü kontrol bozukluğu, her yaşta ortaya çıkabilen psikolojik bir problemdir. Bireylerin, kendilerini ve bağımsızlıklarını keşfettikleri ergenlik döneminde de dürtü kontrol bozukluğu görülebilir. Ergen bireyler, çoğu zaman dürtülerini kontrol edemeyerek yaptıkları davranışlardan haz alma eğiliminde olabilirler. Ancak eğer ergenlerde dürtü kontrol bozukluğu görülüyorsa, hem kendilerine hem de etraflarındakilere zarar verme durumu söz konusudur. Bu sebeple bu psikolojik rahatsızlık, mutlaka tedavi edilmelidir. Ergenlerde Dürtü Kontrol Bozukluğu Nedir? Dürtü kontrol bozukluğu, hayatın birçok alanında kendini gösterebilmektedir. En yaygın görülen dürtü kontrol bozuklukları şöyledir; Ateş yakma Alkol kullanımı Uyuşturucu kullanımı Aşırı cinsel davranışlar Kumar Hırsızlık Ergen bireyler bu olumsuz davranışları sergilerken yanlış olduğunun farkındadırlar ancak; hem sonuçlarının nelere mal olabileceğini düşünemezler hem de kendilerine hakim olamazlar ve hatta bu davranışları tekrar yapmak isterler. Bu nedenle kontrol bozukluğu adı verilmektedir çünkü kontrol artık bireyin kendisinde değildir. Ergenlerde dürtü kontrol bozukluğu nedir sorusu; en net haliyle bu şekilde yanıtlanabilir. Dürtü Kontrol Bozukluğunun Belirtileri Nelerdir? Ergenlerde dürtü kontrol bozukluğu; eskiye oranla daha sık gündeme gelmiş olsa da, hala birçok insan tarafından bilinmemektedir. Özellikle ergen bireyler söz konusu olduğunda; bu davranışların kişinin ergen olduğundan kaynaklandığına, böyle uç davranışların ilerleyen dönemde kendiliğinden geçeceğine dair yanlış bir inancın gelişmesine sebep olmaktadır. Ayrıca yapılan her yanlış davranış, dürtü kontrol bozukluğu olarak adlandırılmamalıdır. Çünkü ergenlik döneminde bireylerin fiziksel gelişimleri son derece hızlıdır. Hormonel değişikliklerle birlikte enerjileri yüksektir ancak düşünme yetenekleri o hızla gelişmez. Kısaca söylemek gerekirse ruh ve beden birbirini tamamlayamaz. Bu yüzden yaptıkları davranışların sonuçlarını bir yetişkin kadar detaylı ve istikrarlı bir şekilde düşünmelerini beklemek içinde bulundukları gelişimsel sürece bakıldığı zaman gerçekçi olmaz. Bu yüzden dürtü kontrol bozukluğu ve gelişimsel olarak beklenen daha dürtüsel davranışlarda bulunma hali arasındaki farkı detaylıca anlamlandırmak gerekir. Bazı belirtiler, bizlere bu rahatsızlığa dair ipuçları verir. Bu belirtiler aşağıdaki gibidir; Kişinin yanlış davranışlar sergiledikten sonra hissettiği rahatlama. Bu davranışlar sergilenmediğinde öfke hali. Kendilerine ya da başkalarına zarar verecek olunsa bile durduramama. Davranışlar sergilenmeden önce plan yapma ya da plansız şekilde aniden ortaya çıkması. Davranıştan sonra gelen rahatlama hissi geçtikten sonra hissedilen pişmanlık ve üzüntü. Dürtü kontrol bozukluğunun belirtilerinden bazılarıdır. Ergenlerde Görülen Dürtü Kontrol Bozuklukları Nelerdir? En yaygın görülen dürtü kontrol bozukluğu, çalma hastalığı olarak adlandırılan kleptomanidir. Bu durumda kişi, ihtiyacı olmadığı halde dürtüsel şekilde hırsızlık yapar ve bu esnada zevk alır. Eylem gerçekleştirilmeden önce yaşanan gerginlik hissi de tetikleyicidir. Saç koparma hastalığı ise daha çok kız çocuklarında görülmektedir. Ergenlik döneminde kızlar yalnızlık korkusu ve ailede yaşanan kavgalar gibi sebeplerle, saçları kalmayana dek saçlarını koparabilmektedir. Bu esnada yaşadıkları rahatlama hissi sebebiyle davranışı sürekli tekrarlarlar. Yangın çıkarma hastalığı ise son derece tehlikeli olan bir dürtü kontrol bozukluğudur ve dikkatle ele alınması gerekir. Ateşe, alevlere ve hatta itfaiyelere ilgi duyan ergenler de görülebilir. Bu ilgiler daha çok erkek çocuklarında ortaya çıkmaktadır. Bahsedeceğimiz son dürtü kontrol bozukluğu ise patolojik kumar oynama hastalığıdır. Ergenler çok fazla paraları olmamasına rağmen, kendilerini tehlikeye atacak ortamlara girer ve kumar oynarlar. Ergenlerde Dürtü Kontrol Bozukluğu Rahatsızlığının Tedavileri Nelerdir? Ergenlerde dürtü kontrol bozukluğunu tedavi etmek zorlayıcı olabilmektedir. Çünkü çoğunlukla ergenler bu durumu kabullenmeyerek tedaviyi reddederler. Yaşadıkları rahatlama hissinden vazgeçmek istemez ve dürtüsel davranışları sergilemediklerinde yaşadıkları öfke duygusuyla başa çıkmakta zorlanırlar. Bu psikolojik rahatsızlık, gerekli olduğunda ilaç ve terapiyle tedavi edilmektedir ve en sık kullanılan terapi yöntemi, bilişsel davranışçı terapidir. Doğru tedavinin uygulanabilmesi için bir uzmanın doğru teşhisi koyması gerekmektedir. Eğer çocuğunuz, sizin koyduğunuz sınırları umursamıyor ve etrafına zarar verecek tavırlar sergiliyorsa internet sitemizden bilgi alabilir ve bize ulaşabilirsiniz. Aynı zamanda +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 numaralı telefonlardan bizimle iletişime geçerek konu hakkında daha detaylı bilgi alabilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Ceren Fırıncı
Sınır Koymak Neden Önemlidir?
‘’Hiç istemiyorum ama arkadaşım kırılmasın diye onun dediğini yapıyorum, karşılığını almadığım halde müdürümden tepki görmemek adına çoğu gece mesaiye kalıyorum, annem sürekli özel hayatıma müdahale ediyor saygısızlık etmemek için sesimi çıkartmıyorum…’’ Bu ve bunun gibi pek çok cümle, birçok kişinin hayatında önemli role sahiptir. Tam da bu noktada sınır çizmek neden önemlidir konusu gündeme gelmektedir. Kişi; karşısındaki kişinin mutluluğu veya çıkarı uğruna kendinden fazlaca ödün veriyorsa, kendi istek ve beklentilerini geri planda tutuyor ve mutsuz oluyorsa; bireysel mutluluğu ve ilişkilerini sağlıklı yürütebilmesi için kendi sınırlarını çizmelidir. Sınır Koymak Ne Demektir? Sınır koymak ne demek? Nasıl davranırsam ilişkilerimi iyi yöneterek sınırlarımı çizerim gibi sorular sıklıkla sorulan sorulardır. Bazı kişiler sınırlarını çok sert ve katı şekilde çizerken karşı tarafı incitebilir ve bu da ilişkilere zarar verebilir. Bu noktada kişilerin çizdikleri sınırların davranışsal eğilimlerini ele almakta fayda vardır; Sert Sınırları Olan Kişiler: Bu kişilerin sağlıklı ilişkiler kurmaları oldukça zordur. Yardıma ihtiyaç duydukları anlarda dahi soğuk ve uzak durarak yardım istemezler. Yakın ilişkiler kurmamakla birlikte, reddedilmemek için daima kaçınırlar. Düşünce ve duygularını gerekli durumlarda dahi açıkça ifade etmezler. Geçirgen Sınırları Olan Kişiler: Sert sınırları olan kişilerin aksine bu kişiler, duygu ve düşüncelerini gereğinden fazla paylaşırlar. Etrafındaki insanların hayatlarına müdahale etmelerine izin verirler. Saygısızlık ve istismar yaşamaları ve bunların karşısında susmaları dahi olasıdır. Sağlıklı Sınırları Olan Kişiler: Kendi değerlerinden ödün vermeden başkalarından fikir alarak ve bu fikirleri uygularken kendi süzgecinden geçirerek yaşamlarını sürdürürler. Özel hayatlarıyla ilgili detayları yalnızca yakın çevreleriyle paylaşırlar. Başkalarına hayır demekte zorluk çekmezler. İhtiyaçlarını da duygu ve düşüncelerini de rahatlıkla paylaşabilirler. Sağlıklı ilişkiler için net olmak çok önemlidir. Sınırlarınızı net olarak belirleyerek düşüncelerinizi, fikirlerinizi sınırlarınıza uygun olarak ifade etmelisiniz. Gereğinden fazla sınır koymak ya da sınırları tamamen ortadan kaldırmak ve çizgiyi geçenlere sert tepkiler ortaya koymak, ilişkilerinize zarar vererek farklı tepkiler almanıza sebep olabilir. Hangi Konularda Sınır Koyulabilir? Tüm insan ilişkileri düşünüldüğünde, sınır koyulan konular da farklılık gösterir. İş hayatında koyulan bir sınır, arkadaşlık ilişkisinde kalkabilir. İş yerindeki arkadaşlarına sevgilisiyle ilgili bilgi vermekten kaçınan bir kişi, sosyal çevredeki arkadaşlarının yanında bu konuyu konuşabilir. Özel hayatına dair bilgilerin verilmesi profesyonel yaşamına olumsuz etki ettiği için bu sınır çizilmiş olabilir. Ancak samimi arkadaşlarıyla çizilen sınır, bu konuya dahil olmayabilir. Hangi konularda sınır koyulabilir? Fiziksel Sınırlar: Yeme, içme gibi tüm fiziksel ihtiyaçları kapsamaktadır. Bir insan aç olduğunuz halde sizi yemek yemekten alıkoyuyorsa, fiziksel sınırlarınızı ihlal ettiğini söylemek mümkündür. İş yerinde öğle yemeği saati olduğunu bile bile yöneticinin iş vermesi ve işin hızlıca yapılmasını istemesi, buna bir örnektir. Duygusal Sınırlar: Başkalarının duygularınıza saygı duymasını temel alan bu sınırlar, sizin de başkalarına ne kadar empati yapabildiğinizi gösterir. Hislerinizle ilgili sizi rahatsız eden sorular soruluyor ya da hisleriniz saygı görmüyorsa, duygusal sınırlarınız ihlal ediliyor olabilir. Zaman Sınırları: Biri size sürekli neyin önemli olduğunu ya da daha öncelikli olduğunu söylüyor ve siz de buna uyum sağlıyorsanız, zamanla ilgili sınırlarınız net olmayabilir. Maddi Sınırlar: Bütçenizi ve sahip olduklarınızı nasıl harcayacağınıza kendiniz karar vermiyorsanız, maddi sınırlarınızı gözden geçirmelisiniz. Başkaları size sürekli maddi konularla ilgili akıl veriyor ya da sizden talepleri oluyor siz de uyum sağlıyorsanız maddi sınırlarınız aşılmıştır. Entelektüel Sınırlar: Dil, din, ırk ayrımı yapan söylemler entelektüel sınırları aşmaktadır. Bu konular hakkında sürekli yorum yapan bir kimse, entelektüel sınırları aşıyordur. Cinsel Sınırlar: Partnerlerin dahi dikkat etmesi gereken sınırlardır. Mahremiyet ve rıza olmadan yapılan her hareket, cinsel sınırları ihlal eder. Sağlıklı ilişkiler kurmak için hem sınırlar belirlenip karşı tarafa doğru aktarılmalı hem de sınırları aşan kişilere uygun şekilde dur denilmelidir. Aynı zamanda karşı tarafın sınırlarına da saygı duyulmalı ve sınırlar çerçevesinde hareket edilmelidir. Bugüne kadar fazlaca sınır ihlali yaşamışsanız, hayır diyemiyorsanız ve sınırlarınızı karşı tarafa aktarma konusunda zorluk yaşıyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Mehmet Arseven
Çocuğumun Hayatını Takıntıları Yönetiyor
Çocukta takıntı; zaman ve mekan gözetmeksizin, sürekli yapmak istediği tekrarlayıcı davranış ve düşünceler olarak ifade edilebilir. Takıntılı olduğu davranış veya düşünceyi herhangi bir sebepten dolayı yerine getiremediği durumlarda çocuk, sıkıntıya girmiş hissedebilir; ağlama ve öfke nöbetleri ile durum ileri seviyeye taşınabilir. Hatta bu takıntılar çocuğun günlük rutini içerisinde kendini rahat hissetmemesine ve yönlendiği etkinliklerin çoğunlukla takıntılardan oluşmasına neden olabilir. Takıntılı durumlar aynı zamanda; dil gelişimini, sosyalleşme ve öğrenme gibi zihinsel süreçleri de etkileyebilir. Çocuklarda Takıntıların Sebepleri Nelerdir? Hayatlarını Nasıl Etkiler? Çocuklarda takıntılar aslında buz dağının görünen yüzüdür. Sürekli olarak aynı davranışın tekrar edilmesi; hep aynı şeylerin giyinmek istenmesi veya aynı soruların sorulması gibi davranışlar, bir sebebi işaret ediyor olabilir. Davranışsal sorunları nedeniyle çocuk, takıntılı dediğimiz eylemleri yapmakta veya zihnini sürekli aynı şeylerle meşgul etmektedir. Bu durumun doğal sonucu olarak, problemle başa çıkma yetisini kaybetmektedir. Takıntılı obje veya düşüncelere dair döngü kısaca bu şekilde özetlenebilir. Çocuklarda takıntıların altında yatan pek çok sebep olabilir. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibidir; – Kaygı problemleri. – Kendini güvende hissetmeme. – Ebeveynlerin yanlış tutumları. – Mükemmelliyetçilik. – Özgüven sorunları. – Genetik sebepler. – Otizm. Dünyayı daha yeni keşfeden çocuklar, aile ve çevresinin etkisi altındadır. Ebeveynlerle geçirilen ev hayatı akabinde dış dünyada karşılaşılan her yeni durum, çocuk için yeni bilgi ve deneyimlerdir. Yaşamı ve günlük hayatı çocuk, bu bilgiler ışığında anlamlandırır ve kendi hayatına da yön verir. Mükemmelliyetçi bir anneye sahip bir çocuğun anne-çocuk ilişkisini gözümüzde canlandıralım. Mükemmel olmaya çabalayan bir anne, bunu izleyen ve bu davranışları gözlemleyen çocuk. Çocuk düşüncesine göre doğru olan; annesinin yaptıklarıdır ve o da annesinin davranışlarını kopyalayarak her şeyi mükemmel yapmaya çalışabilir. Kendisinin kusursuz davranışları da takdirle desteklendiğinde kendini iyi hissedebilir. Ancak iyi olarak niteleyemediği ya da yapamadığı senaryolarda kendini huzursuz hissetmesi, sorun olarak ortaya çıkabilir. Bu da çocuğun mükemmel davranışları tercih etmesine ve bunları kullanmasına yol açabilir. Çünkü mükemmel yaptıkları onun için güven verici ve rahatlatıcıdır fakat ustalıkla yaptığı bu davranışlar tekrar tekrar yapıldığı takdirde takıntılı davranışlara dönüşebilir. Örneğin; sayı saymayı yeni öğrenen bir çocuk, bir süre öğrendiğini saklayıp bir anda kusursuz şekilde saymaya başlayabilir. Bu durum, sakladığı dönem bazında gelişim geriliği veya farklı bir sorun gibi düşünülebilirken bir anda kusursuz şekilde sayıyor oluşu, çocuğun mükemmelliyetçilik yaklaşımı sebebiyle olabilir. Ancak bu mükemmellik süreklilik halinde arz eden tekrarlara dönüşmesi ve takıntı halini alması, mükemmele olan takıntıya işaret ediyor olabilir. Hatalı bir sonuca varmamak adına çocuk çok iyi tanınmalı; aile yaşantısı, ebeveyn ve çevresi çok iyi analiz edilmeli ve ona göre bir çıkarıma ulaşılmalıdır. Bir diğer örnek de dünyayı anne memesinde çok güvenli ve mutlu bir ortam olarak hisseden çocuğu, bir anda memeden kesmek olabilir. Çocuk için oldukça kaygı verici ve belki de güven zedeleyici olabilen bu durum sonrasında, aradan yıllar geçse bile çocuk memeden ayrılamama gibi kaygı düzeyini azaltmaya yönelik veya tırnak yeme gibi tepkisel davranışlar sergileyebilir. Bu noktada ebeveynlerin kendilerini hatalı veya suçlu gibi görmemeleri gerekir. Kendi yetiştirilme yöntemlerini ve psikolojik süreçlerini kendi çocuklarına aktarmaları, oldukça olağandır. Bu noktada çocuğun takıntıları altında yatan sebepleri iyi analiz etmek ve ivedi şekilde destek almak, yapılacak en önemli hamledir. El ya da kol hareketleri, dönen cisimlere olan bağımlılık gibi davranışlar da takıntı açısından iyi analiz edilmesi gereken davranışlardır. Bu davranışları; göz teması kuramama, adına seslendiğinde bakamama, parmağı ile cisimleri işaret edememe, konuşma geriliği gibi semptomlar takip diyorsa; otizm gibi nörogelişimsel bir farklılık durumundan da bahsedilebilir. Ancak; bu sebepler kesinlikle otizm demek de değildir. Kaygı ve güven sorunları yaşayan bir çocuk da tüm bu semptomlara sahip olabilir. Bu sebeple mutlaka ve mutlaka bir uzman teşhisi ve tedavisi bu noktada önem kazanmaktadır. Sevgili ebeveynler, çocuğumun takıntıları var nasılsa zaman içerisinde düzelir demeyin. Eğer siz de takıntılı davranış veya düşünceleri olduğunu ve bunların yanı sıra farklı iletişim sorunları veya çekingenlik gibi semptomlarla birlikte gözlemliyorsanız vakit kaybetmeden bir uzmana başvurmanız önemlidir. Bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden ya da +90 555 101 51 15 ve +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir, profesyonel destek alabilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Ceren Fırıncı