Güvenli bağlanma, insan yaşamının temel yapı taşlarından biridir. Çocukluk döneminde gelişen bu derin bağ, bireyin yetişkinlik döneminde kurduğu ilişkilerin temelini oluşturur ve yaşam kalitesini önemli ölçüde etkiler. Peki, güvenli bağlanma tam olarak nedir ve hayatımıza nasıl yansır? Güvenli Bağlanma Nedir? Güvenli bağlanma, çocuğun güvende ve iyi bakıldığını hissetmesi, ihtiyaçlarına karşı özenli ve duyarlı davranılması sonucu oluşur. Bu bağlanma türü, çocuğun kendini güvende ve sevgi dolu hissetmesini sağlar. Çocuğun ihtiyaçlarının zamanında ve tutarlı bir şekilde karşılanması, güvenli bağlanmanın temelidir. Ayrıca başarıların desteklenmesi ve başarısızlıklarla nasıl baş edileceğinin öğretilmedi, koşulsuz sevgi verilmesi, şefkat gibi unsurlar da güvenli bağlanmanın gelişebilmesi için önemlidir. Güvenli bağlanma geliştiren çocuklar, kendilerini değerli ve sevgiye layık hissederler, benliklerini daha iyi algılarlar ve sosyal ilişkilerde daha yeterli tutuma sahip olurlar. Güvenli Bağlanmanın Belirtileri Güvenli bağlanma geliştiren bireylerin belirli özellikleri vardır: Özgüven: Güvenli bağlanma geliştiren kişiler, kendilerine ve yeteneklerine güven duyar, hedeflerine ulaşma konusunda kararlıdır. Sağlıklı İlişkiler: Bu bireyler, güven dolu ve sağlıklı ilişkiler kurabilir, sevdiklerine karşı açık ve dürüst davranabilirler. Duygusal Dayanıklılık: Güvenli bağlanma geliştiren kişiler, zor durumlarla başa çıkmada daha dirençlidir ve strese karşı daha dayanıklıdır. Empati: Diğer insanların duygularını anlama ve onlara karşı empati gösterme yetenekleri yüksektir, bu da onları iyi birer dinleyici ve destekleyici arkadaş yapar. Güvenli Bağlanmanın Olumlu Etkileri Güvenli bağlanma, bireyin yaşamının birçok alanında olumlu etkiler yaratır. Güvenli bağlanma geliştiren çocuklar, okulda daha başarılı olurlar ve akademik olarak daha yüksek performans sergilerler. Sosyal becerileri gelişmiş olan bu bireyler, daha iyi arkadaşlıklar kurar ve sosyal ortamlarda daha rahat ederler. Duygusal olarak daha sağlıklı olan bu kişiler, depresyon ve anksiyete gibi duygusal sorunlarla daha az karşılaşırlar. Ayrıca, güvenli bağlanma, romantik ilişkilerde memnuniyetin artmasına yardımcı olur ve daha sağlıklı, tatmin edici ilişkiler yaşamalarını sağlar. Güvensiz bağlanma deneyimleyen çocuklar ise ileriki yaşlarda stres anlarında kendi benliklerini sorgulayan, olumsuz durumlarla mücadele edemeyen, öz güven ve öz saygı geliştiremeyen, iletişim eksikliği yaşayan yetişkinlere dönüşürler. Güvenli bağlanma, bireyin yaşamının her alanında olumlu etkiler yaratan temel bir unsurdur. Sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdürmek için çocukların güvenli bağlanma geliştirmelerine yardımcı olmak son derece önemlidir. Unutmayın, güvenli bağlanma, bireyin kendine ve başkalarına güven duymasını sağlar ve daha işlevsel bir yaşamın temelini oluşturur. Güvenli bağlanma konusunda bir uzmana danışmak istiyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarından iletişime geçebilir ve profesyonel destek alabilirsiniz.
Sevgi ve Saygı İnsan İlişkilerinde Neden Önemlidir?
İnsan hayatının en derin ve anlamlı anları, diğer insanlarla kurduğumuz bağlarda saklıdır. Sevgi dolu bir bakış, saygılı bir davranış, kalbimizi ısıtan ve ruhumuza dokunan hatıralar yaratır. Bu iki değer, zorlukları aşmamıza yardımcı olur ve en derin bağlarımızı kuvvetlendirir. Bizleri böyle iyileştirme gücüne sahip sevgi ve saygının insan ilişkilerindeki rolüne daha yakından bakalım. 1. Sevgi ve Saygı Güven Oluşturur Güven, sağlıklı ilişkilerin temelidir ve sevgi ile saygı bu güvenin inşa edilmesinde kritik rol oynar. Sevgi, insanlara duygusal destek sağlar ve zor zamanlarda yanlarında olduğunu hissettirir. Saygı ise, kişilerin birbirlerinin sınırlarına ve değerlerine özen göstererek karşılıklı bir anlayış ve kabul ortamı yaratır. Bu ortamda bireyler, kendilerini daha güvende ve rahat hissederler. Güvenin var olduğu bir ortamdaysa bireylerin daha derin bağlar kurması ve duygusal destek çerçevesinde ilişkiler şekillendirmesi mümkün olur. 2. İletişimi Güçlendirir Sağlıklı bir iletişim, her türdeki ilişkinin olmazsa olmazıdır. Sevgi ve saygı sayesinde, bireyler iletişim kurarken empati ve anlayış özelliklerini ön plana çıkarabilirler. Farklı görüşlerin ortaya çıktığı durumlarda dahi karşılıklı anlayış, dürüst iletişim, rahat ifade edebilme ve görüşlere değer verme gibi sağlıklı iletişim şekillerinin gelişmesi, daha güçlü ve derin ilişkiler oluşmasına olanak tanıyacaktır. 3. Kişisel Gelişimi Destekler Sevgi ve saygının hüküm sürdüğü bir ortamda, bireyler kendilerini daha özgür hissedebilirler. Fikirlerinin, davranışlarının ve diğer özelliklerinin saygı çerçevesinde karşılanacağını bilen bireyler, kendilerini rahat ifade ederek potansiyellerini daha iyi bir şekilde ortaya koyabilirler. Bu tür bir ortam, bireylerin kendilerini geliştirebilecekleri ideal bir zemin hazırlayabilir. Sevgi, kalplerimizi ısıtan, zor zamanlarda bizi ayakta tutan, derin bağlar kurmamızı sağlayan bir güçtür. Saygı ise, birbirimize olan değerimizi ve sınırlarımızı kabul ederek, ilişkilerimizi sağlam ve dürüst temeller üzerine inşa etmemizi sağlar. Bu iki değer bir araya geldiğinde, sadece yüzeyde kalmayan, ruhumuza işleyen ve bizi daha iyi versiyonlarımıza dönüştüren ilişkiler kurarız. Sevgi ve saygının olmadığı bir dünya hayal etmek bile zorken, bu iki değeri yaşamımızın merkezine alarak, hem kendimize hem de sevdiklerimize daha mutlu ve huzurlu bir yaşam sunabiliriz. Sevmeye ve saymaya önce kendinizden başlayın.
Kimseyle Yakınlık Kuramamak Geçmişinizde Saklı
‘’Ben yalnızlığı seviyorum, birine bağlanmak dünyanın en zor işi, mesafe her zaman iyidir, birine sarılmak anlamsız geliyor…’’ Bu ve benzeri cümleler, çoğu insanın hayatında “mesafeli” olarak adlandırdığı kişilerden duyduğu cümlelerdir. Ancak bu cümleleri sarf eden kişiler, karşı tarafla ne kadar yakınlık kurmak isteseler de genellikle ellerinde olmayan sebeplerden dolayı yakınlık kuramazlar. Yakınlık korkusu adı verilen bu psikolojik sorunun kökeninde, kişinin geçmiş yaşantıları yatıyor olabilir. Geçmiş yaşantıların kişi üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler, kişinin kendisini başkalarından gelen yakın ilişki taleplerine kapatmasına ve onlardan uzaklaşmasına sebep olabilir. Yakınlık Korkusu Sebepleri Nelerdir? Yakınlık korkusu sebepleri genelde çocukluk dönemlerine dayanır. Yakınlık korkusunu doğuran nedenlerden bazıları; – Yaşanmış olan bir travma – Cinsel veya fiziksel istismar – Çocukken ebeveynlerin sevgi ve ilgiden mahrum bırakması – Yaşanmış olan kayıplar – Yakınlarındaki kişilerden birinin ağır rahatsızlığı – Terk edilme Yukarıda sıralamış olduğumuz sebepler, bireyin kişilerle arasına set çekmesine ve yalnızlık korkusu yaşamasına neden olabilir. Örneğin; Soğuk, çekingen veya mesafeli görünen bir kişi, aslında çocukluk yıllarında annesinden sevgi görmemiştir ve yetişkinliğinde de mahrum olduğu bu sevgiyi dışarı yansıtmayı başaramadığı için dışarıdan bu şekilde görünüyor olabilir. Çocuk yaşta ebeveynlerinden birinin kaybını yaşamış olan bir birey, yaşadığı büyük acıyı tekrar yaşamamak için herhangi birine yakınlık duymak istemeyebilir. Yaşayacağı olası kayba karşılık bir savunma mekanizması olarak bu durum ortaya çıkmış olabilir. Yakınlık Korkusu; romantik ve sosyal ilişkilerin tümünde veya yalnızca birinde gerçekleşebilir. Bunu belirleyen hususlar tamamen kişinin yaşantıları ile şekillenmektedir. Yaşanmış olan bu olumsuz durumların günümüze yansımaları, profesyonel destek ile çözüme kavuşabilir. Yakınlık korkunuz var veya bir tanıdığınız için profesyonel destek almak istiyorsanız www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Büyümek İstemeyen Çocuklar
Bebeklik; hayatın en konforlu dönemi gibi görünse de aslında hayatı tanımaya dair çaba gösterilen, isteklerin ifade edilmesinde zorlanılan, bir ötekine en çok ihtiyaç duyduğumuz, en bağımlı olduğumuz dönemdir. Bebek dil becerilerini kullanamasa da bakım veren ebeveyne kendi ihtiyacını, arzusunu bazen ağlayarak, bazen gülerek, bazen öfkelenerek anlatmak zorundadır çünkü bir açıdan o bakımı alması hayatta kalması için zaruridir. Bu dönemde ebeveynler de bebeklerinin huzurlu ve mutlu olabilmeleri için onların istek ve ihtiyaçlarını karşılamak üzere onları anlamaya çalışarak hareket ederler. Ebeveynin bu çabası ve ihtiyaçları algılayabilme, yerine getirebilme kapasitesi ve bu bakım verme sırasındaki tavrı bebeğin hayatının sonraki bütün dönemlerinde duygusal ve somut bütün ihtiyaçlarını nasıl ifade ve talep edeceği konusunda etkileyebilecek düzeyde bir temel oluşturur. Hayatı yeni yeni tanımaya başlayan bebeğin benliği üzerinde ebeveynlerin ilgi düzeyi ve yaklaşımları, oldukça hayati bir konudur. Ebeveynleri tarafından istek ve ihtiyaçları karşılanmamış, yeterince sevgi gösterilmemiş bir bebekte ilgi ve sevgi yoksunluğu sebebiyle oluşabilecek işlevsiz şemalar olabileceği gibi; ebeveynleri tarafından istek ve ihtiyaçları aşırı düzeyde karşılanmış, aşırı sevgi ve ilgi ile büyüyen çocuklarda da büyümek istememe veya regresif davranışlar dediğimiz davranışlar gözlemlenebilir. Çocuklar Neden Büyümek İstemezler? Bebekken ağladığında altının kirlendiğini anlayan annesi altını temizliyor, düşüp canı acıdığında sakinleşmesi için emziriyor, karnı acıktığında mama veriyor, canı sıkıldığında onunla oynuyor ve ilgileniyordu. Tüm dünyanın merkezinde ise bebeği vardı. O her ağladığında onu mutlu etmek için saçını süpürge ederdi ve bu bebek çok konforluydu. Büyümeye başlamasıyla artık bebek için sorumluluklar da beraberinde gelmeye başladı. Ama bu çocuk için rahat bebeklik dönemini bırakıp kendisi için bulanık olan büyüme dönemine geçiş yapmak; annesinden ayrılmak, tek başına mücadele etmek ve sorumluluk almaya başlamak anlamına gelebilir. En güvenli ve sığınılacak liman olan annesinin okula giderken yanında olmaması ve onca çocuk içerisinde tek başına mücadele etmek zorunda kalması veya kendisini annesi kadar kolay algılamayan başka bir yetişkine ihtiyaçlarını daha anlaşılır bir şekilde söyleme zorunluluğunun olması büyük bir kaygı sebebi olabilir. Bu durum; eğitim alması gereken okulda bocalamasına neden olarak çocuğun yaşıtlarının gerisinde kalabilmesine, yaşıtlarıyla ve öğretmeniyle iletişiminde sorunlar oluşabilmesine ve hatta sınıf tekrarı ile okula adaptasyon sürecinin uzayabilmesine neden oluşturabilir. Aynı zamanda çocuk bu kaygıyla baş edebilmek adına kendine takıntılar geliştirerek kendi güvenli alanını yaratmaya çalışabilir. Büyümek istemeyen çocukta aşağıdaki belirtiler gözlemlenebilir; – Aşırı kaygılı davranışlar; dudağıyla oynama, tırnak yeme. – Bebek gibi sesler çıkarma – Meme emmek isteme – İletişim problemleri – Yaşıtlarıyla oyun oynamak istememe – Bebeklik objelerine bağlılık – Ağlama krizleri – Aşırı sinirlilik hali -Alt ıslatma – Okula gitmek istememe, okulda sorun çıkarma – Öğrenme becerilerinde gerilik. Çocuğun güvenli dönem olan bebeklik çağından çıkması ve olduğu yaşı kabullenerek yaşıtlarının yapabildiklerine adapte olabilmesi için psikolojik anlamda kendini hazır hissetmesi çok önemlidir. İçsel problemlerinin çözülmesi, büyümenin heyecan ve macera dolu olduğunu kabul etmesi, bu maceralara keyifle yaklaşabilmesi, keşfetmekten zevk alması ve anne ile aşırı bağlılık sorunlarının çözülmesi için doğru ve profesyonel destek mutlaka gereklidir. Uzman görüş ve desteği için bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz.
Boşanmadan Sonra Çocuk Psikolojisi
Aile kavramı, dünyanın en eski kavramlarından biridir. Eski toplumlardan beri süregelen bu kavram; bir toplumun en saf, en küçük halini yansıtır. 20. yüzyıldan itibaren yasal boyutta değişimlere uğrayan bu kavram, hayatımızın hep bir parçası olmuştur. Bir arada mutlu yaşanmak üzere kurulan evlilik serüveni; bazen iki taraf arasında gelişen problemler sonucu varlığını devam ettirememesi, tıkanması ve kopması noktasında boşanma ile son bulabiliyor. Boşanmak en yalın haliyle; aile kavramının artık bir arada fonksiyonlarını gerçekleştirmemesi anlamına gelir. Eşler arasındaki anlaşmazlıklar, eşlerin romantik anlamda birbirleriyle ilgilenmemesi, toksik ilişkiler, geniş aile problemleri gibi birçok sebebin kaynağını oluşturduğu sorunlar sebebiyle boşanma kararı alınabilir. Boşanmanın eşler arasındaki yıkıcı etkileri kadar eğer çift anne baba ise, bu durumun çocuk üzerinde de olumsuz etkileri olacaktır. Çocuk için zorlayıcı olan bu deneyim, anne baba sonrasında yeniden bir araya gelmiş olsa dahi izlerini sürdürebilir. Boşanmadan sonra çocuk, bir birey olma yolunda ilerlerken zorlanabilir. Ebeveynler arasında yaşanan sorunlar neyse ve çocuğa ne kadar yansıtıldıysa, boşanma sürecindeki çocuk psikolojisi de bu durumdan o kadar etkilenecektir. Ayrıca çocuk, boşanmadan sonraki süreçte ebeveynleri bir arada yaşamayacağı için bunun eksikliğini hissetmesi ve bu duruma adapte olmakta güçlük çekmesi beklenen bir durumdur. Bununla birlikte ebeveynlere düşen en büyük görev, ne olursa olsun çocuklarının aidiyet duygusunu köreltmemektir. Ebeveynler; ayrılıklarını çocuklarının anlayacağı şekilde anlatmalıdırlar. Anne ile babanın ayrıldığı ancak çocuğun anne ve babası ile ilişkisinin hiçbir zarar görmeyeceği, anne ve babasıyla yine dolu dolu güzel vakit geçireceği çocuğa anlatılmalıdır. Bu süreçte eşler ayrılık telaşında, çocuğu görmezden geldiklerinde çocuğun psikolojisinde olumsuz etkiler gözlemlenebilir. Aşağıda gözlemlenebilecek olan bazı etkiler yer almaktadır; -Ebeveynlerinin ayrılık sebebini çocuk kendi suçu olarak görebilir ve bununla beraber suçluluk duygusuyla büyüyebilir. -Ailesinde gördüğü duygu karmaşası ve boşanma sürecinde yaşanılan çatışmalar nedeni ile çocuk duygularını gizleyebilir ve ayrılıktan etkilenmiyormuş gibi davranmaya çalışabilir. Yaşayacağı bu duygu karmaşası ile çocukta depresyon ve anksiyete eğilimleri gözlemlenebilir. Ebeveynler Boşandıktan Sonra Çocuklarında Nasıl Değişimler Gözlemlenir? Boşanmadan sonra çocuk, üzerindeki etkileri farklı şekilde dışa vurabilir. Bu noktada ailelerin çocuklarını çok iyi gözlemlemeleri gerekmektedir. Aşağıda bu dışavurumun bazı örnekleri yer almaktadır; -Çocuk boşanmanın etkisini çizdiği resimlerden, yazdığı günlüklere kadar işleyebilir. Örneğin; bacası tüten bir evde el ele tutuşan iki insanı çizebilir, ya da günlüğünde diğer arkadaşlarının anne ve babasından sık sık bahsedebilir. -Anne ve baba rolünü hayatında tanıdığı başka insanlara adayabilir, bu durumda çocuk, öz ailesinden daha da kopabilir. -Bununla beraber birey yaşadığı olaylarda suçu hep kendinde bulabilir. -Kendine daha az önem verebilir. -Kendini yük olarak görebilir. -Çocuğun aile içindeki ayrılığı görmesi ona aldatılma hissini hatırlatabilir. Evden ayrılan ebeveynle ilişkisi zedelenebilir, o ebeveynle duygusal bağ kuramayabilir. -Bireyin akademik hayatı olumsuz etkilenebilir. -Bireyin içine kapanık biri olarak yetişme ihtimali yüksektir. Yetişkinlikte dahi içine kapanık olmaya devam edebilir. Ayrılık sonrası çocuk psikolojisi ile ilgili detaylı bilgi veya randevu almak için bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz.
Çocuk Gelişiminde Öz-Düzenlemenin Önemi
Öz düzenleme en temelde zorlandığımız bir durum karşısında kendini yatıştırabilme, sakinleştirebilme veya bir hedef uğruna dürtülerimizi erteleyebilme, bekleyebilme gibi becerilerimize verilen genel bir isimdir. Duygu regülasyonu olarak da tanımlanan öz-düzenlemenin temel basamağı kişinin kendi duygularının farkında olması ve zaman zaman zorlayıcı olabilecek duygularla kalabilmesi, kendini yatıştırabilme ve duygusunu düzenleyebilme becerisidir. Öz-düzenleme; yaşamımız boyunca bizlere yön veren, hedeflerimize ulaşma noktasında kendimizi duygusal, düşünsel ve dürtüsel olarak bilinçli veya bilinç üstü süreçlerle yönettiğimiz bir anlamda motive olduğumuz, stresimizi kontrol altına aldığımız, kendimizi doğru ve mutlu yönetme becerilerimizdir. Çocuk gelişiminde öz-düzenleme ise oldukça önemli bir konudur. Çünkü çocukluk yaşantılarımız, çocukluk deneyimlerimiz ve öğrenimlerimiz; yetişkinlik dönemlerimizin temelini oluşturur. Çocukluk yıllarında edinilen bu beceri; duygusal zeka, sosyalleşme, iletişim, akademik beceriler ve kişinin kendisi ve çevresi ile güvenli, sağlıklı ilişkiler kurabilmeleri gibi pek çok alanda da faydalı olmaktadır. Çocuk Gelişiminde Öz-Düzenleme Nasıl Sağlanır? Öz-Düzenleme aslında yaşamın tam içindedir. Doğal ortam adında tabir ettiğimiz alanda, çocuklar bu gelişimi elde ederler. Özellikle küçük yaş çocukları için kendi dürtüleri üzerinde hakimiyet kurabilmeleri oldukça zorlayıcıdır. Öz düzenleme becerisini temelde bakım veren ebeveynden öğrenirler. Anne babanın kendi kendisini zorlayan bir konuda nasıl sakinleştiği, yatıştırdığı yani kendi öz düzenleme becerisi hem çocuğuyla ilişkisinde onu nasıl yatıştırdığını hem de modelleme yoluyla çocuğun taklit ederek kopyalayacağı bir beceri olacağı için anne babanın öz düzenleme kapasitesi çocuk için çok önemli bir nokta oluşturur. Doğal ve doğru beslenme, yeterli ve kaliteli uyku, denizde yüzmek, doğa yürüyüşleri gibi aslında olması gereken yaşam stili; çocukların öz-düzenleme sağlama yetilerine olumlu katkılar sağlar. Kaygı ve stresten uzak, sevgi ortamı içerisinde büyüyen çocuğun; öz-düzenleme becerilerini geliştirebilmesi çok daha kolaydır. Çocukla kurulan sıcak iletişim, sevgi, sarılma, öpme gibi duygusal temaslar, güven, tutarlılık, sınır koyma gibi kriterler; öz-düzenleme becerileri üzerinde olumlu etkiler sağlar. Ebeveynlerin Öz-Düzenleme Becerileri Üzerindeki Olumsuz Etkileri Ebeveynler, farkında olmadan dünyayı yeni anlamlandırmaya çalışan çocukları üzerinde olumsuz bazı etkilere sahip olabilirler. Bunların konumuz olan öz-düzenleme becerileri üzerine de etkileri muhakkak görülmektedir. Aşağıdaki durumlar, çocukların öz-düzenleme becerileri üzerinde olumsuz etkiler bırakabilir. – Baskıcı, gergin otoriter bir aile. -Kaygılı, kendini yatıştırma becerisinden uzak ebeveyn. – Ebeveynlerin birbiriyle zayıf iletişimi. – Kontrolsüz aile yapısı. -Çocuğun her şeye ailesi tarafından kolay ulaşabilmesi. – Çocuğa sorumluluk verilmemesi veya sorumluluklarını ebeveynlerinin yerine getirmesi. – Çocuğun güçsüz olduğunun vurgulanması. – Çocuğun fikirlerini, düşüncelerini açıklamasına müsaade etmemek veya alay etmek. – Çocuğu başkalarının yanında küçük düşürmek. Ebeveynlerin sağladığı yukarıdaki negatif ortam ile kalitesiz uyku, yanlış beslenme, doğa ile vakit geçirememe gibi faktörler de; çocukluk yıllarında öz-düzenleme zayıflığı konusunu gündeme getirir. Bu durum, hem çocukluk hem de yetişkinlik yılları için psikolojik sorunlar anlamında risk faktörü haline gelmektedir. Ayrıca genetik faktörler de öz-düzenleme becerileri üzerinde etkilidir. Ailede depresyon, anksiyete bozukluğu öyküsü olan bir çocuk; bu psikolojik rahatsızlıklara yatkınlığı sebebiyle öz-düzenleme becerileri noktasında zorluk yaşayabilir. Böyle durumlarda özellikle çocuk yaşta destek almak, hem şimdiki yaşların güzel geçmesini sağlayacak hem de gelecek yıllarda kendinden emin ve güvenli bir yaşam inşa edebilmesine yardımcı olacaktır. Öz-düzenleme veya çocuk psikolojisi konusunda bir uzmana ihtiyacınız varsa www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Çocuğum Okula Başlayacak, Bizi Psikolojik Olarak Neler Bekliyor?
Her anne baba için çocuğunun okula başlama serüveni heyecan vericidir. Kreş, anasınıfı, ilkokul süreçlerinden başlayan bu serüven, yıllar boyunca devam eder. Çocuklarının iyi eğitim alması, hayatı öğrenmesi, iyi bir meslek sahibi olması, maddi özgürlük ve manevi mutluluğu yakalaması; ailelerin en büyük hayalidir. Bu sebeple okul zili ilk çaldığında çocuklarla birlikte ebeveynlerin heyecanı da başlar. Çocukların heyecanları ise çeşitlilik gösterir. Bazı çocuklar için bu heyecan, tatlı heyecandır. Yeni arkadaşlar edineceği veya yaz boyunca görmediği okul arkadaşlarına kavuşacağı için mutludur. Öğreneceği yeni bilgiler için, ders saatleri, teneffüs saatleri, yemek saatleri için heyecanlıdır. Ancak bazı çocuklar için okula başlama süreci kaygı doludur. Yeni bir okula başlamak, yeni öğrencilerle bir arada bulunmak, öğretmen ile tanışmak, neyin nasıl olacağını kestirememek; kısacası belirsizliklerin oldukça fazla olduğu bu ortam çocuğu gerebilir. Okula devam eden çocuk da ise, ebeveynlerinden ayrılıp okul ortamına yeniden dönüyor olmak çocuk da stres yaratabilir. Kısacası okula başlayan çocuk psikolojisi her çocuk özelinde değişkenlik gösterir. Genel olarak baktığımızda; çocukların istediği saatte uyandığı, oyunlar oynadığı, gezdiği, tatile gittiği; kısacası rahat geçirdiği tam 3 aylık yaz tatili sona erdi. Bu rahat düzene karşılık ise, akşam erken yatmak ve sabah erken kalkması gerektiği, tatil sürecinde daha hareket halindeyken okul döneminde uzun saatler boyunca sırada oturarak ders dinlemek, sınavlar ve ödevler ile baş etmek için çaba sarf edeceği bir süreç başlıyor. Elbette çoğu çocuk, bu durumda bocalayarak adaptasyon sağlama noktasında zorluk çekebilir. Çocuğu Okul Rutinine Alıştırmak İçin Ebeveynlere Düşen Görevler Çocuğu okul düzenine alıştırmak için en büyük görevler ebeveynlere düşüyor. Bunlardan bazıları; – Çocuğa okula başlamadan önce, okul ile ilgili rahatlatıcı hikayeler anlatılması, çocuğun kaygı düzeyini düşürecektir. (Belki ebeveynlerin kendi yaşadıkları deneyimlerden bahsetmeleri ve okul süreci ile ilgili konulu hikaye kitaplarından faydalanmaları süreçte yardımcı olabilir.) – Ebeveynler; bu süreçte heyecanlı veya kaygılı olsa dahi bunu çocuğa mümkün olduğunca yansıtmamalıdır. Anne ve babasının rahat olduğunu gören çocuk, kendisi de rahat olacaktır. – Okul alışverişine çocukla birlikte çıkılabilir, çocuğun okul ile ilgili sıcak duygular benimsenmesi sağlanabilir. – Okul, ödev ve oyun süreçleriyle ilgili birlikte bir düzen haritası çıkarılabilir. – Okuldan sonra okul ile ilgili sohbetler edilebilir. Böylelikle çocuğun okula uyum süreciyle ilgili rahatlaması sağlanabilir. Tüm bu belirttiklerimiz, birkaç haftada neredeyse tamamen toparlanabilecek olan adaptasyon sağlamakla ilgili ipuçlarıdır. Bu rutine alıştıktan sonra çocuk, problemsiz şekilde okula devam edebilecektir. Ancak bazı çocuklar için süreç bu kadar kolay atlatılamayabilir. Birkaç ayda bile düzelmeyen okulda uyum sorunu, ebeveyn ya da birincil bakım vereninden ayrılmak istememe, ağlama krizleri, alt ıslatma, konsantrasyon eksiklikleri gibi problemler; mutlaka bir uzman tarafından araştırılmalıdır. Çünkü sorun, bazen okuldan ziyade çocuğun bireysel olarak yaşadığı psikolojik problemlerinden kaynaklanıyor olabilir. Örneğin; ebeveyn ya da birincil bakım vereninden ayrıldığı için okulda uyum sorunu yaşayan bir çocukta aşırı bağlanma veya güvensiz bağlanma problemleri olabilir. Uzun süre kimseyle iletişim kurmayan bir çocuk akran zorbalığı sebebiyle kendisini iletişime kapatmış olabilir. Dersleri dinlemek ve odaklanmakta zorluk çeken bir çocukta kaygı sorunları var olabilir. Kısacası, her bir çocuk kendine özeldir ve kendi minicik dünyasında hayatı tanırken birtakım sorunlarla karşılaşmış ve baş edemeyerek bugününe aktarmış olabilir. Bu durumun elbette okul hayatına ve başarılarına da yansıması kaçınılmaz bir sondur. Küçük yaşta başlayan bu problemler gelecekte kar topu gibi büyüyerek farklı sorunların öncüsü olabilir. Bu sebeple, sorunun kaynağını bulmak ve özellikle küçük yaşta bulmak; çocuğun sosyal, duygusal, bilişsel gelişimi için önemlidir. Her şeyden önemlisi ise, çocukların günlerini mutlulukla geçirmesi için mutlaka gereklidir. Eğer siz de çocuğunuzun okula uyum konusunda bazı problemler yaşadığını gözlemliyorsanız, sorunun kaynağına birlikte inelim ve küçük dünyasındaki problemleri birlikte çözümleyelim. Bize www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Aile İçi İletişimin Önemi
Çekirdek aile; iki bireyin birbirini severek evlenmesi ve takip eden zaman içinde çocuklarının dünyaya gelmesi ile büyümüş en küçük toplumsal yapıdır. Geniş aile ise, çekirdek aileye eklenen kadın ve erkeğin ailelerini de kapsar. Her iki grup da kendi içlerinde birbirini anlayabilme ve sağlıklı bir ilişki yürütebilme adına son derece pürüzsüz bir iletişim yolunu benimsemelidir. Geniş ailede oluşacak iletişim kopukluğu, çekirdek aileyi de etkileyebilir; çekirdek aile içinde oluşan bir iletişim sorunu da geniş ailede çok farklı problemlere sebep olabilir. Bu sebeple aile içi iletişim kavramı oldukça önem taşımaktadır. Aile İçi İletişim Nasıl Olmalıdır? Mutlu ve huzurlu bir yuva kurmanın en temel koşulu, iyi iletişim kurmaktan geçer. İlk olarak eşler arası iletişim sağlıklı temeller üzerine kurulmalıdır. Doğru iletişim kuran, empati yapabilen, kendi ihtiyaçlarını doğru şekilde ifade edebilen ve eşinin ihtiyaçlarını doğru anlayabilen çiftlerin kendi ilişkileri iyi olacağı gibi, çocuklarına da olumlu rol model olacaklardır. Ayrıca kendi aralarındaki iletişim iyi olduğundan çiftler arasındaki sorunlar da minimum seviyede olacaktır. Bu sorunsuzluk ortamında psikolojik açıdan kendini iyi hisseden çiftler; çocuklarına karşı daha sabırlı ve hoşgörülü olacaklardır. Yaşamlarının ilk yıllarında; doğru iletişim kurmayı öğrenen, sevgi ve ilgi ile büyüyen huzurlu çocuklar; gelecek yıllarda da özgüveni yüksek, sorunlarla baş edebilen, stres yönetimi yapabilen, öz saygı ve sevgisi yüksek, mutlu yetişkinler olarak yaşamlarına yön verebilirler. Yani aile içi iletişim çocuk üzerinde aktüel gelişim, zeka ve sosyal yönden etkilere sahiptir ve bu durum yaşam boyu devam eder. Çekirdek aile içerisindeki ilişki üzerinde iletişimin önemi büyüktür. Aynı durum geniş aile için de geçerlidir. Kadının ve erkeğin, kendi ailesi ve eşinin ailesi ile olan iletişimi aynı zamanda ailelerin birbirleri ile olan iletişimi; aile bireyleri ve özellikle çocuklar üzerinde etkilidir. Örneğin; bir kadın, eşinin ailesiyle iyi iletişim kuruyorsa, eşi de bu durumdan hoşnut olacaktır. Ancak gelin ya da damat ile kayınvalidenin kötü iletişimi, eşiyle olan ilişkisine ve dolaylı olarak çocuklarıyla olan iletişimine de yansıyacaktır. Aile İçi İletişimin Zayıf Olduğunu Nasıl Anlarım? – Birlikte geçirilmesi gereken zamanların bireysel geçirilmesi. Örn: Anne baba telefonlarıyla ilgilenirken çocuğun tablet izlemesi. – Empati yapılmaması, kişinin olaylara hep kendi penceresinden bakması. – Yalan söylenmesi. – Hep karşı taraftan fedakarlık beklenmesi. – Psikolojik veya fizyolojik şiddet olması. – Tartışmaların hakaret içermesi. – Güvenin olmaması, eş veya çocuğa hep şüphe ile yaklaşılması. – Aile bireyleriyle aşağılayıcı ve alaycı üslupla konuşulması. – Geçmişe takılı kalıp sürekli eski hataların öne çıkarılması, yapıcı olunmaması. – Kişinin eş ve çocuklarını kendi çıkarlarınca yönlendirmesi. Aile İçi İletişimi Nasıl Güçlendirebiliriz? Aile içi iletişimi güçlendirme yolları; – Aile içinde yaşanan her türlü durumda empati yapmak ve karşı tarafı anladığınızı ve yanında olduğunuzu hissettirmek. – Anda kalmak, aileyle birlikte kaliteli vakit geçirmek. – Çözüm odaklı olmak, sorunları olumlu şekilde çözmeye çalışmak. -Zaman zaman sürpriz ve hediyelerle aileyi mutlu etmek. – Ev içerisinde özgürce konuşabilmek, duygu ve düşünceleri dile getirebilmek. – Aile içerisinde herkesin birbirine saygı duyması. Aile içindeki doğru iletişim, hem sözlü hem de sözsüz olarak herkesin mutlu yaşayabileceği bir ortamı sağlar. Zayıf iletişimde ise, kişiler kendilerini değersiz hissederler. Bazı durumlarda güvenliklerinden dahi şüphe edebilirler. Mutsuz bireyler de mutsuz aileyi oluşturur ve çift arasındaki sorunlar anksiyete, panik atak, depresyon gibi bireysel problemlere davetiye çıkarır. Mutsuz ortamda büyüyen çocukta tüm hayatını etkileyecek problemler ortaya çıkabilir ve ergenlik döneminde, kimlik arayışı işin içine girdiğinde de bu durum, ciddi problemlerle kendini gösterebilir. Bu sebeple, eğer aile içi iletişimden kaynaklı problemler varsa mutlaka düzeltilmeli ve profesyonel destek alınmalıdır. Bu problem aşıldığında ortaya çıkabilecek diğer sorunlar da engellenecektir. Aile içi iletişimimiz iyi değil, profesyonel bir desteğe ihtiyacımız var diyorsanız bizimle www.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak iletişime geçebilirsiniz.
Evlendim Ama Eşime Yaklaşamıyorum
Evlilik, kadın ve erkeğin hayatlarını birlikte paylaşmaya imza atmaları ile başlayan bir serüvendir. Bu serüven, bazı kişiler için aşk dolu bir sürecin güzel bir armağanı, bazı kişiler için ise zorunluluk ve dolayısıyla mevcut sorunlarından bir kaçıştır. Kişilerin çocukluk ve gençlik deneyimleri bu serüvende eşler arasındaki iletişim ve ilişkilerin de rollerini belirler. Bazı kişiler, sevdikleri insana cinsel anlamda yaklaşmakta sorun yaşarken, bazı kişiler ise zorla evlendiği kişiye yakınlık duymakta güçlük çeker ve evlendim ama eşime yaklaşamıyorum diye düşünürken, bunun zorluklarını da fazlasıyla yaşar. Eşler Arası Cinsel Sorunların Sebepleri Nelerdir? Cinsel sorunlar, geçmiş olumsuz yaşantılarla direkt olarak bağlantılıdır. -Çocukluk ve ergenlikte yaşanmış olan cinsel travmalar. -Ailelerin yanlış tutumları ile cinsellik konusunu utanç verici olarak anlatmaları. -Toplumda cinsellikle ilgili kadın ve erkeğe ayırıcı yaklaşımların olması. -Cinsellikle ilgili abartılı hikayeler. -Kişinin sevmediği biriyle evlenmiş olması veya zorla evlendirilmiş olması. -Cinsel deneyimsizlik ve o an ne yapacağını bilememesi. -Kişinin, eşini mutlu edemeyeceği düşünmesi. -Özgüven eksikliği. Aile baskısından kaçarak evlenmiş bir genç kız, yakınlık duymadığı biriyle mecbur kalarak evlendiğinde, ilişkiyi etkileyecek problemlerin de ortaya çıkmasına neden olacaktır. Aile baskısının temeli; toplumsal yaşamla ilgilidir. Toplumsal hayatta; kızların erkeklere yaklaşmaması, cinselliğin ayıp olması ve konuşulamayacak şekilde ayıplanması gibi yazılı olmayan kurallar, ailelerin bu çerçevede kız çocuklarını yetiştirme isteklerine neden olacaktır. Bu da kız çocukları üzerinde baskı sebebidir. Çocukluktan itibaren bu tür toplumsal normlar yüklenen kız çocuğu, özellikle daha özgürleştiği ergenlik döneminde; aile tarafından daha da fazla denetlenecektir. Birey; arkadaşlarıyla dışarı çıktığında ebeveyn tarafından neredeydin, kimlerleydin, ne yaptın? gibi sorgucu, kontrolcü davranışlar ile sıkça karşılaşmaktadırır. Kızın yaşı ilerledikçe bu tavırlar ve sorgulamaların sıklığı çoğunlukla artış gösterir. Hatta kişi, istemediği ve anlam veremediği yaptırımlarla da karşılaşabilir. Bu durumda genç kız; özgürlüğü, sevmese bile bir erkek ile evlenmek olarak düşünebilir ve karşısına çıkan ilk kişi ile evlenerek bu durumdan kaçış yolunu tercih edebilir. Bu durum adetlerini yerine getirmiş aile için mutluluk sebebidir. Ancak evlenen kız ailesinden uzaklaşmakla birlikte yeni sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. Evlendim ama eşime nasıl yaklaşacağım? Onu nasıl seveceğim ve cinsellik yaşayacağım? Bu süreç elbette kolay bir süreç değildir; bu yaşına dek cinselliğin ayıp sayıldığı, erkeklerle yan yana olmaması gerektiğini öğrenmiş ve pekiştirmiş bir genç kız için; evlendiği bu kişiye yaklaşması hiç de kolay olmayacaktır. Çok sevdiği ve cinsel anlamda yakın bulduğu biriyle evlenen başka bir kadın veya erkek birey; çocukken yaşadığı veya görüp olumsuz etkilendiği cinsel bir olay sonucu, eşine yaklaşmakta güçlük yaşayabilir. Çünkü yaşadığı o an, sürekli flash backler ile kendini gösterecektir. Sevdiği eşine bu sebeple yaklaşamıyor olması, çift arasında da sorun teşkil edebilir. Yine toplumsal normlar yüzünden uzun süre eşine yaklaşamayabilir. Bu durumların altında yatan pek çok cinsel problem de var olabilir. Cinsel problemler ile ilgili detaylı bilgi için cinsel sorunlar ve cinsel terapinin önemi konulu yazımızı okuyabilirsiniz. Eşler arasında var olan bu durum önemli bir problemdir ve eşlerin normal birlikteliklerine de olumsuz yönde etki ederken, bireysel olarak da problemlere neden olabilir. Eşler arasındaki bu uzaklık, üzerine düşülmediğinde daha da artar; buna bağlı olarak kişide depresyon, anksiyete, özgüven eksikliği gibi pek çok sorunu da beraberinde getirir. Hem çift hem bireysel olarak problemler çıkılmaz bir noktaya gelebilir. Eşler arasında bir bariyer varsa, altında yatan sebepler mutlaka araştırılmalı ve çözüme kavuşturulmalıdır. Kendi kendine geçmesini beklemek veya bu durumu normalleştirmek; sürecin daha da olumsuz ilerlemesine sebep olur. Bu sebeple çift ve aile danışmanlığı çerçevesinde destek almak; sürecin olumlu şekilde ilerlemesine büyük katkı sağlayacaktır. Eğer evlendim ancak eşime yaklaşamıyorum diye düşünüyor ve bu sorunu aşmak istiyorsanızwww.psikolojiantalya.com internet sitemizi ziyaret ederek veya +90 0555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaralarımızı arayarak bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Mantık Evliliğinde Aşk, Aşk Evliliğinde Mantık Aramak
Bir yuva kurmak, hayatı bir eşle paylaşmak ve aile olarak hayata devam etmek; kuşkusuz alınan en önemli kararlardan biridir. Evlilik kararı alınması ve evlenilecek kişinin seçilmesi için herkesin ayrı kriteri vardır; kimisi için partnerinin yakışıklı veya güzel olması önemlidir, kimisi için maddi gelirinin yüksek ve itibarlı olması, kimisi içinse yalnızca kalbinin heyecanla çarpmasına sebep olan biri olması önemlidir. Yani bazıları için mantık evliliği, bazıları için aşk evliliği önceliklidir. Peki bu önceliklendirmenin altında hangi sebepler yatıyor? Eş Seçiminde Kriterleri Nelere Göre Belirliyoruz? Çocukken maddi açıdan çok zorluk yaşamış bir kız çocuğu düşünelim. Aile hayatı çok mutlu olmasına karşın; arkadaşlarının sahip olduğu bisiklete sahip olamamış, gidip bir hamburgercide yemek yiyememiş ve hep zorluk içinde bir yaşam sürmüş. Büyüyünce bu kız, eş seçiminde maddi kaygıları göz önünde bulundurarak rahat yaşayabileceği bir hayat tercih edecektir. Ve tabi ki kendi yaşadıklarını çocuklarına yaşatmak istemeyecektir. Ancak kişi mantık çerçevesinde sahip olacağı bu eşten karşı cins olarak etkilenmiyorsa, bu sefer de kendini boşlukta hissedecektir. Bir başka örnek olarak da maddi açıdan rahat büyümüş ancak anne ve babalarının yoğun çalışma temposu sonucu kendileriyle olan ilgileri hep yetersiz kalmış iki kişiyi ele alalım. Bu kişiler gençlik yaşlarında birbirini çok seviyor, henüz meslek sahibi bile değilken evleniyorlar. Ancak bir yerden sonra kısıtlı imkanlar ile geriliyorlar ve aşk evlilikleri de zarar görmeye başlıyor. Bu iki örnek dışında; anneden yeterli ilgi almayan bir erkek, eşinden anne figürü olmasını bekleyebilir, babasından yeterli ilgi görmeyen bir kız, yaş farkının fazla olduğu bir erkekle evlenmeyi tercih edebilir. Çocukluk travmaları olan bir kadın, fiziksel açıdan güçlü olan bir erkekle evlenmek isteyebilir. Bu örnekler penceresinden baktığımızda, eş seçimlerimiz aslında geçmiş yaşantılarımızdaki eksikliklerimizi tamamlamakla alakalıdır. Aşk evliliğinde mantık veya mantık evliliğinde aşk aramak da yine tamamlanılan eksiklikler yerine yeni eksikliklerin varlığının göstergesidir. İlişkilerde iki tarafın anlayışı ve doğru iletişimi çok önemlidir. Aşk evliliği de olsa mantık evliliği de olsa, yuvadaki huzur çok önemlidir. Gergin olunan zamanda durup düşünmek ve sakinleşince iletişim kurmak, ara sıra küçük sürprizlerle eşi mutlu etmek, birlikte sinemaya, yemeğe gitmek; iki tarafı birbirine yakınlaştıran ve evliliği mutlu bir temele oturtmak için atılabilecek adımlardandır. Doğru iletişim ve güzel geçirilen zamanlar ile eksiklikleri doldurmak mümkündür. Ancak bazen, ilişkiler arap saçına döner; geçirilen her saniye zor gelse de evliliğe şans verilmek istenir. İşte o zaman bir uzmana danışarak evliliğiniz için birlikte doğru adımları atabilirsiniz. Uzman desteği için bizimle www.psikolojiantalya.com adresinden, +90 555 101 51 15 veya +90 552 606 22 26 telefon numaraları üzerinden iletişime geçebilirsiniz.